Bir Mevlevi ile bir Bektaşi karşılaşırlar ve sohbet esnasında Bektaşi Mevlevi ye, neler yaptıklarını sorar. Mevlevi ALLAH deyip döndüklerini söyler. Arkasından Mevlevi Bektaşi ye neler yaptıklarını sorar ve Bektaşi: “Biz bir kere ALLAH dersek daha dönmeyiz” der.
Şüphesiz Mevlevîlikte; varlığı özünden önce gelen insanın, özünü gerçekleştirme çabasının getirdiği teslimiyet ışığında, mürşidiyle beraber kaynağına yakınlaşması veya payına düşeni alması çabası vardır. Mevlânâ’nın tasavvuf anlayışı, sadece mistik ve idealist bir tasavvuf değildir. Mahdut varlıktan, ferdiyetten ve ferdi ihtiraslardan olabildiğince sıyrılıp topluma yayılarak tecelli eden ve sosyal hayatta hudutsuz bir sevgi, insanî bir görüş ve mutlak bir birlik halinde kendini ortaya koyar. Ahlâki sahadaysa, herkesin kendisini bir kâmile uydurmak suretiyle ıslâhı ve genel olarak hayra, güzele ve iyiye doğru bir gidiş, insanî bir terbiye halinde tezahür eden ve böylece de realitede amelî karaktere sahip olan bir tasavvuftur.
Bu, insanı önceleyen tasavvuf anlayışındaki “Sema gösterisi”, esas gerçekliğe gönlünü, nefsini ve bedenini basmak ve sıçrama tahtası ederek, ruhu temaşaya çıkarma çabası ve başarısıdır. Böylece yolunu bulduğu yaratandan gelen nimetlere bir elini ve gönlünü açarak alıp, diğer eliyle sembolikte olsa nesnel varlık alemine aktarma şeklinde fiili bir teslimiyet ve dua davranışı örneğidir. Beden, hakikatler alemiyle, içerisinde yaşadığımız alem arasındaki bağlantıyı sağlayan bir köprü görevi görür. Çünkü alanda bedenin eli, veren de bedenin elidir. Sadece ruh hakikatler alemindeki paydaşlarıyla bütünleşmiştir.
Biyo – kimyasal, psikolojik ve sosyo - kültürel bir varlık olan “insan canlısı”, format olarak buna uygundur. Önce düşünür, felsefe yapar, seçici algısını çalıştırır, algıladıklarını duyusal kayda alır ve oradaki birtakım zihinsel süreçlerden sonra, yine kendi isteğine bağlı olarak geçici belleğe aktarır ve bilgiyi yapılandırdıktan sonra edinilmiş kazanımlar olarak kalıcı belleğe gönderir. Kalıcı bellekte depolanan edinilmiş bilgileri, önceden kurduğu sistematik yapıların kodlarını kullanarak, gerektiğinde geri çağırır; transfer eder, çevirir, bir sonraki aşamanın bilgisini veya farklı alanların farklı bilgi türlerini anlamlı öğrenmeler adına yapılandırdıktan sonra, son aşama olan davranışa dönüştürür.
Aslına uygun sema gösterisi, insanın kendi iradesiyle derinleştiği tasavvufta, bedenini ruhuna ve gönlüne ram edip, mumlarcasına deli divane gibi döndürme olayıdır. Neticede bütün bunları yapan insan ve yaptıran da yüce YARATAN’ dır. Kişinin YARATAN’ı unutarak kendiliğinden bu davranışları şov maksatlı yapması en azından başka bir şeydir.
Mevlevilikte olan ve İslâm Tasavvufu diyebileceğimiz bu sistematik yapı, bireysel ve toplumsal mesajlıdır. Duyuşsal alan öğrenme boyutunda yer alan soyut değerlerin somutlaşarak, gözlenebilir ve değerlendirilebilir davranışlar olarak ortaya çıkmasıdır. Bireysel düzeyde; ruhsal tatmin, bir an için dünya velvelesinden kurtularak omzundaki yükü boşaltıp, kendini yenileme çabasının göstergesidir. İbni Haldun’ da, “İlmül Umran” isimli ilk sosyoloji bilimine vurgu yapan eseriyle, “fıkıh” ilminin bireysel ve toplumsal temellerine atıfta bulunmuştur.
Batı, “birey olarak lehimize ve aleyhimize olanları bilmek ve ona göre davranmak” olarak ifade edilen İslâm Fıkıh bilimi’nin içindeki vahye dayalı değerleri boşaltıp, sosyoloji bilimi olarak dayatmaya çalışmaktadır. Aynı benzerliği, günümüzde Mevleviliğin de içini boşaltarak sadece popüler kültür adına bir gösteri şekline uyarlama çabaları göze çarpmaktadır. Böyle bir davranışın, işin mantığıyla alâkası olamaz. Halbuki o olay popüler kültür ürünü değil, İslâm inanç felsefesinin ve İslâm Fıkıh anlayışının toplum mesajlı bireysel bir davranışıdır. Batı liberal felsefesinin, sosyal bilimler adıyla dayattığı anlayışın ürünü değildir. Topluma verdiği mesajlar; hümanist yaklaşımın temellerini kurmuştur. Kaynağı İslâm Fıkıh anlayışıdır. Fıkıh, sadece İslâm Medeniyetine ait bir ilimdir. İbni Haldun; her medeniyetin kendine has bir ilmi ve buna bağlı davranış biçimleri olduğunu belirtmiştir.
Sadece Batılı, Samuel Philips Huntington’ un medeniyet analizlerine yönelerek kendi Türk İslâm Medeniyet anlayışımızı kavrayamayız. Çünkü batı felsefesi kapalı bir medeniyet anlayışına sahiptir. Kendisi dışındaki tüm beşeri değer algılarını ya yok sayar, yada tahakküm altına almaya çalışır. Onun varlığı diğerlerinin yokluğu üzerine inşa edilmiştir. Türk İslâm tarihinde medeniyet analizleri yapmış, çok değerli düşünürlerimiz vardır ve mutlaka okunmalıdır. Çünkü sadece Batı Sosyal Düşünce Sistemi referans alınarak yapılan medeniyet analizleri, çok tutarlı olmayacaktır. İbni Haldun, Aliya İzzet BEGOVİÇ ve eseri; “Doğu İle Batı”, Ziya GÖKALP; Prof. Dr. Ahmet DAVUTOĞLU, Prof. Dr. Recep ŞENTÜRK ve daha birçoğu referans alınarak, kendi medeniyet analizlerimiz yapılmalıdır. Bu arada Millî şairimiz Mehmet Âkif ERSOYU’ da kurduğu tecrübi bilgi ve uzun soluklu yaşantı ve deneyimler bağlantılı batı anlayış ve algısı yönüyle, yeniden incelemek gerektiğini hatırlatmak isterim.
Bu manada, Prof. Dr. Recep ŞENTÜRK’ ün “Açık Medeniyetler – Kapalı Medeniyetler” isimli kitabını önerebilirim. Burada; Açık Türk – İslâm Medeniyeti ve kapalı Batı Medeniyeti çok çarpıcı örneklerle ifade edilmiştir.
İşte Hazreti Mevlâna ve Mevlevîlik bu açık medeniyetin dünyaya mal olan bir çıktısıdır. Mevlâna, tanımadığı Selahattin Zerkubî’ nin altın işi yapan dükkânının önünden geçerken, içeriden gelen derin ahenkli çekiç seslerini duyunca, dükkânın önünde dönmeye başlar. Tabi dükkân sahibi de o manada boş biri değildir. Hazreti Mevlana’nın ötelerle kurduğu bağlantıyı görünce, çekiç seslerinin bitmemesi için kasasında ne kadar işlenmiş altını varsa tekrar hepsini götürüp çekiç ustalarının önüne atar ve hiç bozmadan dövmeye devam etmelerini ister. Selahattin Zerkubî, Mevlâna’yı döndüren ilâhi güç’e tüm servetini feda etmiştir ve oda aradığı mutluluğa erişmiştir. O ara halkta, MEVLÂ’ sına dönen Mevlâna’ya katılır. Mevlâna’nın dönmesi şov maksatlı değildir. Çünkü o anda Mevlâna kendinin ötesinde bir yerlerdedir!.. O muhteşem insan, kendisiyle ötelerin bağını koparmamıştır. Bu iki eren arasındaki dostluk böyle başlar ve Hazreti Mevlâna’nın aldığı seviye ve yazdıklarında bu zatın çok büyük katkısı olduğu bilinmektedir.
Mevlevîlik’ de temel değerin insan olduğunu, gelin canlı birkaç örnekle temellendirelim.
Konya’da bir Mevlevi Şeyhi’nin dükkânına giden bir akademisyen hocamız, masalar üzerinde çok eski antika kitapların olduğunu görür. Mevlevi Şeyi hocamıza ve küçük çocuklarına ne ikram etmesini sorar ve hoca, ayran ister. O ara dükkâna elindeki tepsisinde ayran olan garson girer!.. Ve ayran bardaklarını o kıymetli kitapların arasına koyar. Hoca çocukların ayranları alırken kitapların üzerine dökmelerinden tedirgindir ve eyvah! Diyerek kitapları kurtarma adına hemen iki bardak ayranı bir hamlede alır. Ancak kitapların arasında kalan iki bardak ayran daha vardır ve bu sefer Mevlevi Şeyhi, hemen uzanır ve ayranları değil, kitapları alarak, “ayranlara yer açalım!..” der. İşte insani ve muhteşem bir yaklaşım. Yıllardır peşinden koşturduğumuz sosyal öğrenme ve eğitim bu davranışta kendini sergilemektedir.
Başka bir Mevlevi Şeyhini evine götüren taksi sürücüsü, Mevlevi Şeyhini rahatsız edecek düzeyde hızlı arabayı sürer. O ara radyo veya ses sisteminde güzel bir ilâhi çalmaktadır. Mevlevi Şeyhi hızdan rahatsızlığını doğrudan ifade etmez ancak; taksi sürücüsüne, ilâhiyi tam dinleyemeden eve varacaklarına üzüldüğünü söyler!... Tabi başka bir Mevlevî olan sürücü mesajı alır ve hemen hızını keser. Evet dostlar, işte insana saygı ve onu kendine ram eden davranış örnekleri…
1870’li yıllarda İstanbul’da çok şiddetli bir kış olur. Başka bir Mevlevî Şeyhi Haliç’in öte tarafındaki müritlerinden birilerine günün o saatinde orada olacağı sözünü verir. Fakat deniz donmuştur. Kayıklar çalışamamaktadır. Artık karşıya geçmek için bütün çareler tükenmiştir. İşte o anda Şeyh dalar ve dönmeye başlar. O teslimiyet ve trans haliyle karşı tarafa geçtiği söylenir. Maalesef, İslâm İnanç sistemimizin, hafızalarımıza oynanarak ALLAH korusun silinmeye çalışılan “Tasavvuf” gerçekliği ve anlayışı zafiyetinden dolayı, bu ve benzeri hakikatler çok abartılı ve hikaye gibi algılanmaktadır. Bu bir Milletin geçmiş değerleriyle irtibatının kesilmesidir. Halbuki o değerler ve olgular, asıl can suyudur.
İslâm Fıkıh anlayışı, esasında uluslar arası ilişkilere de ilk olarak sistematik bir yapı getirmiştir. Örneğin; savaşa karar verilmesi, savaşta tavır ve davranışların nasıl olması gereği, bireysel haklar ve değerlerin korunup kollanması gibi hükümler; uluslar arası ilişkileri bir anlamda düzenlemektedir. Meselâ, bir Müslüman bir Hıristiyan’ın içki şişesini kırarsa, tazminat ödemek zorundadır. Ancak bir Müslüman başka bir Müslüman’ın içki bardağını kırarsa, böyle bir zorunluluğu bulunmaz. Çünkü içki İslâm’da haramdır ve bir mal olarak sayılmaz. Bu durum, dinde zorlama anlamına gelmemelidir. Çünkü “LÂ İKRA” ALLAH kelamı ve kesin hükmü açıktır.
“Bektaşilik, Hacı Bektaş-ı Veli'nin adına kurulmuş olan bir tarikat. Bu tarikata mensup kişilere (el alarak ya da diğer bir deyişle nasip alarak bu örgütlenmeye katılan kişilere) Bektaşi denir. Bektaşilik hümanist esaslı bir öğretidir.
Öğretinin odağında "insan" vardır. Amacı, İnsan-ı Kamil olarak tanımlanan, olgun, yetkin insana ulaşmaktır. Bu ise bir eğitim sürecini gerekli kılar. Hacı Bektaş' ın Türk dünyasının felsefesine çok büyük katkıları olmuştur. En önemli ve tasavvufu kısaca anlatan özlü sözü, "Eline, beline, diline hakim ol" sözüdür. Hacı Bektaş-ı Veli'nin halen yaygın olarak kullanılan birçok özlü sözü bulunmaktadır. Bektaşiliği diğer tarikatlardan farklı kılan en önemli özelliği onun düşünen insana, özgür düşünceye verdiği önemdir. Öncelik yol kurallarındadır. "Hatır kalsın, yol kalmasın" diyerek bunu açıklarlar”.(İ.N.)
Temelde aynı şekilde insan öznesi ve ona yapılan vurgu esastır. Ancak burada davranıştan ziyade zihinsel süreçler ön plâna çekilmiş gibi gözükmektedir. Mevlevîlik’ te eylem (amel), Bektaşilik’te düşünce öncül değerler gibi duruyor. Ancak her eylemin arka plânında da bir düşünsel sürecin olduğu unutulmamalıdır. Şüphesiz tüm disiplin alanlarında olduğu gibi skolastik ve idealist yaklaşımda da zihinsel süreçler önemlidir.
Günümüzde Bektaşiliğin çok daha marjinal gruplar tarafından, kendilerine özgü şekillerde algılanması ve yaşatılması; ana kültüre entelektüel camia tarafından sağlanan katkı ölçüsünde, kültürel bir zenginlik mi, yoksa durağanlaşan bir ana kültürün gövdesinden kopan tali parçaların sosyolojik düzlemde öne çıkarılması mı? Sorularının temelleri sağlam cevaplarıyla belirlenebilir. Bektaşilik felsefesinin tarihi süreci konu alanımız olmadığı için, bizi ilgilendiren boyutuyla, insana bakışı ve bu bakışı oluşturan fiili tasavvuf düzenine ve temele alınan düşünsel önermelere, elbette ki çapımız ölçüsünde baktığımızda, ifade ettiğim gibi orada da, insana verilmeye çalışılan bir düzen ve disiplin gözlenmektedir. Aynı şekilde sosyolojik açıdan bireysel temelli ve toplumsal mesajlı çıktılar söz konusudur.
Güzel Hasan Kalemizin yetiştirdiği, İbrahim Hakkı Hazretleri’ de diğerleri gibi, gerçek bir sosyal bilimcidir. Geliştirdiği insan tiplemeleri ve sosyal hayatla ilgili yine insani çıkarımları, günümüz modern davranış bilimlerince de desteklenmektedir. Bu görüş ve analizler, bilim tarihi çerçevesinde ait oldukları dönemler itibariyle, günümüz davranış bilimlerinin temelleri açısından ihmal edilemeyecek değerdedir. Hatta bazı konularda zamanımızın da ötesine yansımaları olabileceğini özellikle vurgulamak gerekir. İbrahim Hakkı Hazretleri de diğer HAK erenleri gibi, aynı zamanda bir düşünce ustası filozoftur. Çünkü fikir yürüttüğü alanlar, günümüz çoklu disipliner yaklaşımına uymakta ve hemen hemen çok farklı alanları da kapsamaktadır. Bu yapı, o dönemler itibariyle felsefe çatısı altında yürütülen etkinliklerden kaynaklanıyor. Bu değerli büyüğümüz, düşünce ve eylem erenimiz, çağdaşı olan filozofları da derinlemesine incelemiştir. Bu konuları sanıyorum çok değerli meslektaşım, Uğur AYIK Bey’den enfes üslubu ile daha fazlasını okuma şansımız olacaktır.
Ben acizane diyorum ki; hadi gelin işe yetiştirdiğimiz bizim değerlerimizi yeniden okuyup anlayarak, onların hayata ve insana bakışlarını rehber edinerek yıkılmaz ve sarsılmaz bir başlangıç yapalım. Kesinlikle kaybettiklerimizi yeniden daha canlı olarak geri getirmenin giriş davranışı ve hazır olma düzeyi budur. Biz fikrimizi onlara dayayıp, yüklenmemiz gereken misyonu üstlendiğimiz zaman; bütün engelleri aşarak, hatta göğe direk vurup bayraklaşarak, bu münbit toprakları yeniden dahiler ve gerçek alimler yetiştirmeye hazır hale getireceğiz.
Erzurum Atatürk Üniversitesi bünyesinde küçük bir odada İbrahim Hakkı araştırma merkezi vardı. Şu anda ne durumda olduğunu bilmiyorum. En azından çok iyi durumda olmadığı kesin. Çünkü halka ulaşan ve onların dertlerine derman, aydınlatıcı çalışmalara yerel ve ulusal medyada rastlanmıyor.
Hasankalemiz sınırları içerisinde, geçmiş değerlerimiz adına gerçek araştırma merkezleri kurularak, halkımıza ve gençlerimize fikri ve ameli düzeylerde katkı sağlanmalıdır. Bu Mübarek topraklardan çıkacak hoş sedalar Türkiye’mize ve bütün dünyaya yayılmalıdır. Bu değerlerin bizlere yüklediği misyonun ışığında, bu güzel belde elini çabuk tutarak başkaları öne geçmeden bir inanç turizmi merkezi olabilir. Günümüz insanlığı yaşadığı stres çağının yorgunluğunu vurguladığım düzeyde ruhsal doyumu sağlayan merkezlerde atmak istemektedir. Güzel Hasankalemiz tarihi ve kültürel dokusuyla buna çok uygundur. Yerel yönetimleri bu konuda harekete geçmeye davet ediyor ve elimizden gelen her türlü desteği vermeye hazır olduğumuzu da vurgulamak istiyorum.
Teyo Pehlivanımızın; imkânsızı mümkün kılan hayal dünyası, esasında 21. Yüzyılın Post Modern ve çağdaş Don Kişot’ u olarak gençlerimize tıkandıkları yerde, yeni bir enerji verecektir. Çünkü o felsefe’de her şey mümkün kapsamı dahilindedir. O halde bıkmak ve tükenip bırakmak yoktur. İşte Teyo Pehlivanımızın bu mümkün felsefesi ile Mevlevî Şeyhi’nin her çarenin bittiği yerde, yani denizin donduğu ve karşı tarafa geçişin elde olan imkânlarla mümkün olmadığı bir durumda, MEVLÂ’ sına dönerek ötelerle irtibat kurup karşıya geçmeyi mümkün kılması arasında fazla bir fark yoktur.
Hakikaten Teyo Pehlivanın hayallerinden hareketle; “insanoğlunun hayal edebildiği her şeyi gerçekleştirebilme potansiyeline sahip olduğu” asla unutulmamalıdır. Bu bilinç insana tükenmez bir enerji verecektir. Teyo Pehlivanın başlangıçta mümkün değil gibi gözüken, ama sanki abartılı mizahi felsefesi, aradan geçen zamana inat gerçekleşerek bilim felsefesi haline dönüşür.
İbrahim Hakkı Hazretlerinin de, ne fedakârlıkta, ne ilme olan düşkünlükte, ne ferasetindeki keskinlikte, ne de ahde vefa borcunu ödemede ve ne de küresel şer odaklarının müdahale edip, paravan olarak kullanamayacakları kadar yerel değerleri ön plâna çekmekte diğer gerçek gönül erenleri ve halk kahramanlarından farkı yoktur. İbrahim Hakkı Hazretlerinin de Tasavvufî derinliğini geliştirmiş olduğu, kendisinin geliştirdiği ve benim müzik uzmanlarıyla tartıştığım müzik aleti, inanıyorum ki Selahattin Zerkubî’ nin dükkânından çıkıp gelen ve Hazreti Mevlâna’yı MEVLÂ’ sına döndüren çekiç seslerinden çokta farklı değildir. Hazreti Mevlâna’nın çekiç seslerinin oluşumuna katkısı olmamıştır. Ancak İbrahim Hakkı Hazretlerinin kendisini mest edecek müzik biliminde belki de kendine has oktav değerleri olan ses cümbüşünü üretmiş olması da ayrıca düşünülmelidir. Sevgili gençler, sizler bu çile kahramanlarının mirasçılarısınız. Mirasınıza sahip çıkınız ve lütfen okuyunuz. Zaman içerisinde Bu Mübarek Belde’nin, en küçüğünden en büyüğüne, en iyisinden en kötüsü de olsa daha da iyisine, ölüsünden ölümsüzüne, tokundan acına, kimselisinden kimsesizine, varından yoğuna, çamur atma alışkanlığı olandan çamuru sanat eseri bir vazo yapanına!, Mevcutla yetinmeye razı olanından hep daha mükemmelini arayanına, çiçeğinden böceğine ve hatta atından itine kadar tüm değerlerine yer vereceğim. Tereddütsüz inanıyorum ki; Hasankale sevdalılarının gönlünde ve dağarcığında, bu var olan değerlerin hepsinin ayrı ayrı yerleri vardır ve kendileri için hazır olan yerlerini mutlaka alacaklardır.
Sonuç olarak, ben çok kıymetli okurlarıma neden 21. Yüzyıl’da benzer ve kesinlikle herkesin ve kesimin tarafı olan, doğal olarak ta herkesin onların tarafında olacağı, ancak bir taraf olup bertaraf olmayan!.. Şahsiyetleri yetiştiremediğimizi sormak niyetindeyim.
Değerli dostlar bu sorunun size has, yani öznel cevabını almak istiyorum. Sizlerden alacağım dönütlere bağlı olarak yapacağım analizleri daha sonraya bırakıyorum. Bu kaynakların durumunu irdeleyeceğiz ve bu münbit kaynakların yeni ve taze fidanları günümüz ve gelecek varlık alemlerine nasıl kök saldırıp boy verdirebileceği üzerinde, işte sizler gibi bu kaynaklarda yetişen değerlerle birlikte beyin egzersizi yapacağız. Eğer yer açabilirsem, her zaman olduğu gibi, rahmetli Teyo Pehlivanımızı da bu beyin fırtınası zihinsel sürece biraz mizah katmak için dahil edeceğim.
Saygı, sevgi ve esenlik dileklerimle.