Öyle garip bir memleket haline geldik ki, dünün reddedilemez ve mutlak doğruları diye çiğnemeye fırsat vermeden yutturulan gerçekliklerin, şimdi yeni yutturulacak geleceğin yalanlarına zemin oluşturmak için kullanıldığına şahit oluyoruz. Şu anda algılara yerleştirilmek istenen ve geçmişte yapılanların aynısı olan postmodern anlayışın üretilmiş gerçekliklerinin temel bulması için aksi tutum ve fikirlerinde yapılandırılarak ortama sürülmesi gerekir. Yani geçmişte gerçek diye ambalajlanarak algılara çakılan düşünce ve fikirlerin bugün yeni ve daha gerçeğe yakınlaştırılan ve beklide gelecekte aynı tarzda sahte oldukları ortaya çıkacak olan görüş ve düşüncelerin doğru algılanmasını sağlamak için, onların zıddı olan yanlışla olduğu vurguları yapılmaktadır. Çünkü ünlü hümanist düşünür Mevlâna’nın da dediği gibi, her şey zıddıyla kaimdir. Yanlışı olmayan bir doğru, çirkini olmayan güzel, soğuğu olmayan sıcak, düşmansız dost, inişsiz yokuş ve zorsuz kolay olmayacağı apaçık ortadadır. Çünkü bu kavramların birisi diğerinin belirleyicisidir.
Geçmişte bir bilen diye servis edilerek topyekun bir milletin aldanmasını kolaylaştıran, milli ve manevi değerlerin yol geçen hanlarında çiğnenen yer paspasları olmasını sağlayan, gelene ağam ve gidene paşam diyen, Erzurum’da milli ve manevi değerlerden, İzmir’de sosyal demokrasi ve özgürlüklerden bahsederek hep yalan söyleyen, hiç gereği yokken yaşlısıyla ve genciyle topyekun milleti borç batağına batırarak çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceğini ipotek altına aldırarak bu gün yüzleştiğimiz adeta kölelik halkasını boynumuza geçirerek Avrupa ve batı emperyalizmine maraba çalışanlar haline dönüştüren etki ajanları; millete yaptıkları ihanetlerin bedeli olarak bir ayakları gidecekleri ebedi cehennemlerinin yolu olan mezarda olmasına rağmen, halâ aynı etkileri yaratmak için hayal kurmaktadırlar. Niyetleri kendileri açısından hayal olan düşünce ve fikirlerinin ülkeye ve millete tuzak kuran ihanet tellallarının boğulmak üzere oldukları karanlık dehlizlerde belki bir mum yakarak gözlerden kaçan yeni yollar aralamaktır. Öyle ya belki irileşmiş bedenlerini zorda olsa sığdırarak bulanık hayal dünyalarına taşıyacak patika yollar bulabilirler. Ama şunu bilmiyorlar ki, o patika yolların dikenleri boldur ve üzerlerine ve kokuşmuş etlerine takılarak iz bıraktırırlar ve adalet etmesi gereken kader o izlerden kendilerine ulaşacak ve hükmünü icra edecektir. Öyle veya böyle onların harabat ehli diye baktıkları yerlerin definelere malik viraneler olduğunu er geç anlayacaklardır. İşin en garip olanı da; onları bu hale getirenlerin bugün aynı şahıslar üzerinden daha önceki yatırımlarının sonucunu almaya çalışmalarıdır. Onları millete tuzaklar kurmak için dışarıdan gelen talimatlar çerçevesinde bir bilen yapanların, geriye kalan kanlı ve irinli posalarından bile istifade etmeye çalışmaları düşündürücüdür. Bu bir anlamda atıkların geri dönüşümünü sağlamayı andırıyor. Ama bilmelidirler ki gemiler çoktan yakılmıştır ve geri dönüş mümkün değildir.
Bu bir bilenlerin iktidar erkini ellerinde tuttukları sanıyorum seksenli yıllarda rahmetli Turgut Özal’ın cumhur başkanlığı döneminde olabilir, ülkemizin emniyet teşkilâtıyla ilgili önemli bir düzeyde yenileştirme ve geliştirme çalışmaları çerçevesinde bir eğitim hamlesi gerçekleştiriliyordu. Buna bağlı olarak, Ankara Polis Kolejine ilave Afyon, İstanbul, Adana, Kayseri ve İzmir illerimizde de Polis Kolejleri açıldı ve bu güzide eğitim kurumlarında görev yapacak öğretim elemanları da yine Ankara’da yapılan sınavlarla ülke genelinden seçildi. Hakikaten alanlarında çok başarılı eğitimciler seçilmişti ve bu seçilenlerin milli ve ahlâkî hassasiyetleri oldukça yüksekti. Bunun kanıtı da bu öğretim elemanlarının çoğunun bugün üniversitelerimizde başarılı öğretim üyeleri; Profesör, Doçent, Yrd. Doç. Ve Öğretim elemanları olarak görev yapmaya devam ettikleridir. 1985 yılında başlayan bu eğitim ve öğretim seferberliğine katılan öğretim elemanlarının emniyet mensupları olarak hiyerarşik yapıdaki yerleri de emniyet şube müdürü ve emniyet amiri arasında bir konumda idi. Bu kolejlerde gerçekleşen eğitim ve öğretim faaliyetleri çok kısa sürede önemli başarılar elde etmiştir. İzmir Polis Koleji, çok uzun bir geçmişe sahip köklü eğitim kurumlarıyla yarışacak bi,r konuma birkaç yıl içerisinde ulaşmış ve ilk üç arasında yerini almıştır. Afyon Polis Koleji bölgesinde bir numara olmuş ve diğerleri de aynı şekilde zirve yapmışlardır. Bilindiği gibi her toplumun kolluk kuvvetleri millî olmak zorundadır. Çünkü hiçbir ülkenin kolluk kuvvetleri başkalarının çıkarlarını korumak için yapılandırılamaz. Böyle bir şekilde beynelmilel olan kolluk kuvvetlerinin özellikle darbeler yoluyla neler yaptıkları bugün gözümüzün önünde cereyan etmektedir. Mısırdaki katliam ve benzer tarihsel gerçekler durumu daha anlaşılır hale getirmektedir. Düşünebiliyor musunuz, şu an Mısır halkını katleden Firavun cellatları işbaşına getiren devrik cumhurbaşkanı Mursidir. Eğer bu olayların oluşum süreci başından iyi analiz edilebilseydi; daha Mursi seçilmeden bugün yaşanan katliamların kokusu alınabilir ve Murside halkının ve kendisinin cellatlarını o görevlere getirmezdi. İşte o zaman onların cesaret edemeyecekleri ve bugün sonuçları alınan tezgâhlar kurulmamış olacaktı. Evet sevgili dostlar Müslüman saf olamaz, aldanmayı alışkanlık haline getiremez, idrak ve izan sahibi olmak zorundadır. Milli bilincini ve hafızasını canlı ve taze tutmaya mahkumdur. Aziz okurlarım meseleye geri dönelim. Bu polis Kolejleri bir müddet sonra aziz milletimizin yüz akı ve bu ülkenin düşmanlarının korkulu rüyaları olmaya başlamıştık. Başarılı bir eğitim ve öğretim hizmetinin yürütülmesi dışında başka hiçbir düşüncesi olmayan, kurum çalışanları tek tek takip ediliyor ve yazılı ve görsel medyaya konu oluyorlardı. Sonunda duyuldu ki bu Polis Kolejleri kapatılmak isteniyormuş. Ancak biz eğitimciler olarak bu durumun ülkemiz ve milletimiz açısından çok yanlış ve mesnetsiz olduğunu anlatmaya çalışıyorduk. Dedik ki o bir bilenlere durumu izah edelim ve böyle bir yanlışa meydan verilmesin. İşte o bir bilenlerin en bir bilenine bir heyet gönderdik ve durumu halkımız, milletimiz ve ülkemiz adına anlatmaya çalıştık. Aldığımız cevap şuydu; “- öyle bir şey olamaz. Siz gidin ve bu özverili çalışmalarınıza devam edin. Sizin arkanızda ben varım. Bu nadide eğitim kurumlarının kapatılması hiç kimsenin haddine değildir”. Dedi amma ne oldu biliyor musunuz?.. Evet sevgili dostlar sanırım Ankara ve İstanbul hariç diğer Polis Kolejlerinin tamamı ertesi gün kapatılmıştı!.. Artık geçmişin bir bilenlerinin neleri daha iyi bildiklerini sizlerin idrakine bırakıyorum.
Sevgili dostlar dedim ya, bu geçmişin zalim zorbaları ve şimdinin zavallı kurbanlarıyla beraber onları perdelerin arkasından oynatan gölge ve kukla oynatıcıları, yine de bu geri dönüşümün ilkelerini belirlemişler ve her seferinde farklı içeriklerle ortama sunmaktadırlar. Bu bir bilenlerin aslında hiçbir şey bilmediklerini, tabiri caiz ise ahlâk, edep ve erkân düşmanı ajan provokatörler olduklarını, hatta en büyük bilmem neler olduklarını rahatlıkla söyleyebilmektedirler. Çünkü bu söylemlerin de arka plânında şüphesiz ki yeni ve çok karanlık gizli gündemler vardır. Halbuki geçmişte o insanlar adeta kendileri tarafından ebedi cennetlik olarak kutsallaştırılmışlardı. Peki böyle bir tutum ve davranışın sosyolojik ve psikolojik gerekçesi nedir? Sevgili dostlar, nasıl ki ortaya atılan bir fikir veya düşüncenin doğruluğunu kanıtlamak için onun yanlışlarını üretmek zorundaysanız, aynı şekilde ortaya atacağınız geçmişi kapsayan yanlışlara da insan mühendisliği mutfaklarında haşlanmış yeni ve üretilmiş gerçeklikler ortaya çıkarabilirsiniz. Bu tür oyunlar aslında yeni ve gri psikolojik savaş tekniklerindendir. Aldanılması kolay ve anlaşılması oldukça zordur. Bu kolaylığın ve zorluğun temelinde, kaybedilen milli tarih bilinci ve tarihsel bakış, güçlü bir hafıza, dejenere edilmiş bir dil ve kültürel birikim problemi vardır. Bir bilenlerin yanılgıları pir yanılma olarak halk kültüründe yerini almıştır. Daha doğal bir ifadeyle, bunlar ne avcı ve nede av olmuşlardır. Sadece avı avcıya götüren olmuşlardır. Avcının onlara bakışı da, avın canı çıkmadan kendi bedenine verdiği haz, canı çıktıktan sonra da yiyip yutma seanslarında avdan aldığı lezzet ölçüsünde olmuştur.
İşte bu bakış açısıyla, bugün de aynı şekilde bir bilen değil ama çok bilenler yine ortalığı kasıp kavurmaktadır. Bu çok bilenlerin hep ortak özellikleri vardır. Bunlar; iktidar erkini elinde tutan siyasi otoriteye hep yakın ve çapkın dururlar. Öyle keskin nişancılardır ki, iyi beslenmiş yağlı turnayı tam gözünden vururlar. Adaletlerinin temeli mülk olduğundan hep sofranın başında otururlar. İşleri ve güçleri yalan ve dolandır, sermayeleri talandır. İnim inim inleten mazlum ahları ve feryatları hep geriye kalandır. Bildikleri hep yarım ve yamalaktır. Dinden bahsederler ama insanı dinden ederler. Doktor olur cana bakmak isterler ama insanı candan ederler. Kime zengin derlerse onu maldan ederler. Bunlar post modern anlayışın gösteri toplumunun gösterişçileridir ve hep başkalarının kendilerini tanımlamalarıyla sahte ve gölge varlıklarını sürdürmeye çalışırlar. Hem hakimliğe ve hem de savcılığa soyunmuşlardır. Hem yargılar ve hem de karar verirler. Herkes, her şey bunlar haşa bunlar için yaratılmıştır. Herkes bunlara hizmet ve katkı sağladığı ölçüde değerlidir. Onlar kendileri gibi olmasalar da, hatta onlara göre dindar da olmasalar sırf onlara hizmet etmek için ALLAH tarafından yaratılmıştır. Çünkü bunu kendileri dillendirmektedirler. İnsanları kategorize etmekte ve insafsızca ötelemekte üzerlerine yoktur. Çünkü kolayca iftira edebilirler ve ellerini kana batırarak sırtınıza vurabilirler. Yaptıkları her adaletsizliğe ve pisliğe doğru sebepler ararlar. Her şeyden, her şekilde yararlanmaya çalışırlar. Her devrin adamlarıdır ama her devirde adam olamazlar. Karanlıklarda iş yaparlar aydınlıktan korkarlar. İşte böyle aziz dostlar vel hasılı iyi çoraplar amma artık kokmaya başlamışlardır. Çünkü bunlar temiz olmadıkları gibi temizleyen de değillerdir.
Çare milletimizin uyanmasıdır. Üzerine serpilmiş ölü toprağından silkinip titreyerek kendisine dönmesidir. Döneceği kendisinin tarihi ve kültürel derinliklerinde kurtuluşun kodları vardır. Sokrates’in İdealist felsefesi de buna ışık tutmaktadır. Hiç kimse kendisi ve kendisi gibi olanlar dışındakileri ötekileştirmemelidir. Çokları olanlar azları olanları takviye etmelidir. Bu ülkedeki birlik ve beraberlik bağları bozulursa yüzleşeceğimiz gerçeklikler ap açık ortadadır. O gerçekliklerin sergilendiği yerler de; Mısır, Libya, Irak, Suriye, Doğu Türkistan, Afganistan, Karabağ, Kerkük, Musul, Balkanlar, Afrika ve daha bir sürü yerdir. Önemli olan bütün bunlardan gerekli derslerin çıkarılması ve gelecekle ilgili yaşanabilir öngörülerin ortaya konulmasıdır. Grisi fasa fisodur.
Ne diyelim Rabbim ıslah eyleye!..