Aziz dostlar; yeniden hepinizi derin saygı ve muhabbetlerimle selamlıyorum. Rabbim hepimizin işlerimizi kolaylaştırsın ve akıl sağlığıyla beden sağlığımızı korumamıza fırsat versin. Hani derler ya; “Ayıdan post, gâvurdan dost olmaz”. Büyük vatan şairimiz merhum, Mehmet Akif ERSOY’ un; “medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” dediği batı medeniyeti; ayrıştırma, değer yok etme, sömürü, talan, yok ederek varlığını sürdürme temeli üzerine kurulmuştur. Halbuki Türk-İslâm medeniyeti ise; birleştirme, değer üretme, paylaşma, insanı yüceltme, koruyup yaşatma temeli üzerine inşa edilmiştir. Dünyanın hemen hemen her tarafında bu iki farklı medeniyetin belirleyici izlerine rastlanmaktadır. Onlar bireyi ön plâna çıkararak değer adına her şeye küfrettirip isyan ettirirken, bizler ise İbni Haldun’un deyimiyle şahsiyetleştirdiğimiz bireyi (beni) bizde eriterek toplumsal birlik ve bütünlüğü sağlamlaştırmışız. Türk – İslâm medeniyetinin inşa edilmesiyle ortaya çıkan pozitif toplum yapısında; aç komşusunu doyurmadan yatmayan, çuvaldızı kendisine batırmadan iğneyi başkasına batırmayan, mülkün temeline adaleti koyan, göçmen kuşların göç yollarına kuş barınakları kurarak onların dahi haklarını koruyan, halâ hayranlıkla yad edilen bir vakıf geleneği hayata geçiren ve alanın vereni tanımadığı bir yardımlaşma ve dayanışma kültürü oluşturan özgür ama yaratana kulluk görevinin bilincinde olan şahsiyetler doğmuştur.
Dünün batı medeniyetinin tek dişi kalan canavarları, bu gün AB çatısı altında dişlerini yenileyerek kanını emecek zayıf damarlar aramaya çıkmışlardır. Dişleri bir kere kana battıktan sonra, artık geri dönüşü olmayan şer yolunun azılı yankesicileri olmaktan geri durmamışlardır. Bunların dostluklarının düşmanlıklarından daha tehlikeli olduğu artık anlaşılmalıdır. Tarihsel olaylar geleceğe dönük ortaya çıkan yeni değişkenler dikkate alınıp yeniden yorumlanarak karanlıkta kalan noktalar aydınlatılmalıdır. Bilindiği gibi Avrupa birliği üyeliği maceramız çok uzun bir süredir devem etmektedir. Bir türlü eşit çıkarlar çerçevesinde bir ortaklık gerçekleşmediği gibi, ellerine geçirdikleri her fırsatta daha fazla kan emmeye ve sömürmeye devam etmişlerdir. Gümrük birliği anlaşması buna çarpıcı bir örnektir. Batı medeniyetinin doğurduğu Avrupa birliği, başlattığı üyelik uyum sürecinin gereklerinin yerine getirilmemesi için, ülkemizde kaos ortamı yaratıp, bu kaos ortamına bağlı demokrasi ihlallerini bahane ederek sürecin ilerlemesini engellemek istemektedir. İşte Gezi parkı olaylarıyla Avrupa Birliği arasındaki korelasyonu bu bakış açısıyla ortaya koymak gerekir. Çünkü gezi Parkı olayları çığırından çıkıp yakıp yıkmaya dönüştüğünde, ister istemez polis müdahalesi yapılmış ve bu sırada yaşanan istenmeyen durumlar, yaşanan somut olaylar olarak ortaya çıkmıştır. Neticede yaşanan tüm olumsuzluklar, işte o Avrupa Birliği tarafından yaratılan riskler olarak ortaya çıkmış ve arkasından bu riskleri yaratanlar geri dönüp hepsini satın almaya çalışmışlardır. Satın almaya çalıştıkları riskleri kendileri yaratmışlardır ve alabildikleri ölçüde de avazları çıktığı kadar bağırmışlardır. Özellikle Almanya ve Hollanda açılması gereken yeni müzakere ve uyum fasıllarının açılmasını veto etmişlerdir. Sebep; ifade etmeye çalıştığım ve kendi yarattıkları riskler olan Gezi Parkı olaylarıdır. Öyleyse Gezi Parkı olaylarının arka plânını yeni ortaya çıkan Almanya ve Hollanda’nın tutum ve davranışlarından anlamak daha kolay olacaktır. Benim bir yakın akrabam vardı ve kendilerine çok önemli bir iyilik ve yardım yapıldığı zaman, aynı şekilde karşılığını vermemek için mutlaka bir bahane bulur ve küskünlük ortamı oluştururdu. Böylece yapılan iyiliklere karşılık verme durumundan kurtulurdu. Avrupa Birliğinin durumu da aynıdır ve biraz daha örtülü olarak bu işi yapmaktadır.
Tarihçilerimizi çok önemli görevler beklemektedir. Çünkü aynı şekilde geçmişte mevcut değişkenler çerçevesinde yorumlanan ve analiz edilen tarihsel olaylar, yeni ortaya çıkan farklı değişkenler kapsamında yeniden analiz edilerek doğruya daha yakın gerçeklikler ortaya çıkarılmalıdır. Esasında küreselleşen dünyamızda toplumsal kalkınmanın ve gelişmenin en temel dinamiği de bu olsa gerek. Özellikle Almanya ve Osmanlı ilişkileri yeni ortaya çıkan AB tutum ve davranışları boyutuyla yeniden masaya yatırılmalıdır. Bu gün, devletimizin Avrupa Birliğine tam üyelik mücadelesinde Almanya’nın takındığı tavır, öyle zannediyorum ki geçmişe ışık tutmaktadır. Bu gün, içerisinde onlara katma değer sağlayan işçilerimizin oluşturduğu hizmet sektörünü bile göz ardı ederek, zaman zaman katliamlara varan Nazi saldırılarına göz yuman bir Almanya’nın Osmanlıya gerçek dost olarak davranmış olması düşünülemez. Hakikaten II. Dünya harbi ve Milli Mücadele tarihimiz ayrıntılı olarak incelendiğinde, aynı şekilde yaratılmış olan risklerin diğer düşman ülkelere pazarlanmış olabileceği gerçeklikleriyle karşılaşılacaktır. Yeni tarihsel gerçeklikler yeni kuşaklara aktarıldığı zaman, tarihsel bilinç ve şuurun yeniden canlanacağı unutulmamalıdır. Bu tarihsel döngü dönüşümünü sürdürürken, ortaya çıkacak yönelimlere doğru istikametler verilmesi elbette ki tarihçilerimizin işi olacaktır. Her yeni gelecek yaşantı, tecrübe ve deneyimler en uzak geçmişin tarihsel olayları için aydınlatıcı güneş ve yıldızlardır. İşte bu bağlamda yapacağımız yeni okumalar topluma yön verecektir. Onlar şimdilik yazıcılar ve bizler de onların yazdıklarının okuyucularıyız. Ancak doğru okumalarla kendi güvenliğimizi tahkim edebiliriz. Ne zaman bizler yazan ve onlar okuyan olur ise, işte o zaman öğrenilmiş ve kabullenilmiş çaresizlikten kurtulmuş olacağız.
Siyasi iktidar, batıya yaklaşım tarzını işte bu yapı çerçevesinde belirlemelidir ve ortaya çıkacak yeni durumlara yeni vaziyetler alabilme potansiyelini dinamik bir süreç olarak hep canlı tutmak zorundadır. Karşı tarafın nihai olarak ne yapmak istediğini tam olarak anlayamayan ve kendi durumunun da tam farkında olmayanların her hangi bir çatışma veya ihtilaf durumunda başarılı olması imkânsızdır. Birilerinin çıkıp Avrupa Birliği üyesi Almanya ve Hollanda’nın tutumlarının sebeplerini hiç olmadığı yerlerde adeta onların beklentileri doğrultusunda niyet okuyuculuğu yaparak aramaları bana göre iç kamu oyunu manipüle etmeye yöneliktir. Böylece asıl sebepler rahatlıkla göz ardı edilerek karşı hamlelerin önüne geçilmektedir. Ne yazık ki bu hep böyle olmaktadır ve işte gümrük birliğinden doğan kayıplarımızın dillendirilmesine rağmen devam etmesi de bu yüzdendir.
Selam ve sevgilerimle
Doç. Dr. Ali Osman ENGİN