Aziz dostlar, öncelikle tüm okurlarımın ve herkesin mübarek Ramazanı şeriflerinin hayırlı ve verimli olmasını diliyorum. On bir ayın sultanı olan ve tam bir empati yapma fırsatını yaparak ve yaşayarak elde ettiğimiz bu mübarek ayda umarım hepimiz bir nefis sorgulaması ve öz eleştiriyle hatalarımızın farkına varacağız ve inandığımız değerlerimiz boyutuyla yeniden, daha güçlü ve dayanıklı olarak ayağa kalkacağız. Yüce Rabbim hepimizin yardımcısı olsun. Ramazanınız mübarek olsun. Sevgili dostlar ve aziz kardeşlerim; şüphesiz yüce yaradan insanlığın kurtuluşu için göndermiş olduğu en son din kitabı Kuran ve onun sunduğu en son hak din İslâm’ı koruyacağını ayeti kerimelerle açık ve seçik olarak belirtmiştir. Belki bizler beşer olarak bu ifadenin detaylarını tam olarak anlayamıyoruz. Yinede ortaya çıkan somut durumlardan hareketle, bu sürecin nasıl kendini var ettiğini görebiliyoruz. Günümüzde küresel güçlerin İslâm alemi üzerinden oynadıkları oyunların ardı arkası kesilmemektedir. Ilımlı hale getirilmek istenen ve İsevileştirilen İslâm projeleriyle bu durum öyle kronik bir hal almıştır ki, ne yapalım hakkımıza hayırlı olan budur diyerek kabullenmeler bile gerçekleşmektedir. İşin kumandası her boyutuyla kendi ellerinde olmasına rağmen, Yüce ALLAH’ ın adaleti karşısında çamur deryasına dönüşen hedeflerine ulaştıklarını sandıkları an, gırtlaklarına kadar kendi yarattıkları pisliklere gömüldükleri an olmaktadır.
Mısır’da güya demokratik seçimle iş başına getirdikleri Sünni ve özellikle vurgulandığı üzere, aynı zamanda hafız olan Mursi’ yi bir yıl sonra askeri bir darbeyle alaşağı etmek zorunda kalmışlardır. Mursi yanlılarının Mursinin küresel güçlerin hedefledikleri gibi onlara koşulsuz hizmet etmediğini ifade etseler de, bence asıl hizmetin bugün adı konulmasa da askeri darbenin yapılarak, Mısır halkının kanıyla belki canıyla elde ettiği kazanımların, Gazzeye açılan tünellerde boğulması için darbe koşullarının hazırlanması olmuştur. Demokrasi denilen ve tüm sosyal, psikolojik ve hatta ekonomik faktörleri medya gücüyle devreye sokulduğunda istisnalar hariç istenilen sonucu alınabildiği oyunlarla Mursi; ya bir kışlık, yada bir kuşluk süre için iktidara getirilmiştir. Çünkü Hüsnü Mübarek aleyhinde kabaran öfke fazla yığılmış ve her an onların kontrolünden çıkacak gerçek Mısır halkının ayaklanması şeklinde ortaya çıkma ihtimali yüksekti. Ne yapılması gerekiyordu? Evet patlamaya hazır öfke gazının alınması gerekiyordu. Öyle de oldu. Sanki Mursi ve Müslüman Kardeşler için iktidar hazırlandı. Ancak nasıl oluyorsa; Mursi kendi celladını genelkurmay başkanı ve asıl gücü ellerinde tutan Kıpti Hıristiyanların önde gelenlerinden olan bir şahsı da meclis başkanı yapmıştır. Peki eğer Mursi demokratik seçimle Cumhurbaşkanı olduysa, o seçim sandıklarından çıkan çoğunluk oylar Mursiye celladını genelkurmay başkanı ve azınlık durumunda olan ve kendisine oy vermeyen bir kitlenin önemli bir şahsını meclis başkanı yap mı demişti!?.. Mısır silahlı kuvvetlerinin Mısır ekonomisi ve önemli ticari faaliyetlerin sahibi ve yürütücüsü olduğunu bilinmiyor muydu? Peki bu durunda kim kimi aldatmıştır? Elbette ki sade Mısır halkı aldatılmıştır. Onlarda, tamam Mısırı ve Mısırla dünyayı fethettik algısı yaratılmış ve gerçekte ise; ne fethedilen bir yer ve nede fetheden vardır. Hepsi oynanan oyunların çok etkili parçalarıdır. İşin püf noktasına bakar mısınız: Bu gün Mısırı ele geçirenlerin seçim meydanlarından oralara gelme ihtimalleri var mıydı? Elbette ki hayır. Ama onların mutlaka şu an itibariyle olmaları gereken yerde bulunmaları gerekiyordu. Peki bu nasıl olabilirdi? Evet sevgili dostlar, tabiî ki bir Mursi gerekiyordu seçilmek için… Evet seçildi ve atanması gereken kişileri önceden belirlenmiş yerlerine atadı. Mısır halkının gazı alındı, Müslüman kardeşler gözden düşürüldü ve etkisizleştirildi, Mısırda bu senaryonun asıl paydaşlarına Mısır devletinin adı kullanılarak dolarlar yağmaya başladı, İsrail rahat bir nefes aldı, Suriye lideri memnuniyetini dile getirerek gücünü artırdı, Amerika maşalarını kullanarak ateş közlerini yeni cenaze teneşir suları kaynatmak için yerlerine yerleştirdi ve artık herkes sırasını beklesin mesajlarını örtülü olarak vermeye başladı. Sistem artık çalışıyor ve sadece Mısır ve Suriye oyunlarıyla kendileri dışında kalan tüm İslâm alemini birbirine boğazlatmaya başladı. Suriye de başında şöyle Müslüman, böyle Müslüman olan gruplar ve örgütler birbirleriyle savaşıyorlar. Her an Mısır dada benzerleri patlak verebilir. Oralarda patlatılan bombaların yansımalarını, birbirlerini acımasızca katleden ve denilenler doğruysa kardeşlerin hiddet ve şiddetleri ile de diğer İslâm ülkeleri üzerinde yeni çalışma alanları kuruyorlar. Hükümetimizin işin doğası gereği Mısırdaki darbeye karşı tutum sergilemesi normal demokratik bir tepki olsa gerek. Aynı zamanda muhalefet açısından da aynı tepkiler verilmiştir. Ancak devlet geleneğinde duygusallıkların yeri yoktur. Her an yeniden değişen çıkar ilişkileri vardır. Mısırda oyun içerisinde oyunlar vardır ve henüz oyun kurucuların dışında hiç kimse durumun ne olduğunu tam bilmemektedir. Bilme ferasetini gösteren düşünceleri ortaya koyma potansiyeli olanlar da ne yazık ki dipte ve köşelerde kalmışlardır. Hadi biz gene de iyimser olalım ve yorumlarımıza devam edelim.
Deniliyor ki; sayın Mursi bir yıllık kısa bir sürede yığılan tüm sosyal ve ekonomik sorunların bir anda üstesinden gelememiştir. Ancak Mursi de bir anda yerin ve göğün, derin devletin ve yufka halkın tek hükmeden hakimi olduğu vehmine kapılmıştır, yada ona o algı yüklenmiştir. Bu vehmin gereklerini yerine getirme adına birtakım kararlar almışsa da bunlar sadece karşı tarafın saflarını kuvvetlendirmiş ve tepkilerinin gerekçeleri haline dönüşmüştür. Gerçekten Tahrir meydanında yarattıkları riskle beraber Mursiyi de satın alarak uygun bir depoya yerleştirmişlerdir. Belki ilerde işlerine geldiğinde yine alana sürüp kullanabilirler. Bu oyunların rengi ve tadı hep aynı olduğuna göre, sorulması gereken bir başka soru da şudur; sayın Mursi ve onun gibiler neden hep aynı oyuna düşmektedirler? Yoksa özellikle vurgulamaya çalıştığım gibi, oyun oynanırken belirlenen tarafların oyuna düşmeleri de aynı senaryonun bir başka parçası mıdır? Çünkü ne hikmetse sayın Mursi dediğimiz gibi kendi getirdiği ve aynı zamanda savunma bakanı olan genelkurmay başkanı ve kendisi bir Kıpti Hıristiyan olan meclis başkanı tarafından devrilmiştir.
Sürecin arkasında Amerika, İngiltere gibi ülkelerin olabileceği gerçekliğini herkes bilmektedir. Öyleyse anlaşılan odur ki, sayın Mursi’ yi iş başına getiren her kimse, al aşağı eden de odur. Nasıl olsa Tahrir meydanı duruyor ve toplanın denildiğinde toplanan halk kitleleri de mevcut, öyleyse gerektiğinde sadece sosyal medya tuşuna basmak kalıyor. Dedik ya!.. Darbeden memnuniyetlerini belirten taraflardan birisi de İsraildir. Darbeciler işbaşına gelir gelmez Gazze’ye açılan kapılar kapatılmıştır. Suriye lideri Hafız Esed’de aynı şekilde memnuniyet belirtenlerdendir. Ne garip değil mi! İsrail ve Suriye aynı saftalar!.. Hal böyle olunca devletler arası politikalarda sadece kendi devletinizin menfaatlerini gözetmek zorunda olduğunuzu kabul etmek durumundasınız.
İşte bütün bu tezgâhları göz önünde bulundurduğumuzda, başlangıçta da belirttiğim gibi bizim ülkemiz ve milletimiz için tasarlanan oyunlar karşısında tükenmişlik sendromu yaşayan insanlarımızın bu tavrı, değil dinin ve kültürün korunması ve yaşatılması, kendilerini bile korumaktan aciz duruma düştüklerinin göstergesidir. Ancak oyun kurucuları rahatlarından eden ve kurdukları tezgâhlarını başlarına geçiren; yüce ALLAH’ ın şaşmaz adaletidir. Bu adaletin dışında ortaya sürülen çarelerin, aslında ölüm şerbetleri oldukları her durumda kendisini gösteriyor. Mısır halkı Mursiyi getirirken çare diye düşünmüştü, belki eğer işin farkında değilse, ki ben öyle düşünmüyorum, Mursi de diğerlerine görev verirken onların kendi ölüm şerbetleri olduğunu fark edememişti.
Mısır ve dolayısıyla yaşanan küresel oyunlar üzerinde durulurken, ne hikmetse sın zamanlarda oluk oluk Türkmen kanının akıtıldığın Kerkük ve Çinlilerin Doğu Türkistan da yaptıkları katliamlar akıllara getirilmemektedir. İsimleri Türk olan mazlumların Müslüman olsalar da, o gösteriler yapıp Mursi için meydanlara inenlerin ne bir afişlerinde ve nede sloganlarında yer bulamamalarının sebebi ne olabilir ki!.. Bu çifte standartların İslâmi olduğunu düşünüyor musunuz? Peygamber Efendimizin övgüsünü alabilecek kadar İslâm’a ve tüm insanlığa hizmet üretmiş olan Türk Milletinden rahatsızlık duyanların aynı zamanda Peygamberimizden de rahatsız olmaları gerekmez mi? Bu soruların cevapları herkes tarafından yeniden düşünülmelidir. Herke ALLAH’a kul olma ve dolayısıyla insan olma hususunda eşittir. Buradaki kulluk bilinci özgürleştirici bir kulluk bilincidir. Yinede kendileri kul olanların yeni kullar aramaları devam ediyor. Kula kul olanlarda bir gün çıkar için bu kadar fırıldaklığa gerek olmadığını anladıklarında çoktan toprak bacası üzerlerini örtmüş olacaktır.
Sevgili dostlar, herkes aklınca kendi çıkarına ve ötekilerin aleyhine bir şeyler peşinde ve tezgâhlarını ona göre kurup kumaşlarını dokumaya devam ediyor. Asıl maksatları İslâm dinini yeryüzünden silmek ve bunu başaramazlarsa, asıl mecrasından çıkartarak tahrif etmektir. Bush Körfez saldırısına karar verip milyonlarca Müslüman’ı acımasızca ve hunharca katledip kirletirken, bu görevin kendilerine Tanrı tarafından verildiğini söylüyordu. Şükür ki ALLAH Yüce Kitabımız Kuran ve onun ışığında en son hak din İslâm inanç sisteminin koruyucusunun kendi zatları olduğunu ayeti kerimelerle ortaya koyuyordu. Demek ki İslâm dinini insanların koruyamayacağı kadar saldırılar bekliyordu. Bu koruma sistemi beşer tasarımı olmadığına göre, gelecekte nasıl olacağını anlamaya çalışmaktan ziyade, ortaya çıkan somut durumlardan hareketle bazı insanı aşan yaşantıların farkına varılabilir. Çünkü Yüce ALLAH hiçbir şeyi sebepsiz yaratmamıştır ve mutlaka yerine getirdikleri bir işlevsel alan vardır. Bugün küresel şer odaklarının karşısında İnşallah dimdik ayakta duran İslâm aleminin karşı atak yapacak güç, silah ve teknolojiye sahip olmadan durabilmesi o mucizevi korunmanın göstergesi değil midir?..
Zaman zaman İslâm inanç ve felsefesini düşünürken; Caferîlik, Alevilik – Bektaşilik, Nusayrilik, Sünnilik, Şafiilik, Hambelilik, Malikilik v.s. gibi inanç ve sünnet farklılıklarının varlık sebeplerini hepimizin bildiği, uygulamalarını bizzat Peygamber Efendimizin yaptığı esneklikler ve kolaylıklar kapsamı dışında bir türlü sosyolojik tabanda temellendiremiyordum. Ancak şu anda bu durumu yeni yeni detaylandırmaya başladım. Artık inanıyorum ki hiçbir yer yüzü kuvveti ALLAH’ ın Kuranı ve dinini ortadan kaldırmayı başaramayacaktır. Çünkü farklı ad ve klişelerle görünmeyen arka plânda ayrıştırma hedefine sahip olarak bu ekol ve okulların dışında ortaya çıkan çarpık anlayışların, müdahale edemedikleri dini anlayış yapıları yukarıda saydıklarım arasında bulunmaktadır. Gerçekten adlarını saydığım o farklı İslâm ve sünnet anlayışları belli bir dönemden sonra ortaya çıkan farklı dini cemaatlerin, hiçbir zaman tamamına nüfuz edemedikleri toplumsal yapılardır. Bu öyle bir toplumsal sistemdir ki; teferruattaki farklılıklar her birisinin ayrı ayrı varlık nişaneleridir. Birisi etki altına alınarak farklılaştırılıp yok edildiği zaman, varlığını sürdüren diğerleri üzerinden kaybettirilen orijinal detaylara ulaşılabilinmektedir. Bu otomatik olarak çalışan bir sistemdir. Öyleyse çabaları boşuna ve düşünceleri hayalden öteye gidemez. Sadece ALLAH’ ın adaletinin gerçekleşmesi için lüzumlu olan değişkenler olarak kalacaklardır. Bir an moda gibi alevlenecekler, uyandıracakları etki faktörlerinin çalışmaya başlamasıyla işleri bitecek ve akabinde çöpe süpürüleceklerdir. En sonunda ALLAH’ ın hak ve hakikat sistemi ile mücadele edilemeyeceğini anlayacaklar ve onu şu istikamete ve bu istikamete yönlendirme çabalarının ağır bedelleri olacağını yaşayarak öğrenecekler.
İslâm İnanç sistemini kendi orijinal yapısı içerisinde tahrif etmek isteyen çevrelerin çabaları hiç bitmeden devam ettiğinden, İslâm aleminin karşısına onları yeniden İslâmlaştırmak ve sanki kaybettikleri İmanlarını ve Cenneti yeniden kazanmaları için eskisindeki birleştirici ve bütünleştirici özellikleri yerine, ayrıştırıcı ve ayrışan grupları adeta birbirlerine düşman hale getiren yeni ve gerçek İslâm anlayışını özünden uzaklaştıran din yapıları ihdas etmişlerdir. ALLAH’ tan bu yeni ve ayrıştırıcı din yapıları yukarıda saydığım ve eskiden beri var olan dini anlayışlarımızın sadece birine veya ikisine tesir edebilmişlerdir. Kutsal dinimizin orijinal anlayışı ve toplumsal ilkeleri diğer etki altına alıp dejenere edemedikleri anlayışlarımızla devam etmiştir ve devam etmektedir. Zaman içerisinde etki altına alınan din anlayışlarımız da, yavaş yavaş tehlikenin farkına vararak kendilerini girdirildikleri o sıkıntılı süreçten kurtarabilmektedirler. Özellikle Alevilik – Bektaşilik ve Caferilik bu duruma örnek olarak fazla tesir edilemeyen anlayışlardandır. Zaten o çevrelerde bu iki anlayışa dönük herhangi bir etkileme faaliyeti içerisine girmeden bunları kendi din anlayışı sistemlerinin dışına atmaya çalışıyorlar. Özellikle cemaatler arasında bile birbirlerini temelden dışlayan ayrışmaların ortaya çıkması da, inanıyorum ki aynı gerekçelerin numuneleridir. Eğer aksi olup birbirini reddeden farklı klikler ortaya çıkmamış olsaydı, ALLAH korusun işte o tahrik ve dejenere etme hedefleri gerçekleşmiş olacaktı ve İsevi bir İslâm anlayışıyla baş başa kalmış olacaktık.
Şimdi başta da ifade etmeye çalıştığım geleneksel farklılıkların ve yeni ortaya çıkan, aynı zamanda birbirini reddeden kliklerin ne anlama geldiklerini anlayabiliyorum. Rahatlıkla Cenabı ALLAH’ ın buyurduğu gibi gönderdiği ve en son hak din olan İslâm ve onun kutsal kitabı Kuran’ ı koruma stratejilerinin hatasız çalıştığını söyleyebiliriz. Burada asıl ve orijinal din anlayışlarımız kendilerinden yeni yapılar doğurmuyor. Tahrif ve yıkım amaçlı sahte anlayışlar kendilerinden klikler doğurduklarından, hiç uğraşmaya bile değmeden kendi içlerinde kendilerini yok etmektedirler. Bunun adı yüce ALLAH’ ın kanunu ve adaletidir. Dünyada hiçbir şey kişiselleştirilerek çıkar odaklı yapılandırıldığında varlığını sürdüremez. “Siyaset ayağımın altındadır” diyen bir anlayışın savunucularından bazılarının maalesef siyasetin çamur deryalarına göbeklerine kadar batmış olması, şahıslara değil, o davanın bizzat kendisine mal edilmektedir. Diğer yandan geniş kitleler arasında güvenirliklerinin tartışılır hale gelmesine sebep olmuşlardır ve bence vebali de ağırdır. Elde edilen kişisel kazanımlar çok kısa sürelidir ve kaybedilenler ise süresizdir. Bu anlayışların kullandığı argümanlar karşısında durma ve tutunabilme imkân ve fırsatı yoktur. Ancak kaç yıl olursa olsun, sadece girdikleri siyaset kurumu, sonsuz gibi görünen ve öyle algılanan kutsal davanın sanki ALLAH korusun sonunu getirmeye yetmiş gibi gözükmektedir. En azından öyle bir suizana meydan verilmiştir. Bu siyaset kurumunun köleleri olan anlayışların daha fazla menfaat adına hak ve adalet kantarının ibresini hile ve desise ile değiştirmelerinin bedelini ödemeye başlamak üzere olduklarını görmek için kâhin olmaya gerek yok. Eğer bu durumu anlamakta zorlanan varsa, sadece idari mahkeme kayıtlarının incelenmesi, hak ve adaletin nasıl çıkar ve menfaat temelli yok sayıldığına şahit olunması yetecektir.
Sayın Başbakanımızın etrafını tuzaklarla örerek onu adeta çıkmaza sürükleyenler de bu tür hatalı tasarımlarla uğraşanlardır. Emniyet teşkilâtındaki belki rutin yer değişiklikleri ile ilgili olarak taraf gazetesinde eski bir Polis Akademisi öğretim üyesi tarafından yapılan bir yorumda; cemaat mensubu polislerin tasfiye edildiği ve onların yerine milliyetçi muhafazakâr polislerin atandığını haber etmişlerdir. Esasında beklide ne öncesinde ve nede sonrasında böyle bir şey olmamıştır. Belki de emniyet çalışanları arasında bir gruplaşma oluşması amaçlanmış olabilir. Öyle olmuş olsa da, ancak daha önce olanların yerine şimdi gidenler getirildiğinde, o zaman gidenlerin yerine gelenler için aynı şeyler söylenmemişti. Sanki onlar çalışırken normalmiş ve ne hikmetse, neci olursa olsun, vatanperver polisler olursa bu normal değilmiş. Bu beyefendiye birilerinin; bu ülkenin, içerisinde yaşayan herkesin olduğunu ve o teşkilatta da yine herkesin görev yapabileceğini anlatması gerekmektedir. Bilinmelidir ki bir ülkenin kolluk kuvvetleri elbette ki milli olmalıdır ve toplumdaki çoğulculuk ölçeğinde çoğulcu olmalıdır. Teşkilat içerisindeki tarafsızlık, çoğulculuğu temsil eden tarafların hepsine mensubiyetler yoluyla birbirini kontrol ederek gerçekleşecektir.
Toplumsal birlik ve beraberlikten yana olan, Yunus gibi yaratılanı yaratandan ötürü hoş gören, Mevlana gibi; “her kim olursan ol gel yine gel” diyebilen ve etnik yapısı, dini, mezhebi, dünya görüşü, meşrebi ne olursa olsun herkes bu ülkenin asli unsurlarıdır. Hiç kimsenin birini diğerine tercih etmesi ve ayrıştırması kabul edilebilir değildir. Aynı malzemeden ve aynı zaman ve mekân boyutunda, aynı emekle, aynı standartlarda ve aynı maksat için bir fabrikada imal edilen çamaşır makinelerinden birisi veya birkaçının fabrikaya veya fabrika sahibine diğerlerinden daha yakın olduklarını iddia etmeleri ne kadar gülünç ve anlamsız ise, insanlar arasında da böyle iddiaların ne kadar boş ve tiksindirici olduğu anlaşılmaktadır. Halbuki üstünlüğün kendilerine verilen görev kapsamında yeteneklerin kullanılmasında olduğu açıkça vurgulanmış ve herkeste bu ilkeyi benimsemiştir. Düşünebiliyor musunuz!.. Adam kendisini cennetlik saymakla kalmıyor, aynı zamanda kimlerin cehennemlik olduklarına bile karar verebiliyor. Bu iddialar çok ağır iddialardır. Eğer durum kendi düşüncesinde olduğu gibi değilse, birilerini kategorize ederek isnat ettiği suç ve durum mutlaka kendisi içindir.
Sevgili dostlar; hiç Yüce Peygamberimizde böyle bir algı fark edilmiş midir? Sahabe efendilerimizde görülmüş müdür? İslâm Halifesi efendilerimizde var mıdır? Yunusta böyle bir tavır ve bakış var mıdır? Ebul Hasan El Harakaniye ne dersiniz? Ya Mevlâna? Hele hele mezhep İmamlarımız? Üstad Saidi Nursi, “Euzubillahimineşşeytani siyaset” derken hatalımı söylemiştir? “Beşer zulmeder kader adalet eder” ifadesi ne anlama gelmektedir? Bir Fakülte Dekanının yapmış oldukları adaletsizlik karşısında hakkını yemişsiniz diye idari mahkemenin vermiş olduğu kararı uygulamamak için hapishaneye girmeye razı olması hangi vicdan ve ahlâk ilkeleriyle örtüşüyor? O şahsı hala orada dekan olarak tutan irade daha başka adaletsizlikler yaptırmayı mı plânlıyor? Neden müdahil olunmuyor?
Peki bu fitne ve fesat odakları kendilerini ALLAH’ ın ortakları mı zannetmektedirler? Haklarını gasp ettikleri bağımsız mahkemelerce sabit olan insanlardan özür dileyip helalleşmeyi düşünüyorlar mı? İlahi adalet önünde hesap vermeyi gözleri kesiyor mu? Bugün ellerinde tuttukları saltanatın ebedi olamayacağı ve şu an itibariyle zalim konumunda olup zulmederken, yarın mazlum olarak kurban durumuna düşecekleri akıllarına geliyor mu? Zulüm ve haksızlık yaparken kullandıkları şahıs ve argümanlar ne olursa olsun, ALLAH’ ı ve onun şaşmaz adaletini unuttuklarının farkındalar mı? Yaptıkları zulümden inim inim inleyen mazlumlar yaratırken, kendi evlerinde çoluk çocuklarıyla beraber rahat yaşayabiliyorlar mı? Ödemeleri gereken bedellerin çocuklarından da çıkabileceği akıllarına geliyor mu? Ben üzülmüyorum çünkü alacaklıyım. İlahi adaletin hakim olduğu Mahkeme-i Kübra da kayıtlı davacıyım. Sabırlıyım ve ilahi adalete inancım tamdır. Onun için mutluyum ve huzurluyum. Onların tamamını ilahi adalete havale etmişim. Gün ola harman ola!..
Sevgili dostlar, ALLAH’ a emanet olunuz. Güllük gülistanlık olsun yolunuz. Güçlü olsun kırılmasın kolunuz. Hak ve adalet doğursun düğününüz toyunuz.
Selam ve sevgilerimle.
Doç. Dr. Ali Osman ENGİN