Ali Osman ENGİN
Köşe Yazarı
Ali Osman ENGİN
 

ALLAH KORUSUN ZIVANADAN ÇIKMAK ÜZEREYİZ!

Artık lafı o tarafa bu tarafa eğip bükmenin bir anlamı kalmamıştır ve eğer söylenmesi gerekenler varsa hiç beklemeden, doğrudan muhatabını işaret edecek şekilde söylenmelidir. Yada vicdanlara kara mühürler vurulup ebediyen susulmalıdır. Zaten bu seçeneklerden birisini yapmamak, sonsuza kadar diğerine  mahkûm olmak anlamına gelecektir. Bu mahkûmiyetin prangaları çok sert ve dayanıklıdır. Sürekli kendisini yeni teknolojilerle daha dayanılmaz ve aşılmaz hale getirmektedir. Anahtarı hiç kimsenin elinde ve belinde değildir. Sadece ayaklarına dolandığı ebedi mahkûmunun ahlâk, vicdan, akıl ve tarih bilinci arasında bir yerlerde saklıdır. Anahtarı oralarda arayıp bulmak ve bedeni akıl yoluyla prangalardan kurtarmak için, beyinlere yerleştirilen sanal hafıza kartlarını söküp atarak gerçek hafızaların yeniden canlandırılması gerekir. Çünkü madde ve işlevselliği açısından emsallerine hiç benzemeyen bu prangalar, hücresel ve genetik özelliklerini toplum ve millet olarak girilen hata ve yanlış istikametlerden almaktadır. Hatalar devam ettikçe ve yanlışların kaynakların inilerek gereken tedbirler alınmadıkça, bu tam canlı prangalar güçlerine güç katmaktadırlar. Yavaş yavaş kaybedilen büyük Türk Milletinin şerefli ve onurlu bir mensubu olma şuuru, hak – adalet ve dürüstlük ilkeleri nezdinde; millet olma bilinci zedelenmiştir. İşte bu bilinç zedelenmesi milleti zıvanadan çıkarmaya başlamıştır. Bu prangalı zıvanalardan çıkış, öyle hapishanelerden veya Ergenekon’dan çıkışa benzemez. Bu çıkışın dönüşü için bir gerisi de yoktur. Gemiler çoktan yanmaya başlamıştır.                 Eğer Cenabı ALLAH bütün bu olumsuzlukları büyük Türk-İslâm Milletine yaşanması gereken bir kader haline getirmişse, bunun hayra delâlet eden bir boyutunun da olması gerçekliğini ortaya koyar. O prangaları tasarlayanların akıllarının almadığı ve göremedikleri değişkenlerden kaynaklanan başka bağımlı değişkenlerde ortaya çıkmaktadır. Örneğin o amansız prangaların mahkûm ettiği beden arasında gerçekleşen bazı reaksiyonlar sonucu, kaybedilen hafızalar yeniden canlanmakta ve yapılan hataların özeleştirisi yapılmaktadır. Böylece yaşanan bu canlı sürecin, üzeri örtülmeye çalışılan asıl gerçeklikleri ortaya çıkaracağı ve artık anlaşılır hale getireceği söylenebilir. Millet kirletilmeye çalışılan milli ve manevi değerlerini yeniden irdelemeye ve gerçekten inanmaya değer olup olmadığını anlamaya başlamıştır. Elbette ki doğal olarak her seferinde o yaşatan ve var eden değerlerine daha sıkı bağlanmıştır. Bunun adı millet olarak topyekûn uyanıştır. Sakın kimse ümitsizliğe kapılmasın. Çünkü toplumsal süreçler iyi analiz edildiğinde bu sürecin en muhtemel sonuçlarının böyle olacağı açıkça anlaşılacaktır.                 Peki bu milletin kurtulmaya çalıştığı prangalarla o zıvanalara kimler tarafından ve nasıl kapatıldığını ve kapatılmaya devam edildiğini neden halâ anlayamıyoruz? Neden halâ medya gibi yeni imajmaker’ ların asıl gerçekliklerden doğurttukları, ancak hiçbir zaman aslına benzemeyen sanal ve sahte gerçekliklere itibar ediliyor? Sanırım işte bu noktaların halk nezdinde aydınlatılması zarureti ortaya çıkmıştır. Burada nihai hedef olarak plânlanan; milletin bir kesimini bırakıp diğer kesimlerinin yok edilmesi değil, aynı zamanda millet olarak topyekun bir yok oluşun hikâyesidir. Bu hikâye İsrail’in bir devlet yapısında ortaya çıktığı 1948 yılında başlamış ve batının Ortadoğu’ya bakışının değişmesine paralel olarak yeniden dizayn edilmiş ve geliştirilmiştir. Öncelikli olarak 400-500 yıl idareniz altında olan ve beraber yaşadığınız Ortadoğu coğrafyasındaki din ve temelde kültür kardeşlerinizle beraber geliştirdiğiniz ve ortak anlaşma zeminlerinizi oluşturan temel kavramlar üzerinde oynanmış ve artık ortak bir söylem geliştirilememesi hesaplanmıştır. Örneğin, Trablusgarp yerine başka isimlerin özellikle telâffuz edilmesi yoluyla Trablusgarp ile Mustafa Kemal ATATÜRK arasındaki bağlantının kesilmesinin hedeflenmiş olduğu gibi. Toplumların birlik ve beraberlikleri ve ortak olarak tek devlet olma bilincine paralel geliştirdikleri kavramlar çok önemlidir ve üzerlerinde çalışılırken, ortak ve tek devletin vatandaşları olma süreci açısından değerlendirilmelidir. Eğer böyle bir çalışma toplumu meydana getiren farklı unsurlardan birisini hoşnut ederken diğerlerini rahatsız ediyorsa, süreç üzerinde yeniden düşünülmeli ve dengeleyici tedbirlere de yer verilmelidir. Eğer devletin ve ülkenin bir bölgesinde etnik aidiyetlere bağlı olarak ortak bayrağa gereken itina gösterilmiyorsa, toplantılarda ve gösterilerde o bayrak açılmıyorsa ve daha başka ayrıştırıcı yönelimler zemin buluyorsa, işte o zaman üzerinde onların taleplerine uygun oynamalar yapılıyorsa, bunun sonuçları daha vahim olacaktır. Nasıl ki sayın Başbakanımız; “Andımızı her sabah belirtilen koşullarda söylemek milliyetçilik değil, o çocuklara yeni okullar açmak ve onların daha kaliteli eğitim almalarına çalışmak gerekir” diyorlarsa, aynı bakış açısıyla başlangıçta belirtilen bölgelerdeki yer isimleriyle de oynanmasındansa, o bölgelere daha fazla yatırım çekilmesi ve o bölgenin insanlarına milli gelirden daha eşit pay almalarına çalışılması üzerinde durulmasının daha doğru olacağı düşünülmelidir. O yeni isimler o bölgede yaşayan kardeşlerimizin bir kısmına hoş gelse de, toplumun diğer kesimlerine korku ve endişe kaynağı olacaklardır. Bu kavramlar içerisinde elbette ki yanlış çağrışımları olanlar üzerinde çalışılabilir. Ancak bu işin ilgili kurumlar, taraflar ve uzmanlar arasında yapılacak sosyolojik, psikolojik ve tarihsel süreçlere de yer verilen çalışmalarla yapılması yerinde olacaktır. Nasıl konulmuş ise aynen öyle değiştirilmesi neticede birlik ve bütünlük adına çok anlamlı olmayacaktır. Belki o isimlerin eskisi ve yenisinin birlikte kullanılması, toplumdaki yakınlaşma ve dayanışma kültürü açısından daha sağlıklı olacaktı.                 Ben acizane eğitim sürecinden kaldırılan andımız için de bir şeyler söylemek istiyorum. Olabilir Türküm demekten hoşnut olmayan veya gerçekten Türk olmadığı halde bunu söylemek zorunda kalmak istemeyenler olabilir. Ancak bu ant içerisinde o gelişim çağında olan çocukların kendilerine güven, vatandaşlık bilinci, kültürel davranış kodları, duyuşsal alan öğrenme değerleri ve dahası milli bilinç açılarından dikkate alınması gereken önemli boyutları da bulunmaktadır. Dolayısıyla daha geneli kuşatacak esnetmelerin yapılmasıyla yeniden düzenlenerek uygulamaya devam edilmesi belki daha uzlaştırıcı olabilirdi. Örneğin; VATANIM VE BAYRAĞIM Ne mutlu bana ki  Cennet vatanımdır Türkiye Vermem veremem bir karış toprağını kimseye Sevki ay yıldızlı bayrağım ebediyen gülümseye Varlığım Vatanım ve Bayrağıma armağan olsun   Vatansız Bayraksız yaşamak zillet ve ölümdür Ayyıldızın aydınlatan ışığı gideceğim yolumdur Vatanım aşım ekmeğim kokladığım gülümdür Atam dedem yattığınız yerler vatanım olsun   Anne - baba ve öğretmen hepsi benim büyüğüm Büyüğe saygı ve küçüğe sevgi onlarda gördüğüm Kin nefret ümitsizliktir benim çöpe süpürdüğüm Bugünüm ve geleceğim milletime armağan olsun Tek vatan tek bayrak ve çok kültür ile ortak gelecek Bu ruhla, güven ve de dayanışma hepimize yetecek Dostları sevindirirken düşmanları da ağlatıp inletecek Doğruyum çalışkanım emeğim vatana armağan olsun   Ben senim sende bensin hepimiz aynı ruhtan ya akrabayız Kimler neyi derse desinler bir deri bir kemiğiz ayrılamayız Sevgi hoşgörü ve de kardeşlik varken küs olup darılamayız Acıyı bölüş sevinci paylaş bunlar  hepimize armağan olsun   Şeklinde geliştirilecek bir ortak düşünüş ve söyleyişin farklı kültürler arasındaki uzlaşma, anlaşma ve paylaşımı destekleyeceği kanaatimi belirtmek isterim. Gençlerimize toplumun ortak malı olan milli ve kültürel değerlerimizi vurgulayan söylemlerin söyletirken düşündürülmesi kimseye zarar vermeyecektir. Ancak bu millete kini ve nefreti olanları rahatsız edeceği gerçektir. Çünkü onların derdi birlik ve beraberliğin yok edilmesidir.    Evet aziz dostlar, Ortadoğu coğrafyasında yaşayan ve 400 yıl aynı kaderi paylaştığımız kardeşlerimizle üretmiş olduğumuz ortak değerlere atıfta bulunan kavram ve söylemlerden uzaklaştırılmamız, İsrail’ in devlet olmasıyla değişen batı vizyonuyla beraber başlatılmıştır. Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana geçen süre ona göre daha çok kısadır. Buna rağmen, o toplumlarla tüm ilişkilerimiz koparılmış ve tabiri caiz ise aramıza duvarlar örülmüştür. Ortadoğu neresidir? Biz onun neresindeyiz ve neresinde olmalıyız? Gibi sorular hiç sorulmamış ve adeta o bölgelere yapılacak ziyaretler için devlet tarafından pasaport bile verilmemiştir. Düşünebiliyor musunuz! Adeta her iki tarafta kalan kardeş toplumlar birbirlerine karşı ağustos sıcaklarında dondurulmuş ve neticede bu gün Arap Baharı dedikleri zemheri ayazlarında uyanmak zorunda bırakılmıştır. O yüzden sancıların çekilmesi doğaldır ve İnşallah gerçekleşecek doğum da bir anormallik olmaz ve normal olur. Bu durumlarda doğacak çocukların genelde şaşı veya çeşitli sendromlarla dünyaya geldikleri de akıldan çıkarılmamalıdır. Cumhuriyet sonrası o coğrafyalarla bağlar kopmuş ve yüzümüz tamamen batıya döndürülmüştür. Akademik camia için ne hikmetse batı dillerinin öğrenilmesi zorunlu kılınmış, ancak en az 400 yıl birlikte yaşayarak insanlığa kökleri tarihi derinliklerde olan bir Türk-İslâm medeniyeti armağan edilmiş olmasına rağmen, o muhteşem medeniyet kodlarından yeni kuşakları haberdar etmek için o toplulukların dillerinin öğrenilmesinden kaçınılmıştır. Artık anlaşılmalıdır ki bu yapılanlar rastlantı eseri veya çok iyi niyetlerle yapılmamıştır. Bilâkis birkaç yüz yılları kapsayacak stratejilerle yapılmış veya yaptırılmıştır.  Amerika’da ve Batıda o bölgelerle ilgili akademik araştırma yapanlar çok yüksek düzeylerde desteklenirken, bizim ülkemizde adeta engellenmiştir. O coğrafya üniversitelerinde eğitim alarak oraları çok iyi tanıyan insanlar üniversitelerimizde adeta aforoz edilmişler ve kadroları verilmemiştir. Bu çok çarpıcı örnekler çoğaltılabilir.   Batının bu bölgelerle ilgili plânları 1948 yılı sonrası yeniden düzenlenmiş ve tamamen İsrail endeksli yapılandırılmıştır. Esasında Ortadoğu toplumlarının ayaklarına vurulmuş bir prangadır. İsrail prangasının da ayaklarına dolandığı tutsakların bedenleriyle girdiği etkileşim sonucu alacağı yeni yapı ve şekline göre yeni ilişkiler kurulabilir ve o pranga da diğerleri gibi alınacak aklıselim tedbir ve iletişim stratejileriyle Arap halkına bir ölçüde entegre edilebilirdi. O coğrafyada farklı devlet ve yapılarla yaşayan birkaç yüz milyonluk Arap halkına, sadece toplam da yedi milyon olan İsrail prangası vurulmuştur. Nasıl oluyor da yedi milyon birkaç yüz milyon Arap halkını ters yüz edebiliyor. Arap kardeşlerimizin bunu çok iyi düşünmeleri gerekir. Aynı zamanda bizimde düşünmemiz gerekecektir. Çünkü onlar bizim kardeşlerimizdir. Eğer İsrail azlık ve çokluk hesaplarına dayanarak etkisizleştirilememişse, başka can alıcı tedbirlere başvurulabilir. Örneğin, o coğrafyayı gündemden hiç düşürmeyen varlığın enerji koridorları ve petrol kaynakları olduğu anlaşılmıştır. Ancak bu kaynakların da sonu gelmektedir. Müslüman Arap kardeşlerimiz için aslında eğer değerlendirebilmiş olsalardı, batının petrol ve diğer zenginlik kaynaklarından daha fazla önemsedikleri bir İsrail devleti ve Yahudiler ortaya çıkarılmıştır. Öyleyse sevgili Arap dostlarımız İsrail’i petrol gibi koruma ve güvenceleri altına alarak batının gazabından ve hilelerinden beri durabilirler. Bu çok kolay olabilir ve tesis edilecek böyle bir etkileşim sonucunda İsrail’ de o bölgenin doğasına uyarak hırçınlığından ve saldırganlığından vazgeçecektir. Kısacası karşısındaki o kat kat fazla kalabalıklar arasında kolayca asimile olacaktır. İsrail devleti o bölgeye yerleştirilirken tek hesaba katılmayan, Araplarla kurulabilecek dost ve iyi komşuluk ilişkileridir. İşte bu noktanın hep işler halde tutulması yani diğerlerinin beklentileri değil, beklemedikleri bir stratejiyle ortaya çıkmak gerekmektedir. Yahudiler Almanya’da “Yahudilerin Alman toplumuna Entegrasyonu” ve ayrıca “Yahudi Entegrasyonunu reddeden” dernekler kurmuşlardı. Yahudi entegrasyonunu savunan dernekler hemen kapatılmış ve entegrasyonu reddeden dernekler ise varlıklarına hep devam etmişlerdir. Burada maksadın İsrail devletinin kurulması olduğu açıktır. Onun için bu devletin top yekun batının temsilcisi olduğu açıktır. Bu devletle ilişkiler o bakış açısından hareketle tanzim edilmelidir. İsrail de Suriye gibi bir istihbarat devletidir. Birilerinin beklentileri değil beklemedikleri doğrultusunda hareket eder. Asıl vurucu gücünü de oradan alır. Her uyguladığı siyasal, sosyal, psikolojik, kültürel ve ekonomik politikanın arkasında muazzam bir istihbarat kaynak ve verileri vardır. İlk bakışta sistem 0’ a yakın  hatayla çalıştırılmaktadır.  Onların plânlarının devre dışı bırakılması görünürde Yüce ALLH’ ın plân üstü plânlarıyla mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Bütün mesele de işte Yüce ALLAH’ ın desteğinin alınmasıdır.   Hak şerleri hayreyler Zannetme ki gayreyler Arif onu seyreyler Mevla görelim neyler Neylerse güzel eyler   Selam ve sevgi ile   Doç. Dr. Ali Osman ENGİN
Ekleme Tarihi: 07 Ekim 2013 - Pazartesi
Ali Osman ENGİN

ALLAH KORUSUN ZIVANADAN ÇIKMAK ÜZEREYİZ!

Artık lafı o tarafa bu tarafa eğip bükmenin bir anlamı kalmamıştır ve eğer söylenmesi gerekenler varsa hiç beklemeden, doğrudan muhatabını işaret edecek şekilde söylenmelidir. Yada vicdanlara kara mühürler vurulup ebediyen susulmalıdır. Zaten bu seçeneklerden birisini yapmamak, sonsuza kadar diğerine  mahkûm olmak anlamına gelecektir. Bu mahkûmiyetin prangaları çok sert ve dayanıklıdır. Sürekli kendisini yeni teknolojilerle daha dayanılmaz ve aşılmaz hale getirmektedir. Anahtarı hiç kimsenin elinde ve belinde değildir. Sadece ayaklarına dolandığı ebedi mahkûmunun ahlâk, vicdan, akıl ve tarih bilinci arasında bir yerlerde saklıdır. Anahtarı oralarda arayıp bulmak ve bedeni akıl yoluyla prangalardan kurtarmak için, beyinlere yerleştirilen sanal hafıza kartlarını söküp atarak gerçek hafızaların yeniden canlandırılması gerekir. Çünkü madde ve işlevselliği açısından emsallerine hiç benzemeyen bu prangalar, hücresel ve genetik özelliklerini toplum ve millet olarak girilen hata ve yanlış istikametlerden almaktadır. Hatalar devam ettikçe ve yanlışların kaynakların inilerek gereken tedbirler alınmadıkça, bu tam canlı prangalar güçlerine güç katmaktadırlar. Yavaş yavaş kaybedilen büyük Türk Milletinin şerefli ve onurlu bir mensubu olma şuuru, hak – adalet ve dürüstlük ilkeleri nezdinde; millet olma bilinci zedelenmiştir. İşte bu bilinç zedelenmesi milleti zıvanadan çıkarmaya başlamıştır. Bu prangalı zıvanalardan çıkış, öyle hapishanelerden veya Ergenekon’dan çıkışa benzemez. Bu çıkışın dönüşü için bir gerisi de yoktur. Gemiler çoktan yanmaya başlamıştır.

                Eğer Cenabı ALLAH bütün bu olumsuzlukları büyük Türk-İslâm Milletine yaşanması gereken bir kader haline getirmişse, bunun hayra delâlet eden bir boyutunun da olması gerçekliğini ortaya koyar. O prangaları tasarlayanların akıllarının almadığı ve göremedikleri değişkenlerden kaynaklanan başka bağımlı değişkenlerde ortaya çıkmaktadır. Örneğin o amansız prangaların mahkûm ettiği beden arasında gerçekleşen bazı reaksiyonlar sonucu, kaybedilen hafızalar yeniden canlanmakta ve yapılan hataların özeleştirisi yapılmaktadır. Böylece yaşanan bu canlı sürecin, üzeri örtülmeye çalışılan asıl gerçeklikleri ortaya çıkaracağı ve artık anlaşılır hale getireceği söylenebilir. Millet kirletilmeye çalışılan milli ve manevi değerlerini yeniden irdelemeye ve gerçekten inanmaya değer olup olmadığını anlamaya başlamıştır. Elbette ki doğal olarak her seferinde o yaşatan ve var eden değerlerine daha sıkı bağlanmıştır. Bunun adı millet olarak topyekûn uyanıştır. Sakın kimse ümitsizliğe kapılmasın. Çünkü toplumsal süreçler iyi analiz edildiğinde bu sürecin en muhtemel sonuçlarının böyle olacağı açıkça anlaşılacaktır.

                Peki bu milletin kurtulmaya çalıştığı prangalarla o zıvanalara kimler tarafından ve nasıl kapatıldığını ve kapatılmaya devam edildiğini neden halâ anlayamıyoruz? Neden halâ medya gibi yeni imajmaker’ ların asıl gerçekliklerden doğurttukları, ancak hiçbir zaman aslına benzemeyen sanal ve sahte gerçekliklere itibar ediliyor? Sanırım işte bu noktaların halk nezdinde aydınlatılması zarureti ortaya çıkmıştır. Burada nihai hedef olarak plânlanan; milletin bir kesimini bırakıp diğer kesimlerinin yok edilmesi değil, aynı zamanda millet olarak topyekun bir yok oluşun hikâyesidir. Bu hikâye İsrail’in bir devlet yapısında ortaya çıktığı 1948 yılında başlamış ve batının Ortadoğu’ya bakışının değişmesine paralel olarak yeniden dizayn edilmiş ve geliştirilmiştir. Öncelikli olarak 400-500 yıl idareniz altında olan ve beraber yaşadığınız Ortadoğu coğrafyasındaki din ve temelde kültür kardeşlerinizle beraber geliştirdiğiniz ve ortak anlaşma zeminlerinizi oluşturan temel kavramlar üzerinde oynanmış ve artık ortak bir söylem geliştirilememesi hesaplanmıştır. Örneğin, Trablusgarp yerine başka isimlerin özellikle telâffuz edilmesi yoluyla Trablusgarp ile Mustafa Kemal ATATÜRK arasındaki bağlantının kesilmesinin hedeflenmiş olduğu gibi. Toplumların birlik ve beraberlikleri ve ortak olarak tek devlet olma bilincine paralel geliştirdikleri kavramlar çok önemlidir ve üzerlerinde çalışılırken, ortak ve tek devletin vatandaşları olma süreci açısından değerlendirilmelidir. Eğer böyle bir çalışma toplumu meydana getiren farklı unsurlardan birisini hoşnut ederken diğerlerini rahatsız ediyorsa, süreç üzerinde yeniden düşünülmeli ve dengeleyici tedbirlere de yer verilmelidir. Eğer devletin ve ülkenin bir bölgesinde etnik aidiyetlere bağlı olarak ortak bayrağa gereken itina gösterilmiyorsa, toplantılarda ve gösterilerde o bayrak açılmıyorsa ve daha başka ayrıştırıcı yönelimler zemin buluyorsa, işte o zaman üzerinde onların taleplerine uygun oynamalar yapılıyorsa, bunun sonuçları daha vahim olacaktır. Nasıl ki sayın Başbakanımız; “Andımızı her sabah belirtilen koşullarda söylemek milliyetçilik değil, o çocuklara yeni okullar açmak ve onların daha kaliteli eğitim almalarına çalışmak gerekir” diyorlarsa, aynı bakış açısıyla başlangıçta belirtilen bölgelerdeki yer isimleriyle de oynanmasındansa, o bölgelere daha fazla yatırım çekilmesi ve o bölgenin insanlarına milli gelirden daha eşit pay almalarına çalışılması üzerinde durulmasının daha doğru olacağı düşünülmelidir. O yeni isimler o bölgede yaşayan kardeşlerimizin bir kısmına hoş gelse de, toplumun diğer kesimlerine korku ve endişe kaynağı olacaklardır. Bu kavramlar içerisinde elbette ki yanlış çağrışımları olanlar üzerinde çalışılabilir. Ancak bu işin ilgili kurumlar, taraflar ve uzmanlar arasında yapılacak sosyolojik, psikolojik ve tarihsel süreçlere de yer verilen çalışmalarla yapılması yerinde olacaktır. Nasıl konulmuş ise aynen öyle değiştirilmesi neticede birlik ve bütünlük adına çok anlamlı olmayacaktır. Belki o isimlerin eskisi ve yenisinin birlikte kullanılması, toplumdaki yakınlaşma ve dayanışma kültürü açısından daha sağlıklı olacaktı.

                Ben acizane eğitim sürecinden kaldırılan andımız için de bir şeyler söylemek istiyorum. Olabilir Türküm demekten hoşnut olmayan veya gerçekten Türk olmadığı halde bunu söylemek zorunda kalmak istemeyenler olabilir. Ancak bu ant içerisinde o gelişim çağında olan çocukların kendilerine güven, vatandaşlık bilinci, kültürel davranış kodları, duyuşsal alan öğrenme değerleri ve dahası milli bilinç açılarından dikkate alınması gereken önemli boyutları da bulunmaktadır. Dolayısıyla daha geneli kuşatacak esnetmelerin yapılmasıyla yeniden düzenlenerek uygulamaya devam edilmesi belki daha uzlaştırıcı olabilirdi. Örneğin;

VATANIM VE BAYRAĞIM

Ne mutlu bana ki  Cennet vatanımdır Türkiye

Vermem veremem bir karış toprağını kimseye

Sevki ay yıldızlı bayrağım ebediyen gülümseye

Varlığım Vatanım ve Bayrağıma armağan olsun

 

Vatansız Bayraksız yaşamak zillet ve ölümdür

Ayyıldızın aydınlatan ışığı gideceğim yolumdur

Vatanım aşım ekmeğim kokladığım gülümdür

Atam dedem yattığınız yerler vatanım olsun

 

Anne - baba ve öğretmen hepsi benim büyüğüm

Büyüğe saygı ve küçüğe sevgi onlarda gördüğüm

Kin nefret ümitsizliktir benim çöpe süpürdüğüm

Bugünüm ve geleceğim milletime armağan olsun

Tek vatan tek bayrak ve çok kültür ile ortak gelecek

Bu ruhla, güven ve de dayanışma hepimize yetecek

Dostları sevindirirken düşmanları da ağlatıp inletecek

Doğruyum çalışkanım emeğim vatana armağan olsun

 

Ben senim sende bensin hepimiz aynı ruhtan ya akrabayız

Kimler neyi derse desinler bir deri bir kemiğiz ayrılamayız

Sevgi hoşgörü ve de kardeşlik varken küs olup darılamayız

Acıyı bölüş sevinci paylaş bunlar  hepimize armağan olsun

 

Şeklinde geliştirilecek bir ortak düşünüş ve söyleyişin farklı kültürler arasındaki uzlaşma, anlaşma ve paylaşımı destekleyeceği kanaatimi belirtmek isterim. Gençlerimize toplumun ortak malı olan milli ve kültürel değerlerimizi vurgulayan söylemlerin söyletirken düşündürülmesi kimseye zarar vermeyecektir. Ancak bu millete kini ve nefreti olanları rahatsız edeceği gerçektir. Çünkü onların derdi birlik ve beraberliğin yok edilmesidir. 

 

Evet aziz dostlar, Ortadoğu coğrafyasında yaşayan ve 400 yıl aynı kaderi paylaştığımız kardeşlerimizle üretmiş olduğumuz ortak değerlere atıfta bulunan kavram ve söylemlerden uzaklaştırılmamız, İsrail’ in devlet olmasıyla değişen batı vizyonuyla beraber başlatılmıştır. Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana geçen süre ona göre daha çok kısadır. Buna rağmen, o toplumlarla tüm ilişkilerimiz koparılmış ve tabiri caiz ise aramıza duvarlar örülmüştür. Ortadoğu neresidir? Biz onun neresindeyiz ve neresinde olmalıyız? Gibi sorular hiç sorulmamış ve adeta o bölgelere yapılacak ziyaretler için devlet tarafından pasaport bile verilmemiştir. Düşünebiliyor musunuz! Adeta her iki tarafta kalan kardeş toplumlar birbirlerine karşı ağustos sıcaklarında dondurulmuş ve neticede bu gün Arap Baharı dedikleri zemheri ayazlarında uyanmak zorunda bırakılmıştır. O yüzden sancıların çekilmesi doğaldır ve İnşallah gerçekleşecek doğum da bir anormallik olmaz ve normal olur. Bu durumlarda doğacak çocukların genelde şaşı veya çeşitli sendromlarla dünyaya geldikleri de akıldan çıkarılmamalıdır. Cumhuriyet sonrası o coğrafyalarla bağlar kopmuş ve yüzümüz tamamen batıya döndürülmüştür. Akademik camia için ne hikmetse batı dillerinin öğrenilmesi zorunlu kılınmış, ancak en az 400 yıl birlikte yaşayarak insanlığa kökleri tarihi derinliklerde olan bir Türk-İslâm medeniyeti armağan edilmiş olmasına rağmen, o muhteşem medeniyet kodlarından yeni kuşakları haberdar etmek için o toplulukların dillerinin öğrenilmesinden kaçınılmıştır. Artık anlaşılmalıdır ki bu yapılanlar rastlantı eseri veya çok iyi niyetlerle yapılmamıştır. Bilâkis birkaç yüz yılları kapsayacak stratejilerle yapılmış veya yaptırılmıştır.  Amerika’da ve Batıda o bölgelerle ilgili akademik araştırma yapanlar çok yüksek düzeylerde desteklenirken, bizim ülkemizde adeta engellenmiştir. O coğrafya üniversitelerinde eğitim alarak oraları çok iyi tanıyan insanlar üniversitelerimizde adeta aforoz edilmişler ve kadroları verilmemiştir. Bu çok çarpıcı örnekler çoğaltılabilir.

 

Batının bu bölgelerle ilgili plânları 1948 yılı sonrası yeniden düzenlenmiş ve tamamen İsrail endeksli yapılandırılmıştır. Esasında Ortadoğu toplumlarının ayaklarına vurulmuş bir prangadır. İsrail prangasının da ayaklarına dolandığı tutsakların bedenleriyle girdiği etkileşim sonucu alacağı yeni yapı ve şekline göre yeni ilişkiler kurulabilir ve o pranga da diğerleri gibi alınacak aklıselim tedbir ve iletişim stratejileriyle Arap halkına bir ölçüde entegre edilebilirdi. O coğrafyada farklı devlet ve yapılarla yaşayan birkaç yüz milyonluk Arap halkına, sadece toplam da yedi milyon olan İsrail prangası vurulmuştur. Nasıl oluyor da yedi milyon birkaç yüz milyon Arap halkını ters yüz edebiliyor. Arap kardeşlerimizin bunu çok iyi düşünmeleri gerekir. Aynı zamanda bizimde düşünmemiz gerekecektir. Çünkü onlar bizim kardeşlerimizdir. Eğer İsrail azlık ve çokluk hesaplarına dayanarak etkisizleştirilememişse, başka can alıcı tedbirlere başvurulabilir. Örneğin, o coğrafyayı gündemden hiç düşürmeyen varlığın enerji koridorları ve petrol kaynakları olduğu anlaşılmıştır. Ancak bu kaynakların da sonu gelmektedir. Müslüman Arap kardeşlerimiz için aslında eğer değerlendirebilmiş olsalardı, batının petrol ve diğer zenginlik kaynaklarından daha fazla önemsedikleri bir İsrail devleti ve Yahudiler ortaya çıkarılmıştır. Öyleyse sevgili Arap dostlarımız İsrail’i petrol gibi koruma ve güvenceleri altına alarak batının gazabından ve hilelerinden beri durabilirler. Bu çok kolay olabilir ve tesis edilecek böyle bir etkileşim sonucunda İsrail’ de o bölgenin doğasına uyarak hırçınlığından ve saldırganlığından vazgeçecektir. Kısacası karşısındaki o kat kat fazla kalabalıklar arasında kolayca asimile olacaktır. İsrail devleti o bölgeye yerleştirilirken tek hesaba katılmayan, Araplarla kurulabilecek dost ve iyi komşuluk ilişkileridir. İşte bu noktanın hep işler halde tutulması yani diğerlerinin beklentileri değil, beklemedikleri bir stratejiyle ortaya çıkmak gerekmektedir. Yahudiler Almanya’da “Yahudilerin Alman toplumuna Entegrasyonu” ve ayrıca “Yahudi Entegrasyonunu reddeden” dernekler kurmuşlardı. Yahudi entegrasyonunu savunan dernekler hemen kapatılmış ve entegrasyonu reddeden dernekler ise varlıklarına hep devam etmişlerdir. Burada maksadın İsrail devletinin kurulması olduğu açıktır. Onun için bu devletin top yekun batının temsilcisi olduğu açıktır. Bu devletle ilişkiler o bakış açısından hareketle tanzim edilmelidir. İsrail de Suriye gibi bir istihbarat devletidir. Birilerinin beklentileri değil beklemedikleri doğrultusunda hareket eder. Asıl vurucu gücünü de oradan alır. Her uyguladığı siyasal, sosyal, psikolojik, kültürel ve ekonomik politikanın arkasında muazzam bir istihbarat kaynak ve verileri vardır. İlk bakışta sistem 0’ a yakın  hatayla çalıştırılmaktadır.  Onların plânlarının devre dışı bırakılması görünürde Yüce ALLH’ ın plân üstü plânlarıyla mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Bütün mesele de işte Yüce ALLAH’ ın desteğinin alınmasıdır.

 

Hak şerleri hayreyler

Zannetme ki gayreyler

Arif onu seyreyler

Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyler

 

Selam ve sevgi ile

 

Doç. Dr. Ali Osman ENGİN

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gazetepasinler.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

deneme bonusu veren siteler acotr.org deneme bonusu veren siteler 2023 deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler casino siteleri