Sevgili dostlar hepinizi en derin sevgi ve muhabbetlerimle selamlıyorum. Rabbim işlerinizi kolaylaştırsın, sağlığınızı daim kılsın, vakti gelince ebedi dünyamıza yolculuğa çıkarken imanımızı yoldaş eylesin İnşallah.
Özellikle bu değerlerimize vurgu yaparken, insanlık tarihinin gelmiş olduğu bu sancılı küreselleşme döneminde devletler ve toplumlar arasındaki her türlü etkileşim ve buna bağlı olarak ortaya çıkan değişimin oluşturduğu tesir alanı ve yönünün çok ciddi bir şekilde anlaşılması ve değerlendirilmesi gerekir.
Eğer analiz ve değerlendirmeler gerçekçi ve somut kriterlere dayalı olarak yapılırsa, bütün dünyayı emperyalist hegemonyaları altına almaya ve asla üretmeden onları ürettiklerini tüketen tüketim toplumlar haline dönüştürme hedef ve politikalarının odağında değişen jeopolitik stratejiler yerine oturttukları teopolitikve biyopolitikstratejier söz konusudur.
Bu çerçevede kendilerini dünyanın hakimi ve hekimi olarak gören Batı emperyalizmi ve haçlı ittifakları toplumları köleleştirmek, sadece kendilerine bağımlı hale getirmek ve sıradanlaştırmak için toplumu meydana getiren bireylerin ya inancına, ya sağlığına ya hayallerine ya da tarih şuuru ve tarih bilincine müdahale etmektedirler.
Bugün ülkemizin ve milletimizin geleceği olan yeni nesillere her tarafımızı saran genetik yapısı bozulan gıdalarla müdahale ederek onların kısırlaşmalarını sağlamakta ve böylece toplumların yeni ve sağlıklı nesillerle devamını engellemeye çalışıyorlar.
Kısacası beden sağlığına müdahale söz konusudur. Beden sağlığı bozulan birey ve toplumların akıl, idrak ve bilinç düzeylerini düzene koyan akıl sağlığı da bozulur. Akıl sağlığı bozulan bireylerin artık inanç dünyalarına da rahatlıkla müdahale edilebilir. 2016 yılı 15 Temmuzunda millet olarak yaşadığımız hain ihanet kalkışmasını plânlayan ve uygulamaya koyanların işte bu argümanları kullanarak ülkemizi o noktaya getirmişlerdi.
Fetullahçı terör örgütüne devlet ebed-müddet için müdahale edilmiş, kolları ve kanatları kırılmıştır. Anlaşılacağı gibi, ülkemizde kaos, kargaşa ve toplumu meydana getiren bireyler arasındaki güven olayını yok etmek için teopolitik ve biyopolitik stratejilerle yola çıkıldığı görülüyor.
Cemaat yapısıyla bu müdahale ve iç savaş çıkarma senaryosunu devreye koyan küresel güç merkezleri hedeflerine ulaşamamış olsalar da, unutulmamalıdır ki kesinlikle boş durmuyorlar ve yeni yeni stratejilerle ortaya çıkıyorlar. Bu stratejilerden en çarpıcı olanı da; artık ilçelerde de ortaya çıkan merdiven altı cemaat ve tarikat oluşumlarıdır.
Bu habis yapıların zemin buldukları yerlerde halkı irşad edecek, onların maddi ve manevi sıkıntılarını giderecek rehberlik ve danışmanlık diye bir uğraşıları da olmamıştır. Sadece kendilerine biat eden müritlerinden oluşan bir kitleyi ve onların inançlarını sömürerek muhtemelen varsa eğer ticari faaliyetlerinde zorunlu müşteriler konumuna taşımayı hedeflemişlerdir ve bu durumun haksız rekabet oluşturdukları yerlerde maliyeti çok düşük bir strateji olduğu iddia edilebilir.
Ahmet YESEVİ geleneğinden gelen bir tarikattan tamamen ayrışmış ve sadece dünyevi çıkar ve menfaatler için kurulan bu paralel, paralelin paraleli ve sahte tarikat yapıları eğer gerçekten YESEVİ geleneğinin temsilcisi olsalardı; kendi VİP müritlerinin yapmış oldukları hırsızlık, sahtekârlık, hile, hurda, yalan ve dolanları hoş görmezler ve mutlaka bunlara dur derlerdi.
Kendi çıkar ve menfaatlerine dokunacağı için onlara dur diyemeyen bu naylon tarikatçıların hangi haksızlık ve yolsuzluğa dur diyeceklerini merak ediyorum. Şurası bilinmelidir ki bu aslından ayrılmış ve toplumu ayrıştırmayı hedefleyen sahte tarikat yapılarının çoğunun kurucularının MOSSAD ve CIA bağlantılı olduğunu bizzat bu kurucu ağababaları açıklamışlardır. Eğer bir tarikat veya dergâh müritlerini haksızlık karşısında haksızdan yana tavır aldırıyor ve o haksızlık karşısında susan dilsiz şeytana dönüştürebiliyorsa, işte orada bu yapıların hakikatin neresinde olduğu düşünülmelidir.
Gerçek tarikat ve tasavvuf ehli olanların, başkalarının alın teri ve emeğinin gasp edilmesine bilerek veya akdi sorumluluklarını yerine getirmeyip ihmal boyutuyla sebep olan dergâh üyeleri ve onların birinci derece yakınlarını işte bu insanlık dışı tutum ve davranışlarından dolayı hesaba çeker ve gerçek tasavvuf ve vahdet anlayışının gereğini yaparlardı.
Çünkü haksızlık karşısında susan ve hatta onlara niyet ve söylem olarak destek olanların şeytanın ta kendisi oldukları unutulmamalıdır. Batı emperyalizmi ve onun kirli emelleri doğrultusunda geliştirilen teopolitik yani din referanslı bu tür yapılar, o stratejinin dini din ile yok etme savaşının adıdır. Gerçeğiyle uzaktan yakından alâkası olmayan bu DNA’ ları bozulan yapılar ayaklarını basacak zemim bulduklarında ticaretlerini ve arkasından da siyasetlerini yaparlar. Bu hep böyle olmuştur ve muhtemelen gelecekte de aynısı olacaktır. Eğer siyasi otoriteye sızamazlarsa, kaybedeceklerini bile bile başkalarına da kaybettirmenin yollarını ararlar. Bulurlarsa ne alâ, bulamazlarsa da sadece rakip olarak ta reklama dayalı bir güç elde etmiş olurlar. Ancak bu gücün aslında zehirli ve zehirleyen bir güç olduğunu kestiremezler. Zehri yedikçe irade ve şuurlarını kaybederek serseri mayın gibi sağa sola salya akıtarak saldırırlar.
Gerçek tasavvuf yolu hak ve hakikat yoludur. Hal ehli olmaktır. Eline, beline ve diline sahip olmadır. İncitilse de incitmemedir. Haksızlık karşısında susmamadır. Bilimin geldiği en son nokta olan teklik anlayışını Allah’ın varlığı ve tekliği anlayışına dönüştürüp işte o noktadan başlamaktır. Ortaya koyduğu vahdet anlayışıyla Yüce Allah’ın varlığını ve birliğini öce şeksiz ve şüphesiz kabul etme ve sonra yola koyulmadır. Kendi adaletinin temeline mülkü koyma değil, mülkün temeline adaleti koymadır. Kısacası hak ve hakikatlere tutunarak ayağa kalkmadır.