Amerika’nın elinden çıkardığı Papaz Türkiye’nin eline geçmiş ve oyun devam ediyor. Anlaşılan odur ki; Amerika papazı elinden çıkaranın oyunu kazandığını düşünerek şimdilik Papazı elinde tutan Türkiye’yi oynadığı oyunun bilinen kuralları gereği cezalandırdığını düşünerek oyun dışı kurallar geliştirmiştir. Bu oyun dışı kurallarla dahi oyunu kendi lehine çeviremeyeceğini anlayan ve elinde tuttuğu gücünü gittikçe zehirleyen bu haydut devlet, oynadığı oyuna kendi lehine kurallar getirmiştir. Bu kurallarla oyun tek taraflı olmuş ve Amerika kendi çalıp kendi oynamaktadır. Eğer bu tabloya daha derinlere doğru üçten de fazla boyutlu bakılabilirse, kendisi çalıp kendisi oynayan Amerika’nın aslında oynarken ağladığı görülebilir. Çünkü attığı tebessümlü ve tehdit kahkahalı naraları; hıçkıra hıçkıra gülmenin ve kahkahalarla ağlamanın ifadeleri olduğunu İnşallah çok yakında herkes anlayacaktır.
Kontrollü bir şekilde el değiştirerek Evanjelist – ırkçı Siyonist bir yapının denetimine giren Amerika; saldırılarına gerekçe oluşturduğu ve aslında kendi üretimi olan bu tür radikal İslâm dediği selefi yapıların var olduğunu iddia ederek müdahale zemini hazırlayıp, yerel işbirlikçileriyle yeniden demokrasi getirme ve güya yeniden düzene koyma eylemleriyle o devlet yapılarını alt üst etmiş ve her ayağını bastığı yeri kan ve gözyaşına boğmuştur. Eşyanın doğası ve Cenabı Allah’ın koyduğu aktif sistem gereği Amerika yarattığı riskleri satın alırken aynı zamanda irileşen gövdesine virüs kaptırmıştır. Bu virüs; Evanjelist ve Siyonist kodlu Cemaat virüsüdür. Bu virüsün adı Cemaat yapılanmasınınTürkiye Cumhuriyeti nezdinde ihanet literatürüne giren adı; Fetullahçı terör örgütüdür. Aynı örgüt Irak’ ta başka bir isimle faaliyet göstererek Irak ordusunu Amerikan saldırılarına karşı koymayarak silah bıraktıran bir oluşum ve Pakistan’ da aynı stratejilerle hareket eden bir başkasıdır. Dolayısıyla Amerika, bu Siyonist yapıları dizayn edip adını İslâm koyarak piyasaya sürdüğü bu taşeron örgütlerle haşır neşir olurken farkında olmadan kendisi de radikalleşmiş ve kazdığı kuyuya düşmüştür. Her ne kadar saklamaya, bu mukadder sonu değiştirmek için elindeki son kozlarını da fütursuzca oynamaya başlamıştır. Bu kirli oyunların sonunda Allah’ın adaleti gerçekleşecek ve kendi yaptığı gibi Cenabı Allah’ın rol verdiği birileri de onlara yeniden demokrasi getirerek insan haklarını doğasına uygun olarak yeniden inşa edecektir.
Geniş bir tarih bilinci ve tarih şuuruyla tarihsel bir okuma yapılabildiği zaman, bu görevin büyük Türk Milletine ve onun kurduğu devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devletine nasip olacağını düşünüyorum. Amerika’nın aldığı mazlum ahları gök kubbeye ve arşa dayanmış, bu kabadayı devleti mukadder sona doğru götürüyor. Bu sonun emarelerini görebilmek için, teyemmümle dolaşmak yerine yeniden abdest almamız gerekiyor. Bu abdesti şu ana kadar hep batıdan gelen kirli ve çamurlu sularla değil, ecdadımızın da geldiği doğu kaynaklı sularla almalıyız. Muhtemelen diriltici can suları işte o sulardır.
Türkiye Amerika’ sız batıyı ihmal etmeden, yüzünü doğuya dönmelidir. Amerika’nın kan ve gözyaşından başka verebileceği bir şeyi kalmamıştır. Mevcut durumun yarattığı davranışlar bunun göstergeleridir. Eğer bir devlet gerçekten çok güçlü ve bu gücü kullanacak yetenek ve iradeye sahipse; 1- Öfke kontrolsüzlüğü yaşamaz ve kendinden emin bir şekilde icraatlarını hakkaniyet ölçüleriyle sıralar. 2- Medeniyetler arası çatışma tezleri yazdırarak insanlık alemini uyutup özellikle düşman seçtiği medeniyeti (Türk-İslâm Medeniyeti) medeniyet içi çatışmalarla yok etme gereği duymaz. Eğer Amerika bu medeniyeti kendisine rakip görüyor ve tarih sahnesinden silme teşebbüsü gösterdiği gibi bir tutum ve davranış içerisine giriyorsa, bilinsin ki kendi sonunun yaklaştığının farkındadır. 3- Amerika’nın söylem ve tehditleri düşüncesine, düşünceleri duygularına, duyguları davranışlarına, davranışları alışkanlıklarına, alışkanlıkları karakterine ve karakteri de kaderine dönüşecektir. Kısacası yaptığı tehditler kaderi olacak ve o mukadder kaderin cenderesinde boğulup gidecektir.
Bütün mesele aklı selim davranıp birlik ve berberliğimizi yıpratmamalıyız. Dost ve düşman algımızı yeniden ve daha şahsiyetli bir üslupla yapılandırıp taviz vermeden yolumuza devam etmeliyiz. Görsel medyada akşam sabah boy gösterip adeta Amerikan stratejilerine farkında belki olmadan sanki gerekçe hazırlayan söyleşilere son vermeliyiz. Amerikan stratejilerini sosyal medyada tartışarak niyetimizi ortaya koyarken, karşı tarafa yeni hamle ve stratejiler geliştirme fırsatı verdiğimizi unutmayalım. Bana göre bu yorumlar oynanan oyunların birebir sibernetik parçalarıdır. Yada oyunun önceden hazırlanan boşluklarına sonradan monte edilmesi gerekenlerdendir. Onların iki kelimesi medyada boy boy yer bulurken ne hikmetse bizim değerlendirmelerimizin farkına bile varılamamaktadır. Ne diyelim buda aynı senaryoların başka boyutlarıdır. Dış mihraklar her zaman olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Önemli olan bu mihraklara karşı bizim ne yaptığımızdır. “Hırsız evden olursa öküz bacadan çıkar” özdeyişi çerçevesinde içerideki hırsız ve arsızları bulup açığa çıkarmalıyız. Tüketim ekonomisinden üretim ekonomisine geçmeliyiz. Eğer piyasaları canlandırmak ve yerli ürünlerle ihtiyaçlarımızı karşılamak istiyorsak özellikle ve öncelikli olarak kamu çalışanlarının tüketici, konut ve kredi kartı borçlarını uzun vadeli ertelemeli veya tamamen silmeliyiz. Hiç kimsenin borcunun olmadığı, kazandığı parasını gönül rahatlığıyla yerli mal tüketimine harcayabileceği bir sabahı yakalamak zorundayız. Tüm kazandığını kredi faizlerine harcayan ve adeta maraba durumuna düşmüş insanlarla çok büyük iddiaları gerçekleştirmenin henüz bir yolu icat edilmemiştir!..