Bu ülkeye ve kurduğu Türk İslâm Medeniyetiyle sadece insanlığa değil, Cenabı Allah’ın ruh verip yarattığı tüm canlılara kol kanat geren, onları koruyan ve yaşatan, mazlumları ve zayıfları güçlülere ve zalimlere ezdirmeyen, yaptığı her iş ve davranışta en temel hareket noktası olarak Allah’ın rızasını gözeten, Hakka ve Hakkın Hakikat olan Hakikatine çok sıkı tutunduğu için her zaman, her yerde ve her koşulda dimdik ayakta durabilen, zalimlerin karşısında aşılmaz yüce dağlar gibi çok büyük ve Mevlâ’sına kul olma iradesiyle alabildiğine özgürleşen ve bütün bu katma değerlerlin yekunu olan büyük Türk-İslâm Milletine yüreğinin derinliklerinden sevdalı olan çok değerli dostlar; kesinlikle inanmalıyız ki her birimizin, bu ülkenin ve bu ülkede yaşayan herkesin birbirini sevmeye ve her ne olursa olsun tahammül etmeye ihtiyacı vardır. Bu aziz toprakları bu değerleri gözeterek vatan tutan her şahsiyet bu ihtiyaçlarla doğar, bu ihtiyaçlara yaşar ve yine bu ihtiyaçlarla göçüp gider. Adı-sanı, soyu-sopu, işi-gücü, dini-dili her ne olursa olsun bu toprakları çok darda olsa şimdilik mekân tutmuş herkesin bu şuura sahip olması gerekir. Bu dünyada olduğu gibi göçüp gideceğimiz öteki dünyada da gerçek kurtuluş reçetesi budur.
Bu ihtiyaçlarımızı birbirimizi gözeterek Hakkın rızasını elde etmeye dönük olarak karşıladığımız ölçüde de birlik ve beraberliğimizi mayalamış olacağız. Bu mayalanış sonucunda da toplumsal birlik ve beraberliğimizi sağlıklı bir şekilde sonsuzluğa kadar canlı tutacağız. Aksi halde boşa harcanan enerjiyle beraber, elimizde olan her şeyimizin uçup gitmesini hep geriye doğru pişmanlık duygularıyla ve bir ölçüde yutturulmuş ve öğretilerek dayatılmış çaresizlik içerisinde ağıt bile yakamadan seyredeceğiz. Belki bugün için bize değmeyen yılanı bin yaşatan duyarsızlığın ve nemelazımcılığın neticesi ölümcül gölgesi altında gölgelenmeye devam eden tapınak şövalyeleri ve daralmaya başlayan boğazın simonları, şimdilik ele geçirdikleri konfor içerisinde kristal kadehlerinden bu aziz milletin kanını içmeye devam edebilirler. Hatta bu arada zafer sarhoşluğuyla sakladıkları kirli kursaklarından portlayıp açığa çıkan kin, nefret ve ihanet şarkılarını terennüm edebilirler. Bunlar sadece onların her fırsatta ekmeye devam ettikleri rüzgârlardır. Bu rüzgârları ekenler yarın kızıl kıyameti ve fırtınaları biçeceklerdir. Bilinmelidir ki, bu dünyada ve öbür dünyada karşılığı olmayan hiçbir şey yoktur. Zaten olanı var eden de işte bu karşıtlıklardır.
İçerisinde yaşadığımız terör belasının her gün şehit ettiği vatan evlatlarını her defasında yeniden ateşlenen bağrımıza basarken, şimdilik dualarla beraber ağıt yakarak uzun uzun, ebedi istirahatgâhlarına götürülen sessiz ve sedasız tabutları arkalarından seyrediyoruz. Nefesimiz kesilip, tükürüğümüz boğazımıza düğümlenirken; dün Bedir de, Çanakkale de ve Sarıkamış da yazılan olağanüstü destanlarla mabedinin üstüne namahrem eli değdirmeyen, minarelerden ezanı susturmayan Bedrin, Çanakkale’nin, Sarıkamış’ın Aslanları bugün de terör belasına karşı aynı mücadeleyi, aynı ruhla vermeye devam ediyorlar. Evet sevgili dostlar; “Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez”. Çünkü vatan; hayallerimizi, ideallerimizi ve tüm geçmişimizle beraber varımızı ve yoğumuzu sığdırdığımız uçsuz bucaksız mekânlardır, Hak ve Hakikattir, yönü ezelden ebede doğrudur, somuttan soyuta doğrudur, her seferinde hep yeniden dirilişe doğrudur. Vatan bu sevdanın ekildiği sınırsız coğrafyalardır. Bugün dünyanın en ücra köşelerinde bile boy verip filizlenmeye başlayan bu sevda tohumları, her yöne filiz sürüyor ve açan çiçeklerinin bal yapan arılarını bekliyor. Aziz dostlar eğer sevda böyle büyükse, küçüklerin esemesi bile okunmaz. Yeri ve zamanı geldiğinde onların esemeleri adaletin önünde okunacak ve hak ettikleri cezaları yüzlerine okunarak kesilecektir. Umudumuzu ve duyarlılığımızı korumak zorundayız.
Terörün hedef olarak seçtiği toplumsal birlik ve beraberliğimizi Allah korusun kaybettiğimiz an, emin olunmalıdır ki mutlak iradenin cezası hepimize kesilecektir. Çünkü bugün yüzleşmek zorunda kaldığımız sıkıntıların tamamı, üzerimize yüklenen misyonumuzun gereğini yerine getirmemiş oluşumuzdandır. Bilinmelidir ki; idealleri büyük olan toplumların karşılaşacağı sorunlar ve çekilesi çileler de o ölçüde büyük olacaktır. Dedim ya, biz büyüklere talip bir milletiz. Öyleyse hiç vakit geçirmeden silkinip ayağa kalkmak zorundayız. Tutunmamız gereken hakkın ipidir. Bunun dışındakiler toz duman fırtınadır, tipidir. Hemen sınırlarımızın yanı başında devam eden kızıl kıyametler buna gerçek örneklerdir. Zalimler çıyrıklarını çevirmeye devam ediyorlar ve tezgâhlarında dokudukları boy boy ve desen desen kefenleri, elde etmeye çalıştıkları çıkarlarına bağlı olarak acımasız ve insafsızca ötekileştirdiklerine giydirmeye çalışıyorlar. Onlar doğal olarak bunu yapmaya devam ederken bunların karşısında bizim ne yaptığımız ve ne yapmadığımız önem kazanıyor. İsterseniz gelin biraz da bu konuları istişare edelim.
Sınırlarımızı ihlal ettiği için bir Rus uçağı düşürüldükten sonra gerilen ikili ilişkiler tartışılırken, elbette ki ülkeyi yöneten siyasi otoritenin karşı taraftan gelebilecek karşı hamlelerin hesaplarını da en ince yarıntısına kadar hesapladıklarını ve eğitimdeki önlemsel yönetim anlayışıyla gereken tedbirleri aldığına ve her durumda da alacağına olan inancımızı hiç kaybetmedik. Bu öngörünün doğru olduğu daha sonra gelişen olaylardan da anlaşılıyordu. Ancak ilerleyen dönemlerde bir Rus gemisi boğazlardan geçerken geminin güvertesinde bir Rus askerinin omzunda karadan havaya atılan bir füzeyle görüntüsü verilmişti. O an için bunun ne anlama geldiği anlaşılmadığı gibi, herhalde gemiye yapılacak herhangi bir saldırıya karşı önlem olabileceği düşünülmüştü. Yazılı ve görsel medyada hemen hemen her konuda komplo teorileri üreten ve hatta siyasi otoriteyi yönlendirmeye çalışan güya bilmem ne yazarları bu görsel imajın gerçekte ne dediğini çözememişlerdir. O gün bu manzaranın özellikle terör örgütüne verilen bir mesaj olabileceğini düşünmüştüm. Eğer o zaman o yazarlar ve çizerler kadar medya imkân ve fırsatlarına sahip olsaydım, sanıyorum bu düşüncem değerlendirilebilir ve bu silahın terör örgütünün eline geçme ihtimallerine dönük daha fazla önleyici ve karşı istihbari tedbirler alınmış olurdu. Ancak devlet erkinin bunları düşünmediğini ve gereken tedbirlerin alınmadığını düşünmüyorum. Mutlaka tedbirler alınmış ve gerekenler de yapılmıştır. Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada; maalesef, helikopterimizin yerden hava hedeflerine atılan bir füzeyle vurulmuş olabileceği belirtilmiştir. Şimdi geriye doğru yeniden düşünüp taşları yerine koymak zorundayız ki arkasından gelebilecek yeni hamlelerin neler olabileceğini öngörebilelim.
Bu gemiden sonra da benzer bir gemi yine boğazlardan geçerken, üzerinde kamufle edilmiş gibi görünse de fark edilen tanklar vardı. Şimdi aynı değerlendirme ve şüphelere yer vermek zorundayız. Yarın bir gün terör örgütünün elinde tanklar görülürse, umarım benim bu yazdığım komplo teorisi de hatırlanır. Ulusal medyada at oynatan o yazar ve çizerlerin de bu uyarıyı dikkate almalarını ve değerlendirmelerini bekliyorum. Hatta bu yazdıklarımın bölgede bulunan sorumluluk sahibi ilgililerinde dikkatini çekmiş olmasını bekliyorum.
Ne yazık ki, kesintisiz olarak üzerimizde oynan oyunların da kendi fıtratları gereği birtakım meyveleri alınmaya başlamıştır. Eğer bizler ülkemiz ve milletimiz üzerinde oynanan bu oyunları önceden fark edemez ve o çıyrıklar el değiştirip yerli çıyrıkçıların elinde aziz milletimize kefen dikmeye devam ederse, hiç şüphe yok ki, sonuçları çok vahim olabilir. Çünkü o zaman o uzak diyarlardaki çiçeklerin beklediği arılar olup uçamazsınız. Uçamayan arının bal yapması beklenemez. Kovanına hapsolur ve eninde sonunda haramilere yem olur. Can havliyle sürdürülen terör eylem ve faaliyetlerinin ekmeğine yağ süren en önemli açığımız; insanlarımız arasında basit siyaset ve temelde şahsi ve günübirlik çıkar hesaplarına dönük olarak, dünyevi menfaatler adına yapılan ayrıştırma ve oluşturulmaya çalışılan düşmanlıklardır. Bu durum; tehlikeli bir seyir izlemeye başlamıştır. Esasında bu tutum ve davranışlar terörün bir başka versiyonudur. Hatta terörün alt yapısı da denilebilir. Özellikle Osmanlının yıkılış dönemlerinde ortaya çıktığı gibi, son dönemlerde aynı şekilde birçok kamu kurum ve kuruluşlarında aynı oyunlar tekrarlanıyor. Geçmişte şuculuk buculuk adına yapılan ayrıştırmalar, şimdi ise ya farklılaşan değerler, ya mikro milliyetçilik adına şehircilik olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durum da yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan farklı bir tehlikedir.
Bu konuda terörün kol gezdiği özellikle Güneydoğu’ya baktığımız zaman, daha önce aynı şekilde uygulanan mikro milliyetçilik ve bölgecilik adına yapılan ayrıştırma ve korkutup kaçırtma çabalarının etkili olduğu, o bölgedeki kamu kurum ve kuruluşlarında diğer bölgelerden devlet memuru olarak gelip çalışanların bir türlü uzaklaştırılmış olmaları sonucunda terör örgütünün daha rahat bir şekilde at binip kılıç kuşanarak, her yerde rahat bir şekilde cirit attığını ifade etmek gerekir. O zaman olduğu gibi, şimdi de, aynı amaca dönük çaba sarf edenler ürettikleri korku ve baskıların etkili olması için, nereden ve kimlerden destek aldıkları konusu çok ayrıntılı olarak incelenmelidir. Sanıyorum o zaman ortaya çok ilginç hatta bir ucu terör örgütüne kadar ulaşacak bağlantılar çıkacaktır. Hatta o bağlantıların kamufle edilmesi için fark ettirilmeyecek kadar gizlenen detaylara ulaşılacaktır. Bu durum sistematik olarak tüm bölgeye yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Devletin ve devlet kurumlarının sahipsiz olmadığını İnşallah anlarlar ve yol yakın iken vazgeçerler diye düşünüyorum.
İster farklı bir bölgede çalışanlar tarafından kendileri için üretilmiş olsun ve ister aynı bölgenin insanları tarafından yapılsın, bu sözde bölgeciliğin ama özde şahsi ve de başka çıkar hesaplarının, ne o bölgelere ve nede o bölgelerde yaşayan yerli ve millilere herhangi bir faydası olmazken, bu işin organizatörleri kurguladıkları çıkar hesaplı oyunların kaymağını her fırsatta kendileri götürüyorlar. İşin bir başka enteresan tarafı da, o bölgenin seçilmişlerinin de herhalde sergilenen oyunların farkına varamadıkları anlaşılıyor ki, bu konularda her hangi bir beyanatları bulunmuyor. Bu durum hiçbir durumda kabul edilir değildir. Oya tahvil edilemeyeceği gibi, hatta sürdürülemez. Siyasiler ve seçilmişler, kendilerini sadece bir bölgenin veya şehrin değil, aynı zamanda o bölge veya şehirde görev yapan ve nereli olursa olsun herkesin seçilmiş temsilcileridir. Bu ülkenin hiçbir tarafı birilerinden daha fazla birilerine ait değildir. Ancak böyle düşünenlerin mantığı terör mantığıdır. Eşelendiği zaman altından çıkacakta budur. Ancak teröre, bölücülüğe, kaos ve kargaşa yaratmaya ve bütün bunlar olurken de daha fazla nemalanmaya niyetli olanlar bunu yapabilir. Aklı başında olan, kinine ve öfkesine teslim olmamış insanların işi bu olamaz.
Hiçbir bölgenin seçilmişi; sadece hasbelkader o bölgede doğmuş birilerine ve çeşitli nedenlerden dolayı kendilerine daha yakın olduğunu düşünerek daha fazla ilgi ve alâka göstermekle nihai hedefine ulaşamaz. Çünkü nihai hedef; gerçek manada halka ve dolayısıyla Hakka hizmettir. Hakkın ve hakikatin yanında olanlar ise, sadece kendi çıkarları peşinde koşanlar olamaz. Bu tür orantısız yakınlık gösterilmesinin, diğerlerine karşı bir baskı aracı olarak kullanılmasına ve çok geçmeden bir güç gösterisine dönüştürüleceği unutulmamalıdır. Maalesef öyle de olmaktadır. Farklılık görev ve sorumlulukların yerine getirilmesinde, ülkeye ve millete yapılan hizmette, toplumsal birlik ve beraberliğimize verilen önemde, geleceğimizin inşası için taşların altına konulan ellerde ve akıtılan alın terlerinde aranmalıdır. Bunun anlaşılması çok zor olmasa gerektir. O insanlar aynı zamanda seçilmişlerin, işte o gerçek hizmet üretip katma değer sağlayan insanlarla görüşüp yakınlaşmalarını ve istişare etmelerini de ellerinden geldiği kadar engellemeye çalışmaktadırlar. Öyle ya o zaman kendi zayıflıkları ve de niyet farklılıkları su yüzüne çıkacaktır da ondan! Bu konularda doğru gerekçelere dayalı doğru tedbirlerin alınması gerekir. Eğer böyle giderse, ilerisini kestirmek zor olacaktır. Bölgede çalışan herkes ülkesine ve o bölgeye hizmet ettiklerini düşünüyorlardır ve düşünmek zorundadırlar. Elbette ki farklı bölgelerden gelenlerinde ancak o bölgeye hizmetle ülkeye hizmet edileceği bilincinde olmaları daha sağlıklı bir yaklaşım tarzı olacağına inanmış olmaları beklenir. Onlarda ellerine geçen imkân ve fırsatları suyunu içip ekmeğini yedikleri bölgeyi ihmal ederek her fırsatta kendi yörelerini ön plâna çıkarırcasına yapılandırırlarsa elbette ki aynı durum ve konumu paylaşmış olurlar. Zaman zaman bu tür örneklere de rastlandığı söylenebilir. Öyle veya böyle bahse konu yanlışları sergileyenler ise; kendilerine hizmet edilmediğini düşünmüş olabilirler! Bu tür tutum ve davranışlara bağlı olarak, sorumluluk sahibi olanlar üzerlerinde kayda değer bir baskı oluşabilir. Acilen bundan vazgeçilmeli ve görev ve sorumlulukları yasalarla belirlenmiş olan herksin işini en ideal şekliyle yapmasına fırsat verilmelidir. Bunu daha iyi yapanlar ödüllendirilmeli, yapmayanlar ise uygun ve akılcı stratejilerle yapmaya teşvik edilmelidir. Kimse kimsenin ötekisi değildir. Kendi elde ettikleriyle yetinmeyenler, ister hak etsin veya ister etmesin, dönüp başkalarının önünü kesmeye, onları değersizleştirmeye, ötekileştirmeye, ayrıştırmaya başlıyorlar. Maalesef bunda da başarılı olabiliyorlar. Halbuki temelde engellenen; o bölgeye ve bölge halkıyla beraber tüm ülkemize ve aziz milletimize verilecek çok daha anlamlı hizmetlerdir. Bireyler değildir.
Her ne kadar yaşanılan sorunlarla ilgili bazı tespitler üzerinde durmaya çalıştık ise de, zaman zaman da artık can alıcı çözümler üzerinde durulması gereği ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu yapıların oluşmaması için daha az sorun yaratıcı yeni yaklaşımların da gerçekten tartışılması gerekir. Bu açıdan bakıldığı zaman, dünyadaki uygulanış biçimleriyle beraber, bizim ülkemizin yaşanan sorunları ve genel gerçeklikleri göz önüne bulundurularak geliştirilecek bir başkanlık sistemi elbette ki tartışılabilir ve şüphesiz uygulanabilir. Sistemler toplumsal sorunların çözümü ve birlik ve beraberliğe sağladığı katkı ölçüsünde değer kazanır. Temel olarak vurgulamaya çalıştığım sorunların temelinde mevcut sistemin yattığını herhalde yeniden tekrarlamaya gerek yoktur.
Gelelim bir başka konuya; son günlerde çok az kişinin farkına varacağı tarzda oldukça enteresan bir toplum mühendisliği inşa edilmeye çalışıldığını ifade etmek gerekiyor. Şüphesiz ki bu ülkede yaşayan ve başlangıçta tanımlamaya çalıştığım güzel insanlarımızın hepsi, Osmanlıyı başına taç eder. Çünkü soyu, sopu, dili, dini ne olursa olsun o yapı içerisinde kendine ait bir şeyler ve hatta çok şeyler bulur. Ancak anlaşılan odur ki, bu işi samimi değil de başka kirli emeller için dillendirenlerin ağızlarından diğer etnik ve dini yapıların hepsi zikredilmekle beraber, Türk kelimesi özellikle dillendirilmemeye çalışılıyor. Bunu yapanların Osmanlı’nın yine kurucu ve yönetici iradesinin çoğunluk olarak Türklerden oluştuğunu ve hatta o şanlı dönemler dahil, Padişahların da aynı şekilde Türk oğlu Türk olduklarını bilmemeleri imkânsızdır.
Elbette ki bunu ifade ederken, bu yapıya dahil diğerlerinin daha değersiz veya uzakta olduğu algısını yaratmamak gerekir. Çünkü o muhteşem medeniyet inşacısı olan imparatorluk yapısı, böyle bir algı yaratılmasına hiçbir zaman fırsat vermemiştir. Şüphesiz her devletin dini, milli, sosyal, psikolojik ve kültürel kodları vardır ve o doğrultuda medeniyetini inşa edecektir. Ancak kendi tebası olan şahıs ve toplulukların hiçbir zaman birinin diğerine üstünlüğü hissettirilmemiş ve böyle bir ihtiyaçta ortaya çıkmamıştır. İman ve inanç düzeyinde de aynı şekilde;üstünlüğün amelde ve Allah’a kullukta olduğu, Arap’ın Türk’e ve Türk’ün Arap’a başka türlü bir üstünlüğünün olmadığı açıktır. Hepimizin milletimize olan sevda ve sevgimizin de işte o ölçülerde olduğunu belirtmemiz gerekmektedir. Bu manada herkes kendi milletine sadece bu ölçülerde bir aidiyet duygusu geliştirebilir. Bunun kimseye bir zararı da yoktur. Zararlı olan; kendi milletini var sayarken, diğerlerini yok saymasıdır.
Osmanlı’da durum böyle olmansa rağmen, vurgulamaya çalıştığım gibi, beklide ilk defa tarafımdan dillendirildiği biçimde, belli çevreler tarafından bu mevzu açılınca, dillendirdikleri Osmanlıcılık kavramı içerisinde her nedense Türk ifadesi barınamamaktadır. Böyle bir yaklaşımda amelde ve icraatta olan üstünlük yerine başka mecralara yol tutan başka niyetlerin devrede olduğunu anlamak için kâhin olmaya gerek yoktur. Burada olay her nasıl olursa olsun, Türk milletine olan bir kin ve nefret olayıdır. O zaman da bu yapının gerçekte yeni bir Osmanlıcılık inşası anlamına gelemeyeceği ortadadır. Bu garip yapı peşinde koşanların hayalleri hamdır ve işlenmeye muhtaçtır. Kendimize ait medeniyet değerlerimizle işlendiği zaman ortada en bariz fark edilen faktörün Türk Milleti faktörü olduğu anlaşılacaktır. Bunu böyle kabul edemeyenlerin aslında aradıkları şeyin Osmanlıcılık adına başka bir şey olduğu ortadadır. Aslında bunların Hilâl ve Haç mücadelesinden geriye kalmış kuyruk acıları olanlar olduğu ve Osmanlıya ihanet içerisinde oldukları anlaşılacaktır.
Sayın Cumhurbaşkanımızın, zaman zaman yerli ve milli olmaktan bahsetmelerinin odağında sanıyorum bu düşünce yatmaktadır. Hiçbir zaman sınırlarımız dışında kalan coğrafyalardan bin bir zorluklarla elimizde kalan son vatan topraklarımıza gelen ve kendilerini Osmanlı torunları olarak gören çok değerli kardeşlerimizin, hiçbirimizden farları olamaz. Biz onlarız ve onlarda biziz. Elbette ki aynı duyguların o kardeşlerimiz tarafından da aynı tonda ve aynı tutum ve davranışlarla ortaya konulması en doğru olandır. Hepimiz birbirimize elimizi uzatalım ve kurulan tuzakları bozalım. Buna en çok ihtiyacımızın olduğu dönemlerden geçiyoruz. Bilindiği gibi bir zamanlar üniversitelerimizde bir kripto yapılanma gerçekleştirilmişti. Yine o dönemlerde de temelde vatan ve millet duyarlılığı yüksek öğretim elemanları sistemin dışına itilmeye çalışılmış ve bu şahsiyetli şahsiyetlerin dışında kalan ve bu gün devletin ve milletin bekası için çok tehlikeli oldukları deklere edilen adı ne kadar albenili olursa olsun, devleti temelden sarsmaya yönelen gruplar hep yeniden var olmuşlar ve belli ki onlarda önlerine atılan atlarla Üsküdar’ı çoktan geçebileceklerine inandırılmışlardır. Çünkü onların esas beklentileri ne o grubun ve ne de bu grubun diğerlerinden çok daha güçlü ve başarılı olması değil, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin güçsüzleşmesi ve rüyalarındaki korkularından kurtulmalarıdır.
Buna öylesine inandırılmışlar veya öyle bir görüntü vermek durumunda kalmışlardır ki, dönüp kendilerine bu imkân ve fırsatları hediye eden insanlara bile çeşitli kumpaslar kurmaya başlamışlardır. Ancak şurası çok enteresandır ki; hep oynanan oyunların bir yerlerine açıklar monte edilmiştir. Bana göre burada oyun içerisinde oyunlar vardır ve henüz her şey netleşmemiştir. Aslında kendilerine bu kumpasları kurduran iradenin, gerçekte şerefli Türk Silahlı Kuvvetlerini zayıf düşürerek kapımızın dibindeki coğrafyalarda at binip kılıç kuşanarak cirit atmasının önündeki en büyük engel bertaraf edilmiştir. Elbette ki Peygamber Ocağı olarak ad alan bu kurumda görev ve sorumluluklarının dışına çıkanlar var idiyse, onları ayıklamanın başka yolları da bulunabilirdi. Çok çetin bir coğrafyada bu aziz milletin olmazsa olmazı olan bir can güvenliği kurumunu toptan yok etmek, güçsüz bırakmak ve daha da zayıflatmak olmamalıydı. Artık sonuçları yaşayarak değil, sonuçlarla yüzleşmeden nedenleri anlayıp, ona uygun stratejiler geliştirilmelidir.
Ülkemize ve aziz milletimize bin bir türlü desiselerle elde ettiklerini sandıkları bu imkân ve fırsatlarla güç sarhoşu olup, at binip kılıç kuşanarak geçtiklerine Ya da öyle icap ettiği için rol yapılmaktadır. Her ne türlü olursa olsun, oyun oynanan kulvar ve güzergahların gerçeklerinden türetilmiş sanal kulvarlar ve güzergâhlar olduklarını, onlarda anlayamamış olacaklar ki, baca boğazlarına geçtikten sonra anlamaya başlamışlardır. O günün en şanlı ve en şöhretlileri, yinede yazık, bugünün en şanssız ve en şöhretsizleri haline gelmişlerdir. Bu büyük milletin kulvarları ve güzergâhları her at binip kılıç kuşanana geçit vermez! Sadece geçtiklerine inanmalarını sağlar ve sonunda farşımalamat ve rezil rüsva olur ortalıkta kalırlar. Ne diyelim kendi düşen ağlamaz. Rabbim herkese; esiri olunan gurur ve kibirden uzaklaşmayı, eteğindeki çamurlu taşları dökmeyi ve sevgi ve kardeşlik tohumlarını ekmeyi, elbette ki hata kul içindir ve musibetler nasihatlerle doludur, hatalardan ders almayı, sahte tapınaklardan vazgeçip Yüce Allah’a hakiki kul olarak aklen ve vicdanen özgürleşmeyi, akıl vicdan ve nefsin üzerinde onların gerçek gözlemcisi olmayı ve doğru istikametlerde yönetmeyi hepimize nasip eylesin. Gelen sorulara sadece ezbere cevap vermeyi değil, onlara dönüt ve yanıt vermeyi de Rabbim nasip eylesin.
Bu bilinç ve şuurla hareket etmeyen ve aynı ötekileştirme ve ayrıştırma heveslerine devam edenlerin çok yakında heveslerinin kursaklarına gömüleceğini hep beraber göreceğiz. Bu manada kendilerini kamufle ettiklerini sananların adeta deve kuşuna benzedikleri ve başları hariç her taraflarının açıkta ve ana üryan olduğunu biliyoruz. Başlarının kuma gömülü olması da kaderin bir oyunu ve de adaleti olup, geriye dönüşlerinin olmadığı anlamına gelmektedir. Kafalarını kumdan çıkarıp etraflarında olup bitenlerin farkına vardıklarında ise, çok geç olacak ve çaktırmadan ektikleri rüzgârların fırtınalarını aleni biçeceklerdir. Herkes elinde olanların kıymetini anlamaya çalışsın. Makamlar ve mevkiler her zaman olduğu gibi geçicidir. Kalıcı olan; hiçbir ayrım gözetmeksizin ülkemize ve milletimize verilen hizmetlerdir.
NE EKERSEN ONU BİÇERSİN
Bilesin ki ne ekersen onu biçersin
Gündüz bakıp geceleyin seçersin
Çaresiz sıran geldiğinde göçersin
Saklanıp kalmanın bir yolu yoktur
Güç hizmettir başka yerde arama
Dişi kırık tarakla kel başını tarama
Helâl lokma yemek biraz zor ama
Lezzetin ondan daha tatlısı yoktur
Yüzün asık tadın tuzun bozulmuş
Nerde o servetin hepsi toz olmuş
Aşkla koklattığın güllerin solmuş
Şimdi ye diyecek varın da yoktur
Hep varlar yok olur çareler tükenir
Güzeller kaybolur çirkinler bezenir
Uzunlar kıvrılırken kısalarsa uzanır
Seninse buna halın mecalin yoktur
Ne sultanlar gelip geçtide dünyadan
Kiminin malı kimininse yâri olmadan
Dünya malını hiç yanlarına almadan
Yükünü sığdıracak yerindede yoktur
Kime güvedin de çıktın bu çetin yollara
Düşürmüşsün cananını şefkatsiz kollara
Hele birde tutunduysan o içi boş dallara
Yükseklerde tutunmanın bir yolu yoktur
Devleti Aliyim ben Osman’ım ise haldendir
Bundan ötesi vede berisi hep ham hayaldir
Bütün insanların geçmişi gelecekte misaldir
İnsanların içini dışını okutan aynalar yoktur