Öncelikle Milletimizim 29 Ekim Cumhuriyet Bayramını kutluyorum ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve tüm Vatan ve Millet uğruna canlarını veren Şehitlerimizi Rahmet ve Minnetle anıyorum.
Ortadoğu ve Uzakdoğu coğrafyalarında belki de çok daha derinlemesine analiz edilip incelenmesi gereken değişkenlere bağlı olarak, toplum ve korku mühendisliği çerçevesinde gerçekleştirilen toplumsal olayları ve tüm paydaşlarının gerçek felsefelerinin doğru anlaşılması kritik ve zorunlu hale gelmiştir. Bu zorunluluğun çok berrak zihinsel faaliyetlerle anlaşılması mümkün olamaz. Ölçümlenebilir, gözlemlenebilir somut olarak var olan ve kontrol edilebilen bağımlı ve bağımsız değişkenlerle çalışan fen bilimleri (bilimsel) mantığıyla belki değil, ancak daha karmaşık, kontrol edilemeyen ve mutlak ve değişmez doğrunun olmadığı gerçekliği unutulmadan daha bulanık zihinsel faaliyetlerin devreye sokulması ile doğruya daha yakın değerde sosyolojik kuramlar ışığında yeni paradigmalarla değerlendirilmesi beklenir.
İşte bu gerekçelerden yola çıkarak yaşamakta olduğumuz sıcak küresel olayları düz ve berrak zihinsel faaliyetlerle okuyup değerlendirenlerden tamamen farklı bir yaklaşımla değerlendirmek istiyorum. Yazdıklarımın en üst derecede dikkate alınacağına inanıyorum bu yüzden de boşa kalem sallamadığımı düşünmek istiyorum. Daha önce de yazdığım bir yazıda, mevcut iktidarı destekleyen ve ifade etmeye çalıştığım düz ve berrak zihinsel faaliyetlerle her şeye doğru diyen bir anlayış sergilemeleri iktidara verdikleri en büyük zararı oluşturmuştur. Onların farkında isteyerek veya istemeyerek olamadıkları; kendilerinden çok daha objektif olarak siyasi iktidarın doğrularının da yanlışlarının da farkında olup, doğrularda mutlaka yazdıklarıyla yanında olan ve doğru olmadığına inandıklarında da yapıcı eleştiren bir çok entelektüel vardır.
Diğer yandan muhalefet için de aynı durumdan bahsedebiliriz. Muhalefetin iktidarın her yaptığına yanlış demeleri aynı şekilde ne inandırıcı ve nede güven vericidir. Burada da düz ve berrak bir zihinsel faaliyetten bahsedilebilir. Bu ülkede toplumsal birlik ve beraberlik adına işte bu bakış açısıyla birbirlerini kucaklamaları gereken siyasetçilere, bürokratlara, eğitimcilere, akademisyenlere, din adamlarına çok önemli görevler düşmektedir. Bir öğretmen yetiştirme ve batı dilleri eğitimi (İngilizce) alan uzmanı olarak eğitim fakültelerinden mezun öğretmen adaylarının hazırlanacak istihdam ve mesleklerini icra etmeleri ile ilgili projeler çerçevesinde hayata geçirilmesi önemlidir ve toplumsal açıdan değerlendirilmelidir. Ülke olarak yaşadığımız toplumsal ve bireysel sorunların üstesinden gelmek için millet olarak önemli bir düzeyde “Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik” destek hizmetlerine azami ihtiyaç vardır. Nasıl ki tıpta aile hekimliği uygulaması var ise, sanıyorum bu konuda da Aile Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlığı” yapısının oluşturulması ihtiyacı çok açık olarak ortadadır. Biraz mizahi olacak ama, belki denilebilir ki, her üç kişiden iki buçuğunun böyle bir yardım almaları doğaldır. Hakikaten çağımız stres çağı ve toplum olarak stres toplumuyuz. Stresi yönetmenin yolu da bu olsa gerekir. O halde bu birimin kurulmasıyla beraber, Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Anabilim Dalı mezunlarının tüm köylere ve eğitim kurumlarına ve hatta kamu kurumlarına birer ikişer atanmaları beklenebilir.
Suriye’de yaşanan kriz çerçevesinde gerçekleştirdiğimiz; “Barış Pınarı” isimli terör operasyonu ile ilgili olarak, PKK/PYD/İŞİD gibi terör örgütlerinden arındırarak kurduğu güvenlik koridorunda daha güneye ve Suriye yönetimi’ ne entegre edilmeleri gibi bir Amerikan projesinin belki de mevcut Suriye yönetiminin PKK/PYD içerisinde eritilip (etkisiz hale getirilip) bir Suriye PKK/PYD terör devletinin inşası niyetinin olduğunun düşünülmesini istiyorum. İşte bulanık zihinsel faaliyetlerle düşünüldüğü zaman, bu karanlık hamlelerin gelebileceği anlaşılıyor. Amerikan Başkanının General Mazlum ifadesinin arka plânında bu düşüncenin olması oldukça gerçekçidir.
Tüm Türk - İslâm Coğrafyalarında yaşanan olayları aynı bakış açısıyla değerlendirdiğimiz zaman, adeta bir Ümmet ve Millet mücadele alanının oluştuğunu anlayabiliyoruz. Gerçekten de Türk Milleti ve Türk Devleti olarak yürüttüğümüz terör operasyonu böyle bir olguyu su yüzüne çıkarmış ve ne yazık ki, Katar hariç farklı etnik yapılardan (Arap halkları) Batı Emperyalizmi ve Haçlı ittifakının safında yerlerini almışlardır. Yaptığımız terör operasyonunun Milletimiz ve esasında tüm İslâm Aleminin; Çanakkale gibi, Sarıkamış gibi, Kerbela gibi, Malazgirt gibi, belki Bedir gibi bir dönüm noktasıdır. Ancak buna rağmen böyle davranılması “Ümmet” anlayışının işletilmediğini gösteriyor. Bunun yanında kendilerinin Atilla’nın torunları olduklarını belirten, Hıristiyan olmalarına rağmen yaptığımız operasyonu koşulsuz destekleyip bu konuda Birleşmiş milletlerde aleyhimize alınacak kararı veto eden Macaristan, diğer tüm Türk Devletleri Konseyi ve doğal olarak kardeş Pakistan yanımızda yerlerini almışlardır. Mehmet Akif Ersoy’unda tüm Arap coğrafyasını dolaştıktan sonra “İstiklâl Marşını” yazmış olmaları manidardır. Dünyanın her tarafından ve her etnik yapıdan gelerek terör örgütleri içerisinde bir arada milliyetsiz özellikle “Selefi İslâm” anlayışıyla ve temelde küresel güçler tarafından yapılandırılmış olması, İslâm Dünyasındaki (özellikle Arap dünyası) millet olma şuurunu yok etme senaryo ve projesi olduğunu düşünüyorum. Sanıyorum tarih beni haklı çıkaracaktır.
Bu projenin cephe gerisindeki uzantıları ise; birer tutam sakal ve de her tarafa oynar şalvar gelleleriyle ortaya çıkıyorlar. Gerçek Türk İslâm anlayışından beslenen, cemaatleri “Cami Cemaati” olan, dinimizin tasavvuf boyutunu işleyen, bir lokma-bir hırka hesabi şeriatı eksiksiz yaşayan Alperen ve Civanmertlerden oluşan, geçmişte de Anadolu Coğrafyasının kapılarını açan tarikatlar elbette ki konumuzun dışındadır. O dönemlerde bu yapılar Millet olma şuurundan beslenen, devleti ve de Milleti ezelden ebede yaşatma sevdasını işleyen gönül erlerinden oluşuyordu. Onun için Ebul Hasan Harakani bir Türk Alpereni olarak Ertuğrul Gazi’nin Kars bölgesinde Yahniler dağında Haçlılarla yaptığı muharebeye katılır ve yaralanarak daha sonra şehit olur.
Batı ve Siyonist Haçlı ittifakı büyük Türk Milletini öncü güç kaynakları olarak özlenen ve beklenen bir formata büründüren bu tasavvufi yapılar üzerinde çok uzun süre çalışmışlar ve hedef haline getirdikleri Türk Milletini ve şüphesiz onun kurumsal yapısı olan Türk Devletini dirilip ayağa kalktığı yerden bölüp parçalamanın stratejilerini geliştirmişlerdir. Bu stratejilerin ürünü olan toplumsal boyutlu yapılar; günümüzün; derdi din, iman ve Türk Milleti’nin bekası olmayan, “vatan sevgisi imandandır” ilkesini unutturmaya çalışan, kendilerine verilen rol gereği ümmetçilik peşinde koşarak himmet devşiren ve davaları ticaretten ihanete dönüşen tarikat ve cemaat yapılarıdır. Bunlar kapitalist sistemin ürettiği küf mantarlarıdır. Dışları beyaz, içleri kapkaradır. Yer almaya başladıkları yerleşim biriminde kendi düzenlerini kurduktan hemen sonra ticarete ve o gücü kullanarak ta siyasete soyunurlar. İktidar yanında yer alamazlarsa hemen kim ve ne olursa olsun muhalefete sığınırlar. Onlara göre eğer iktidar ve devlet erki onları tercih ederse ne âlâ çok iyi ve doğru olur, ama kendileriyle ilgili detayların farkında olan siyasi iktidar enselerinden tutup kapı dışı ettiğinde ise en kötü ve şöyle böyle olur. Bunların dini de imanı da para ve devlet erkini ele geçirerek ağababalarına pazarlamaktır. Çünkü bunun karşılığında töretilmişler ve nemalandırılmışlardır. Gerçek iyiler bunların yanında yer almazlar ve alamazlar. Bunlar daha çok kötülere yanaşarak güya suni döllenme gibi suni iyileştirme iddiasıyla kendilerine koşulsuz biat eden insan kitlelerine ulaşırlar. Onları kullanabildikleri ölçüde de ticaret ve ihanetlerine devam ederler.
Cemaati cami cemaati olmayan, şeyhlerinin kim olduğu ve nerelerden geldiği çokta bilinmeyen ve devlet erki tarafından kontrol edilemeyen ve ne hikmetse paralel terör örgütü ve onun paralelleri gibi hep paralel ve ikili yapılardan oluşuyorlar. Sanki birbirleriyle kavgalı gibi davranırlar ve birbirlerini zındıklıkla bile suçlarlar. Ancak ne hikmetse birbirlerinin yok olmasını da istemezler. Aslında bu bir stratejidir ve birine bir şey olursa diğeri devam etsin diyedir. Millet olma şuurundan ve devlet olma erkinden uzaktırlar. İnsanları kendilerine biat ve hizmet eden zavallılar olarak görürler. Hemen hemen hepsinde bu yapı vardır.
Rabbim Ülkemize ve aziz milletimize zeval vermesin. Düşmanlarımızın hayallerini kursaklarına gömsün.