Ali Osman ENGİN
Köşe Yazarı
Ali Osman ENGİN
 

28 ŞUBAT POST MODERN DARBE GİRİŞİMİ

GERÇEKTE BİZİM ORDUMUZ VE ASKERİMİZLE İLGİSİ OLMAYAN 28 ŞUBAT  POST MODERN DARBE GİRİŞİMİ SÜRECİNDE JURNALCİ, ERZURUM’UN DOĞUSUNA GİTTİĞİNDE ORALARDAN GELME KÜRT, KÜRTÇÜ VE İHRAÇ EDİLEN PARALELCİLERLE KOYUN KOYUNA OLANLARIN ÜNİVERSİTE YÖNETİMLERİNCE HALÂ İTİBAR GÖRMELERİ VE İŞLERİNİ YÜRÜTÜYOR OLMALARI BEKLENMEDİK SONUÇLARI OLABİLECEK VAHİM BİR DURUMDUR!.. 28 Şubat dönemini; Peygamber Ocağı olarak milletimizin gönlünde yer edinmiş olan Muhteşem Türk Silahlı Kuvvetlerinden kesinlikle ayırt ederek incelemek gerekir. Çünkü bu işleri yapanların Ne büyük Türk Milletiyle ve nede kahraman Türk Silahlı Kuvvetleriyle uzaktan yakından ilişkileri olamaz. Burada asker kelimesini kullanmak bile gönlümü acıtıyor. Dolayısıyla onları bizim askerlerimizden ayrı düşünmek gerekir. Bugün bu kahramanlarımızın Bu aziz milletimizin ve tüm İslâm dünyasının ve hatta bütün insanlığın kaderini değiştirecek, Çanakkale’ye ve Sarıkamış’a, belki Kerbela’ ya denk milli mücadelesini bu bakış açısıyla okumak gerekir. Daha önce risk yaratıp muhtemel darbe dönemlerinde de kendi yarattığı riskleri satın alarak darbelere zemin oluşturan, terör faaliyetlerini bile bu maksatla kullanan ve 15 Temmuzda foyaları meydana çıkandarbeci ve kesinlikle Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayrı düşünülmesi gerekenzorbaları bugün hain Paralel Terör Yapılanmasına yönelik yapıldığı gibi, o günün darbeci şarlatanları da gözbebeğimiz olan ordumuzdan ayrı düşünmek zorundayız.Bu çerçevede 28 Şubat girişimini de, demokrasi kültürü içerisinde halkın oylarıyla seçilmiş bir hükümeti  iktidardan uzaklaştırmakla sonuçlanan kalkışma olarak tanımlamak mümkündür. 27 Mart 1995’te Refah Partisi oy oranını %19,14’e çıkarmış ve 15 büyükşehir belediye başkanlığının 5 tanesini kazanmıştı. Bu belediyeler arasında İstanbul ve Ankara’ da bulunuyordu. 27 Aralıkta yapılan genel seçimlerde de Refah Partisi %21,37 oy alarak ilk defa hükümeti kurma çoğunluğunu elde etmişti. Ancak darbeciler,bir an için gücü ellerine geçirdiklerini düşünen zavallılar, bu durumdan hoşnut olmamışlardı. Her ne kadar hükümeti kurma görevini Necmettin ERBAKAN aldıysa da, aradığı desteği bulamadı. Bulamazdı çünkü kurulan tezgâh ve buna bağlı yaratılan risklerin odağında kendileri ve temsil ettikleri düşünce vardı. Aynı şekilde hükümeti kurma görevi verilen Tansu ÇİLLER’ de başarılı olamadı. Çünkü onunda genel olarak temsil ettiği seçmen kitlesi milli ve yerli idi. Daha sonra hükümeti kurma görevini alan Mesut YILMAZ, hükümeti kurdu. Onun hükümeti de sadece 3 ay görev yapabildi. Bu durumda ülkede yaşanan hükümet krizinin içerisinde çıkılamaz bir hal alma potansiyelini gören vesayetçiler, ya çaresiz kaldıkları için, yada daha başka süreçlere zemin arayışlarına binaen, 28 Haziran 1996 tarihinde yeniden hükümeti kurma görevi Necmettin ERBAKAN’ a verildi. Böylece Tansu ÇİLLERile Refah Yol Hükümetini kurdu. Kurulan hükümet 8 Temmuz 1996’ da güven oyunu aldı.                                     Tam da bu noktada küçük bir grup olan darbecilerin kurulan bu hükümete karşı büyük bir direnç geliştirmeye çalıştığı anlaşılmıştır. O dönemde kurulan ve başına da Genelkurmay 2. Başkanı, Çevik BİR’ in getirildiği Bat Çalışma Grubu kuruldu. Bu kurum kripto ve psikolojik bir süreci yönetiyordu ve görev alanı olarak ta, kendi kalıplarına uymayanların fişlenmeleri işini seçmişlerdi. Dünün darbecisi, 15 Temmuz akşamını kripto paralel terör örgütü mensubu olan ve belki yarın da başka başka kılıflarla alana inme gayretleri olma ihtimalleri hep var olan bu pejmürdelerin iki adım ötesini görmeleri şöyle dursun, bu günden ne getirecekleri belli olan yarınları dahi anlama şansları olmamıştır. Rütbesi, unvanı ne olursa olsun; bu insanları kahraman, muhteşem, doğası gereği milli ve yerli olmak zorunda olan şerefli Türk Silahlı Kuvvetleriyle özdeşleştirmek asla kabul edilemez. Zaman zaman bu bilinçle yazılan yazılarda kullanılan askeri vesayet denildiğinde böyle anlaşılması gerekir. 15 Temmuz akşamı kendileriyle omuz omuza mücadele eden halkımız ve milli siyasetçilerimizle beraber bu vatan ve millete sahip çıkan şehitlerimiz, gazilerimiz, askerimiz ve onlarla beraber alınları öpülesi komutanlarımız o gece yine şanlı tarihinde olduğu gibi muhteşem bir destan yazmıştır. Bu darbeciler 26 Ocak 1997’ de Gölcük Donanma Komutanlığında 3 gün süren bir kapalı toplantı yaptılar. Bu toplantıda hangi konuların masaya yatırıldığı ve ne tonda konuşulduğu ile ilgili farklı değerlendirmeler olduğu söyleniyor. Dolayısıyla bu konuya açıklık getirilmesi en doğrusu olacaktır. Burada konuşulanların Peygamber Ocağı olan Türk Silahlı kuvvetlerinin tamamının düşüncesini yansıtmayacağı bilinmelidir. Zaten emirleri ve görev tanımlarını dışarıdan alanların temel hedeflerinden birisi de; Türk Silahlı Kuvvetlerini halkın gözünden düşürerek, ordu-millet felsefesini dejenere etmekti. Kim ne yaparsa yapsın ordu-millet felsefesi dip diri ayaktadır ve üzerine yüklenmiş hedef ve misyonunu gerçekleştirmeye devam ediyor. Afrin den gelen şehit haberleri yüreğimizi yakıyor. Irkı, dini, diline bakmadan sivillere zarar vermemek için kendi canlarını tehlikeye atan ve maalesef şehadet şerbetini içen kahraman şehitlerimize rahmet ve tüm büyük Türk Milletine başsağlığı diliyorum. Hainler hainliklerini yapmaya devam ediyor. Edeceklerde. Millet olarak hazırlıklı olmak zorundayız. Gerek siyasi ve gerekse askeri olarak yürütülen devlet-millet mücadelesinde hiçbir ihmale yer verilmemelidir. Ortaya çıkacak her ihmalin faturası kahraman ve serden geçti güvenlik kuvvetlerimize hain pusular olarak geri dönmeye devam ediyor. Hiçbir yönetici kendilerine verilen görevi icra ederken vatana, millete ihaneti en basitinden kendilerini çok iyi tanıyan vatan evlatlarını karalayarak, etkisizleştirmeye çalışarak, gözleri bir türlü gerçekleri göremeyen idarecileri kirlettikleri sentetik bilgilerle yanıltan geçmişte olduğu gibi şimdi de görevlileri es geçemez. Bu gün Afrin terör operasyonuna; “ölürsem şehit kalırsam gazi” anlayışıyla güle oynaya; “kızıl elmaya hey kızıl elmaya” diyerek giden koç yiğitlerimizin tutum ve davranışları ortaya koyuyor. 4 Şubat 1997’ de 28 Şubat tehdit ve kalkışmasının ayak sesleri tankların paletlerinin Ankara caddelerini kazımasıyla veriliyordu. O dönemin Genel Kurmay 2. Başkanı; Çevik BİR; “demokrasiye balans ayarı yaptık” diyerek ayakkabı, tank paleti bağlamında araçların taşıyıcı sistemlerini çağrıştıran bir algı operasyonu yapıyordu. 28 Şubat 1997’ de Milli Güvenlik Kurulu (MGK) “irtica” konu başlığı gündemiyle toplandı ve bu toplantıda alınan kararlar arasında; 8 yıllık zorunlu eğitime geçilmesi, tüm Kuran Kurslarının Diyanet İşleri Başkanlığına devredilmesi,  tarikatların faaliyetlerinin yasaklanması de bulunuyordu. Bu kararla İmam Hatip Liselerinin Orta kısmı kapanıyordu. Ancak bu arada gözden kaçırılan bir nokta vardı. O’ da İmam Hatip Ortaokullarıyla beraber aynı şekilde diğer meslek liseleri ile ilgili de benzer sorunlar vardı ve bu liseler hiç kimsenin aklına gelmiyordu. Daha öncede belirtildiği gibi bu nokta çok iyi analiz edilmelidir. Rahmetli ERBAKAN Hoca başlangıçta MGK’ da alınan kararları imzalamadıysa da daha sonra destek bulamadığı gerekçesiyle imzaladı. Eğer sayın ERBAKAN o kararların altına bir yolunu bulup imza atmama iradesini ortaya koymuş olsa idi herhalde 15 Temmuz örneğinde olduğu gibi dananın kuyruğu o zaman kopacaktı. Bilinmelidir ki, haksızlar, adil olmayanlar, Hakka tutunarak ayağa kalkmayanlar ödlek ve korkak olur. TBMM başkanı Mustafa KALEMLİ o kararların mecliste reddedilmesi gibi bir ihtimale karşı, “bu kararlara meclisi karıştırmam” diyerek alınan kararlardan yana bir tutum izlemiştir. Dikkat edilecek olursa sanki devlet kademelerinde birbirini tamamlayan kronik bir vesayet yapısı göze çarpıyor. Bu işleri plânlayanlar da bu yapıları bilerek  bu işlere kalkışmışlardır. Bilerek veya bilmeyerek Türk Milletine ve onun devletine tuzak kuranların yüreği ve cesareti olamaz. Çünkü yürek ve cesaret Haktan ve adaletten yana olursa bir anlam kazanır. Aksi halde yapacakları her işte ihanet ve uşaklık çemberinden kurtaramazlar. Hak ve hakikatlerle birlikte olanların korku ve ürküyle ilişkileri olmaz. Ölünecekse ölünür ve kalınacaksa kalınır. Bu düşünceyle ölenlerde kalanlarda gerçek olarak kârda olanlardır. Aslında zaman ve mekân bağımsız olarak kaybedenler diğerleridir. 21 Mayıs 1997’ de dönemin Yargıtay Başsavcısı Vural SAVAŞ, Refah Partisine kapatma davası açtı. 16 Ocak 1998’ de bu dava sonucunda Refah Partisi kapatıldı ve Necmettin ERBAKAN 5 yıl siyasetle uğraşmama cezası aldı. Artık brifingdizileri başlatılmıştı. 12 Eylül darbesi öncesinde karargâh subayı olarak katıldığım bir brifingde, bir teğmenin yaptığı bilgilendirme sunumunda inandığım değerlere aleni hakarete varan ithamlar karşısında, belimde jarjörü dolu olan tabancamı yanımdaki arkadaşıma belimden almasını istedim. Çünkü gayrı ihtiyari bir tepki vermemden korkmuştum. 16 Ocak 1998 sonrası tüm yazılı ve görsel medyada yaygın bir algı operasyonu yürütülüyordu. Sonuçta Necmettin ERBAKAN Başbakanlıktan istifa ettirildi/etti. Mesut YILMAZ hükümeti kurulduysa da darbeci vesayetin baskısı devam ediyordu. Meşhur 28 Şubat sürecinde bir grup darbecinin muhafazakâr kesimle ilgili fişleme çalışmaları yoğunlaştırılmıştı. Muhafazakâr sayılabilecek birçok vatan evladı askerin Türk Silahlı Kuvvetleriyle olan ilişkileri kesilmişti. İslâm inanç sistemini karalamak için de bazı girişimler sahneleniyordu. Ali KALKANCI’ lar Müslim GÜNDÜZ’ ler canlı örneklerdir.  Bu yapılanların Türk Milletine ve inançlı mütedeyyin insanlara ve hatta gerçek devrimcilere bir yararı olmamıştır. Bu süreçlerden beslenen ve nemalanarak 15 Temmuz akşamı kursaklarına biriktirdikleri kin, nefret ve ihaneti kusan kripto FETÖ Paralel terör örgütüne yaramıştı. Çünkü terör örgütü elebaşı; Refah Yol Hükümetine; “beceremediniz bırakın” , asker içinse; “en azında daha demokratlar” gibi sözler sarf etmişti. Aynı zamanda bu örgüt mensupları fişleme uygulamalarından etkilenmemişlerdi. Yazımın başlığında vurgulamaya çalıştığım gibi, 28 Şubat döneminde büyük ve asil Türk Milletine tuzak kuranların işlerini kolaylaştırmak adına ispiyonculuk yaparak üniversite çalışanlarının hangilerinin eşlerini başı kapalı, hangileri namaz kılıyor gibi sorulara cevap olacak ispiyonaj çalışmaları ile meşguldüler. Hatta bu bin bir suratlılar, ne hikmetse her devrin adamı olanlar, tertemiz akademisyenlere bazı öğrencileri kullanarak günümüzde PDY terör yapılanmasının kullandığı yöntemleri kullanarak tuzaklar kuruyorlardı. Bunların birtakım menfaatler karşılığında ellerinde kullandıkları kız öğrencileri vardı ve gerek akademik açıdan, gerekse başka açılardan bir türlü ilerde kendi yollarına engel olabilme potansiyeli olabilecek öğretim üyelerine tuzaklar kuruyorlardı ve kamera kayıtları var diye şantajlar yapıyorlardı. Hatta piyasada dolanan birtakım sahtekârlardan oluşan çete veya örgütsel yapıları MİT mensupları diye algı yaratarak kişisel amaçlarını gerçekleştirmeye çalışıyorlardı. Esasında bu çete mensupları dün yamanmış oldukları, yaptıkları her işte ve davranışta  mesaj verebilmek için çaba sarf ettikleri Paralel Yapının hizmetinde idiler. Yönetici, dekan, müdür oldukları zaman eğer kurumla ilgili bir amblem çizimi yapılacaksa, bu amblemin aynı şekilde PDY’ nin simge olarak kullandığı işaretlerden olmasına özen göstermişlerdir. Eğer halâ devam ediyorsa bu simgeler incelenebilir ve bu bağlantı kurulabilir. 28 Şubatta jurnalcilik yaparak her halde Paralel Devlet Yapılanmasında rol alanları değil, milli görüş sahiplerini ve gerçek ülkücüleri jurnallemişlerdir. Bunu merak edenler devlet kayıtlarından gerçekleri ortaya çıkarabilirler. Bu iman ve şuur fukaralarının halâ çıyrıklarını çeviriyor olmaları düşündürücü ve hatta ürkütücüdür. 28 Şubatı yeniden gündeme getirenlerin mutlaka bu konularda bir araştırma yapmalarını tavsiye ediyorum. Ülke ve millet açısından daha yararlı olacağına inanıyorum. Bunlar ellerine fırsat geçtiği zaman hiç tereddüt etmeden PKK KONGRAGEL terör örgütü sempatizanlarını ve destekçilerini  koruyup kollayacak kadar adileşebilirler. Onlara dokunulmasını engellemek ve hesapladıkları çıkarları temin etmek için giremeyecekleri şekil yoktur. Nasıl ki PDY terör örgütü mensupları 15 Temmuz akşamı dahil tüm yaptıkları ihanetleri din ve inanç adına yaptıklarını söylüyorlardıysa, bunlarda aynı şekilde yaptıklarına kılıf bulmak için korumaya çalıştıklarını MİT mensubu diye yutturuyorlar. Böylece idarecileri aldatarak kurdukları çıkar tezgâhlarında türlü türlü iplikler dokuyorlar. Ancak kendilerini çok iyi tanıyan ve bir gün mutlaka ipliklerini pazara çıkaracak birilerinin peşlerinde olduğunu fark edecekler ve kendi tezgâhlarında dokudukları iplikler boğazlarına geçecektir. Ne diyelim, bekleyelim görelim!..
Ekleme Tarihi: 05 Mart 2018 - Pazartesi
Ali Osman ENGİN

28 ŞUBAT POST MODERN DARBE GİRİŞİMİ

GERÇEKTE BİZİM ORDUMUZ VE ASKERİMİZLE İLGİSİ OLMAYAN 28 ŞUBAT  POST MODERN DARBE GİRİŞİMİ SÜRECİNDE JURNALCİ, ERZURUM’UN DOĞUSUNA GİTTİĞİNDE ORALARDAN GELME KÜRT, KÜRTÇÜ VE İHRAÇ EDİLEN PARALELCİLERLE KOYUN KOYUNA OLANLARIN ÜNİVERSİTE YÖNETİMLERİNCE HALÂ İTİBAR GÖRMELERİ VE İŞLERİNİ YÜRÜTÜYOR OLMALARI BEKLENMEDİK SONUÇLARI OLABİLECEK VAHİM BİR DURUMDUR!..

28 Şubat dönemini; Peygamber Ocağı olarak milletimizin gönlünde yer edinmiş olan Muhteşem Türk Silahlı Kuvvetlerinden kesinlikle ayırt ederek incelemek gerekir. Çünkü bu işleri yapanların Ne büyük Türk Milletiyle ve nede kahraman Türk Silahlı Kuvvetleriyle uzaktan yakından ilişkileri olamaz. Burada asker kelimesini kullanmak bile gönlümü acıtıyor. Dolayısıyla onları bizim askerlerimizden ayrı düşünmek gerekir. Bugün bu kahramanlarımızın Bu aziz milletimizin ve tüm İslâm dünyasının ve hatta bütün insanlığın kaderini değiştirecek, Çanakkale’ye ve Sarıkamış’a, belki Kerbela’ ya denk milli mücadelesini bu bakış açısıyla okumak gerekir.

Daha önce risk yaratıp muhtemel darbe dönemlerinde de kendi yarattığı riskleri satın alarak darbelere zemin oluşturan, terör faaliyetlerini bile bu maksatla kullanan ve 15 Temmuzda foyaları meydana çıkandarbeci ve kesinlikle Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayrı düşünülmesi gerekenzorbaları bugün hain Paralel Terör Yapılanmasına yönelik yapıldığı gibi, o günün darbeci şarlatanları da gözbebeğimiz olan ordumuzdan ayrı düşünmek zorundayız.Bu çerçevede 28 Şubat girişimini de, demokrasi kültürü içerisinde halkın oylarıyla seçilmiş bir hükümeti  iktidardan uzaklaştırmakla sonuçlanan kalkışma olarak tanımlamak mümkündür. 27 Mart 1995’te Refah Partisi oy oranını %19,14’e çıkarmış ve 15 büyükşehir belediye başkanlığının 5 tanesini kazanmıştı. Bu belediyeler arasında İstanbul ve Ankara’ da bulunuyordu. 27 Aralıkta yapılan genel seçimlerde de Refah Partisi %21,37 oy alarak ilk defa hükümeti kurma çoğunluğunu elde etmişti. Ancak darbeciler,bir an için gücü ellerine geçirdiklerini düşünen zavallılar, bu durumdan hoşnut olmamışlardı. Her ne kadar hükümeti kurma görevini Necmettin ERBAKAN aldıysa da, aradığı desteği bulamadı. Bulamazdı çünkü kurulan tezgâh ve buna bağlı yaratılan risklerin odağında kendileri ve temsil ettikleri düşünce vardı. Aynı şekilde hükümeti kurma görevi verilen Tansu ÇİLLER’ de başarılı olamadı. Çünkü onunda genel olarak temsil ettiği seçmen kitlesi milli ve yerli idi. Daha sonra hükümeti kurma görevini alan Mesut YILMAZ, hükümeti kurdu. Onun hükümeti de sadece 3 ay görev yapabildi. Bu durumda ülkede yaşanan hükümet krizinin içerisinde çıkılamaz bir hal alma potansiyelini gören vesayetçiler, ya çaresiz kaldıkları için, yada daha başka süreçlere zemin arayışlarına binaen, 28 Haziran 1996 tarihinde yeniden hükümeti kurma görevi Necmettin ERBAKAN’ a verildi. Böylece Tansu ÇİLLERile Refah Yol Hükümetini kurdu. Kurulan hükümet 8 Temmuz 1996’ da güven oyunu aldı.                                    

Tam da bu noktada küçük bir grup olan darbecilerin kurulan bu hükümete karşı büyük bir direnç geliştirmeye çalıştığı anlaşılmıştır. O dönemde kurulan ve başına da Genelkurmay 2. Başkanı, Çevik BİR’ in getirildiği Bat Çalışma Grubu kuruldu. Bu kurum kripto ve psikolojik bir süreci yönetiyordu ve görev alanı olarak ta, kendi kalıplarına uymayanların fişlenmeleri işini seçmişlerdi. Dünün darbecisi, 15 Temmuz akşamını kripto paralel terör örgütü mensubu olan ve belki yarın da başka başka kılıflarla alana inme gayretleri olma ihtimalleri hep var olan bu pejmürdelerin iki adım ötesini görmeleri şöyle dursun, bu günden ne getirecekleri belli olan yarınları dahi anlama şansları olmamıştır. Rütbesi, unvanı ne olursa olsun; bu insanları kahraman, muhteşem, doğası gereği milli ve yerli olmak zorunda olan şerefli Türk Silahlı Kuvvetleriyle özdeşleştirmek asla kabul edilemez. Zaman zaman bu bilinçle yazılan yazılarda kullanılan askeri vesayet denildiğinde böyle anlaşılması gerekir.

15 Temmuz akşamı kendileriyle omuz omuza mücadele eden halkımız ve milli siyasetçilerimizle beraber bu vatan ve millete sahip çıkan şehitlerimiz, gazilerimiz, askerimiz ve onlarla beraber alınları öpülesi komutanlarımız o gece yine şanlı tarihinde olduğu gibi muhteşem bir destan yazmıştır.

Bu darbeciler 26 Ocak 1997’ de Gölcük Donanma Komutanlığında 3 gün süren bir kapalı toplantı yaptılar. Bu toplantıda hangi konuların masaya yatırıldığı ve ne tonda konuşulduğu ile ilgili farklı değerlendirmeler olduğu söyleniyor. Dolayısıyla bu konuya açıklık getirilmesi en doğrusu olacaktır. Burada konuşulanların Peygamber Ocağı olan Türk Silahlı kuvvetlerinin tamamının düşüncesini yansıtmayacağı bilinmelidir. Zaten emirleri ve görev tanımlarını dışarıdan alanların temel hedeflerinden birisi de; Türk Silahlı Kuvvetlerini halkın gözünden düşürerek, ordu-millet felsefesini dejenere etmekti. Kim ne yaparsa yapsın ordu-millet felsefesi dip diri ayaktadır ve üzerine yüklenmiş hedef ve misyonunu gerçekleştirmeye devam ediyor. Afrin den gelen şehit haberleri yüreğimizi yakıyor. Irkı, dini, diline bakmadan sivillere zarar vermemek için kendi canlarını tehlikeye atan ve maalesef şehadet şerbetini içen kahraman şehitlerimize rahmet ve tüm büyük Türk Milletine başsağlığı diliyorum. Hainler hainliklerini yapmaya devam ediyor. Edeceklerde. Millet olarak hazırlıklı olmak zorundayız. Gerek siyasi ve gerekse askeri olarak yürütülen devlet-millet mücadelesinde hiçbir ihmale yer verilmemelidir. Ortaya çıkacak her ihmalin faturası kahraman ve serden geçti güvenlik kuvvetlerimize hain pusular olarak geri dönmeye devam ediyor. Hiçbir yönetici kendilerine verilen görevi icra ederken vatana, millete ihaneti en basitinden kendilerini çok iyi tanıyan vatan evlatlarını karalayarak, etkisizleştirmeye çalışarak, gözleri bir türlü gerçekleri göremeyen idarecileri kirlettikleri sentetik bilgilerle yanıltan geçmişte olduğu gibi şimdi de görevlileri es geçemez.

Bu gün Afrin terör operasyonuna; “ölürsem şehit kalırsam gazi” anlayışıyla güle oynaya; “kızıl elmaya hey kızıl elmaya” diyerek giden koç yiğitlerimizin tutum ve davranışları ortaya koyuyor. 4 Şubat 1997’ de 28 Şubat tehdit ve kalkışmasının ayak sesleri tankların paletlerinin Ankara caddelerini kazımasıyla veriliyordu. O dönemin Genel Kurmay 2. Başkanı; Çevik BİR; “demokrasiye balans ayarı yaptık” diyerek ayakkabı, tank paleti bağlamında araçların taşıyıcı sistemlerini çağrıştıran bir algı operasyonu yapıyordu. 28 Şubat 1997’ de Milli Güvenlik Kurulu (MGK) “irtica” konu başlığı gündemiyle toplandı ve bu toplantıda alınan kararlar arasında; 8 yıllık zorunlu eğitime geçilmesi, tüm Kuran Kurslarının Diyanet İşleri Başkanlığına devredilmesi,  tarikatların faaliyetlerinin yasaklanması de bulunuyordu. Bu kararla İmam Hatip Liselerinin Orta kısmı kapanıyordu. Ancak bu arada gözden kaçırılan bir nokta vardı. O’ da İmam Hatip Ortaokullarıyla beraber aynı şekilde diğer meslek liseleri ile ilgili de benzer sorunlar vardı ve bu liseler hiç kimsenin aklına gelmiyordu. Daha öncede belirtildiği gibi bu nokta çok iyi analiz edilmelidir.

Rahmetli ERBAKAN Hoca başlangıçta MGK’ da alınan kararları imzalamadıysa da daha sonra destek bulamadığı gerekçesiyle imzaladı. Eğer sayın ERBAKAN o kararların altına bir yolunu bulup imza atmama iradesini ortaya koymuş olsa idi herhalde 15 Temmuz örneğinde olduğu gibi dananın kuyruğu o zaman kopacaktı. Bilinmelidir ki, haksızlar, adil olmayanlar, Hakka tutunarak ayağa kalkmayanlar ödlek ve korkak olur. TBMM başkanı Mustafa KALEMLİ o kararların mecliste reddedilmesi gibi bir ihtimale karşı, “bu kararlara meclisi karıştırmam” diyerek alınan kararlardan yana bir tutum izlemiştir. Dikkat edilecek olursa sanki devlet kademelerinde birbirini tamamlayan kronik bir vesayet yapısı göze çarpıyor. Bu işleri plânlayanlar da bu yapıları bilerek  bu işlere kalkışmışlardır. Bilerek veya bilmeyerek Türk Milletine ve onun devletine tuzak kuranların yüreği ve cesareti olamaz. Çünkü yürek ve cesaret Haktan ve adaletten yana olursa bir anlam kazanır. Aksi halde yapacakları her işte ihanet ve uşaklık çemberinden kurtaramazlar. Hak ve hakikatlerle birlikte olanların korku ve ürküyle ilişkileri olmaz. Ölünecekse ölünür ve kalınacaksa kalınır. Bu düşünceyle ölenlerde kalanlarda gerçek olarak kârda olanlardır. Aslında zaman ve mekân bağımsız olarak kaybedenler diğerleridir.

21 Mayıs 1997’ de dönemin Yargıtay Başsavcısı Vural SAVAŞ, Refah Partisine kapatma davası açtı. 16 Ocak 1998’ de bu dava sonucunda Refah Partisi kapatıldı ve Necmettin ERBAKAN 5 yıl siyasetle uğraşmama cezası aldı. Artık brifingdizileri başlatılmıştı. 12 Eylül darbesi öncesinde karargâh subayı olarak katıldığım bir brifingde, bir teğmenin yaptığı bilgilendirme sunumunda inandığım değerlere aleni hakarete varan ithamlar karşısında, belimde jarjörü dolu olan tabancamı yanımdaki arkadaşıma belimden almasını istedim. Çünkü gayrı ihtiyari bir tepki vermemden korkmuştum. 16 Ocak 1998 sonrası tüm yazılı ve görsel medyada yaygın bir algı operasyonu yürütülüyordu. Sonuçta Necmettin ERBAKAN Başbakanlıktan istifa ettirildi/etti. Mesut YILMAZ hükümeti kurulduysa da darbeci vesayetin baskısı devam ediyordu. Meşhur 28 Şubat sürecinde bir grup darbecinin muhafazakâr kesimle ilgili fişleme çalışmaları yoğunlaştırılmıştı. Muhafazakâr sayılabilecek birçok vatan evladı askerin Türk Silahlı Kuvvetleriyle olan ilişkileri kesilmişti. İslâm inanç sistemini karalamak için de bazı girişimler sahneleniyordu. Ali KALKANCI’ lar Müslim GÜNDÜZ’ ler canlı örneklerdir. 

Bu yapılanların Türk Milletine ve inançlı mütedeyyin insanlara ve hatta gerçek devrimcilere bir yararı olmamıştır. Bu süreçlerden beslenen ve nemalanarak 15 Temmuz akşamı kursaklarına biriktirdikleri kin, nefret ve ihaneti kusan kripto FETÖ Paralel terör örgütüne yaramıştı. Çünkü terör örgütü elebaşı; Refah Yol Hükümetine; “beceremediniz bırakın” , asker içinse; “en azında daha demokratlar” gibi sözler sarf etmişti. Aynı zamanda bu örgüt mensupları fişleme uygulamalarından etkilenmemişlerdi. Yazımın başlığında vurgulamaya çalıştığım gibi, 28 Şubat döneminde büyük ve asil Türk Milletine tuzak kuranların işlerini kolaylaştırmak adına ispiyonculuk yaparak üniversite çalışanlarının hangilerinin eşlerini başı kapalı, hangileri namaz kılıyor gibi sorulara cevap olacak ispiyonaj çalışmaları ile meşguldüler. Hatta bu bin bir suratlılar, ne hikmetse her devrin adamı olanlar, tertemiz akademisyenlere bazı öğrencileri kullanarak günümüzde PDY terör yapılanmasının kullandığı yöntemleri kullanarak tuzaklar kuruyorlardı. Bunların birtakım menfaatler karşılığında ellerinde kullandıkları kız öğrencileri vardı ve gerek akademik açıdan, gerekse başka açılardan bir türlü ilerde kendi yollarına engel olabilme potansiyeli olabilecek öğretim üyelerine tuzaklar kuruyorlardı ve kamera kayıtları var diye şantajlar yapıyorlardı. Hatta piyasada dolanan birtakım sahtekârlardan oluşan çete veya örgütsel yapıları MİT mensupları diye algı yaratarak kişisel amaçlarını gerçekleştirmeye çalışıyorlardı.

Esasında bu çete mensupları dün yamanmış oldukları, yaptıkları her işte ve davranışta  mesaj verebilmek için çaba sarf ettikleri Paralel Yapının hizmetinde idiler. Yönetici, dekan, müdür oldukları zaman eğer kurumla ilgili bir amblem çizimi yapılacaksa, bu amblemin aynı şekilde PDY’ nin simge olarak kullandığı işaretlerden olmasına özen göstermişlerdir. Eğer halâ devam ediyorsa bu simgeler incelenebilir ve bu bağlantı kurulabilir. 28 Şubatta jurnalcilik yaparak her halde Paralel Devlet Yapılanmasında rol alanları değil, milli görüş sahiplerini ve gerçek ülkücüleri jurnallemişlerdir. Bunu merak edenler devlet kayıtlarından gerçekleri ortaya çıkarabilirler. Bu iman ve şuur fukaralarının halâ çıyrıklarını çeviriyor olmaları düşündürücü ve hatta ürkütücüdür. 28 Şubatı yeniden gündeme getirenlerin mutlaka bu konularda bir araştırma yapmalarını tavsiye ediyorum. Ülke ve millet açısından daha yararlı olacağına inanıyorum. Bunlar ellerine fırsat geçtiği zaman hiç tereddüt etmeden PKK KONGRAGEL terör örgütü sempatizanlarını ve destekçilerini  koruyup kollayacak kadar adileşebilirler. Onlara dokunulmasını engellemek ve hesapladıkları çıkarları temin etmek için giremeyecekleri şekil yoktur. Nasıl ki PDY terör örgütü mensupları 15 Temmuz akşamı dahil tüm yaptıkları ihanetleri din ve inanç adına yaptıklarını söylüyorlardıysa, bunlarda aynı şekilde yaptıklarına kılıf bulmak için korumaya çalıştıklarını MİT mensubu diye yutturuyorlar. Böylece idarecileri aldatarak kurdukları çıkar tezgâhlarında türlü türlü iplikler dokuyorlar. Ancak kendilerini çok iyi tanıyan ve bir gün mutlaka ipliklerini pazara çıkaracak birilerinin peşlerinde olduğunu fark edecekler ve kendi tezgâhlarında dokudukları iplikler boğazlarına geçecektir.

Ne diyelim, bekleyelim görelim!..

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gazetepasinler.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

deneme bonusu veren siteler acotr.org deneme bonusu veren siteler 2023 deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler casino siteleri