Polis Karakoluyla, karayolu arasında üç tane borusundan su akan İssi Pungar vardı (1). Ilık olan suyu içilmezdi ama çayı çok güzel olurdu. Bütün kahvelere bu çeşmeden su taşınırdı. Sağ taraftaki borunun suyu az, sol taraftakinin ise daha çoktu. Yanındaki uzunca, pek de temiz olmayan yalaktan büyükbaş hayvanlar su içerdi. Mahallenin kızları, bulaşıklarını kum ve kül ile burada yıkardı. Yol genişleyince, 20 m. kadar kuzeye, karakolun duvarının kenarına daha sonra da çarşıya giden yolun kenarına -beyaz kesme taşlarla- yapıldı. Çermikler için yapılan sondajdan sonra, Küçük Çermik ve maden suyu başta olmak üzere kendiliğinden çıkan bütün sular kayboldu. Çeşmenin çaprazında; Baki, Bahattin, Adalet, Saadet, Saime ve Sebahattin'in babaları, Yunus Hokamlı'nın evi vardı (2). Heybetli ve en az 10 ay soluk keçe rengi palto giyen Yunus Hokamlı, şimdiki Sosyet Giyim'in yerinde han işletirdi. Bahattin usta terzi, Baki usta ise berberlik yapmaktaydı. Baki Hokamlı'nın annesi Anahanım abla her sene en az 20 tane kaz kesip kavurma yapardı (3).
Bu evin kuzeyinde; lokantacı Canip Onat’ın, bodrum katı ahır olan 2 katlı evi vardı. Canip Onat, önceleri Emrullah Karakelle’nin evinin karşısında otururdu. (Çocukları: Nurten, Refik Cahit, Mine, Mustafa, Alpaslan, Nimet, Tülay ve Zeynep.) Lokantası da Nazir Değerli’nin lokantasının yanındaydı. Dursun Bayrak'ın kiraya verdiği ev, İssi Pungarın karşı çaprazındaydı. Önce bir astsubay (kızının adı, Fatma Karabacak..), sonra Malatya'lı bir polis memuru (oğlunun adı, Uğur..) en sonunda da İbrahim Bitlisli oturdu. Bu ev ile karayolu arasında, Yunus Hokamlı’nın kardeşi Nashanım’ın (oğlu Hasan) evi vardı. Sonraları bu eve Pancar Şirketinde çalışan Zülküf Cengizhan taşındı. Zülküf eminin oturduğu ev daha sonra yıkıldı ve karayolunun kenarına Dursun Bayrak tarafından ev yapıldı. Yapılan bu evde, Dursun Bayrak'ın anne ve babası oturdu. Dursun eminin annesi Ruhane ablanın, gurmetik aforizması yıllarca mahallenin dilinden düşmedi..
-Dursun, çarşıdan şeker tozi getırdi. Gaz loğmasına töhduğ, ele oldi bal bal..Çığdığ bacada ğepengın kenarında hep birabar yedığ.
Dursun Bayrak (çocukları; Vehbi, Fuat, Nihat, Metin.) ve İhsan Bayoğlu’nun evleri bitişikti. Dursun Bayrak'ın evinin kapısı batıya, İhsan Bayoğlu'nun kapısı ise güneye bakardı. İhsan Bayoğlu evinin yanında olan ahırında koyun beslerdi. Polis Karakolu civarında toplanan koyun ve kuzular otlatmaya götürülürdü. Çobanın ikindiye doğru getirdiği koyunları; İhsan eminin ortanca oğlu Hayati, Malakan'ın kenarında hem otlatır hem de tarih dersine çalışırdı. (Çocukları; Artist Ömer, Hayati, Nidai, Dursun. İhsan emi daha sonra, Bahçelievler Mahallesine taşındı. Bir gün 1 liraya satılan uçan balon almıştık. Benden 2 yaş küçük olan, Dursun'un balonu kaçıp gitti. Duvarın kenarında bozuk moralle otururken, duvarın öteki tarafından gizlice benim balonu başının hizasında havalandırdım. Balonu görünce, ''balonum, balonum gelmiş!'' dedi. Üzülünce de balonumu kendisine verdim. İhsan Bayoğlu 1971 yılında, evini Uzunark Köyü Muhtarı Zihni Koçak'a sattı (4).
İhsan Bayoğlu’nun evinin yanındaki evde sırasıyla; eşi demiryolunda çalışan Saide abla, sonra da Mavuç abla oturdu (5). (Oğlu Mehmet, Erzurum Tapu Müdürlüğünde çalışıyordu. Ön iki dişi birbirine çapraz olan, küçük oğlu Ahmet Armutçu ile orta ikinci sınıfta beraber okuduk.) Yolun kenarında ise kunduracı Zakir Kabacoşkun’un evi vardı. (Eşi, Sivaslı Rağbet abla. Çocukları İsmet, Nurten, İsmail, Gülten ve Ayten. Rağbet abla ehram dokurdu ve çok neşeli birisiydi. Oynayarak bizim eve gelirdi, beni gördüğünde utanıp programına son verirdi. Sonradan İzmit’e gittiler.) 1971 yılında karayolu genişleyince bu ev yıkıldı. Saide ablanın oturduğu evi, Pancar Şirketinde çalışan Celal Denli aldı. Celal Denli bu evi yıkıp yerine bahçeli bir ev yaptı (6) (Eşi; Ügümü’lü Hanım ablanın kızı olan Aysel, çocukları ise Sinan, Zaman ve Yılmaz.) Sola doğru ilerde büyükçe bahçesi olan bizim ev ve dayı dediğimiz akrabamız Kâzım Özaslan’ın evi vardı (7). Bizim evin karşısında olan iki evde ise Semih Özkan, Saime abla, Zülküf Cengizhan (Çocukları; Mücahit, Hayati, Fadime ve Miyase..) ve Hakkı Kotan oturdular. Eşi Nurhayat abla çocukları; Halil, Hamiyet ve Mahmut (8).
Polis Karakolunu solumuza alıp ilerlediğimizde; solda Ügümülü Hanım abla (Çocukları ise; Dadaş Turizm’de kaptanlık yapan Nevzat, Leyla ve Aysel..) 1980 senesinde Bursa’ya giderken Erzurum terminalinde 5-6 koli eşyamı Dadaş Turizm muavini bagaja almıyordu. O esnada Nevzat abi bu durumu görüp, muavine bastı fırçayı.. Nevzat abi, saatçı Mehmet Toraman’ın kardeşi -Meliha abla- ile evliydi. Yanda ise Nazım Yungul’un evi vardı (9). (Keleş Nazım, eşi Hafiye abla.. Çocukları Kâmile, Kemal, Celal, Cemal ve Güllü abla.) ile kardeşi Niyazi Yungul’un evi vardı. Biraz ilerde, büyükçe bir bahçenin içerisinde Haşim ve kardeşi Ahmet beyin konağı vardı. Çoğu düğünler bu konakta olurdu. Ahmet bey Şükriye teyze ile evliydi ve çocukları yoktu. Şükriye teyze çok neşeli birisiydi. Kavurma koydum tasa türküsünü hem söyler hem de oynardı. Haşim beyin kızı Cemile abla ve oğulları; Recep, Cumhuronur ve Yalçın Songün (10). Sonraları bu konakta marangoz Binali Özcan oturdu.
Bu konak yıkılıp yerine; Durdağı Atasever ve Osman Kağızmanlı tarafından 2 katlı bina yapıldı (11). Sokağın sağında ise; Sevilay, Fadime, İsrafil, Mustafa, Metin ve Sibel'in babası saatçı Mehmet Toraman'ın evi vardı (12). Bu evin yanında, İbrahim Kıran'ın babası olan Davulcu Şeyh amcanın evi vardı. (Eşi Radiya abla, ile kız kardeşi Perihan abla. Oğlu Ümit askere gidince, Radiya abla aşırı hüzünlenirdi.) Bu evin yanında da, han işleten Ercan ve Ensar'ın babası Selahattin Güler /Hancı Selo oturmaktaydı. Bu sokağın sonuna doğru ise konağın karşısında Hınıs’lı nenenin evi vardı. (Eşi cambaz Yusuf amca..)
Cemal Yungul, A Yaşar Bayoğlu ve Ümit Kıran'a teşekkür ederim.
DİPNOTLAR
1-Kapımızın önünden geçen bu yol asfalt olmadığı için, her vasıta geçtiğinde toz olurdu. En çok da, yolun kenarındaki evinin bahçesine yıkadığı beyaz çamaşırları asan Remziye abla mağdur olurdu. Öğleden sonraları Kars tarafına giden, kereste yüklü ve üstünde 7-8 tane kümelenmiş yolcu olan BMC Kamyonlar ve Kars’tan gelen Çavuşoğlu firmasının (Ç harfinin üst kolu uzun alt kolu kısa.) otobüsleri geçerdi. Üzerinde büyük harflerle Marand Co. Ltd. yazan İran tırları bazen de sonunda Kızılay ambulansı olan askeri araçlar geçerdi. GMC/Cemse’lerin içinde askerler iki sıra halinde otururdu. Otobüs veya karavanlı taksilerle turistler de geçerdi. Kaleyi görünce hemen durup fotoğraf çekerlerdi. Bir keresinde de turistler tam gidecekken, oflaya puflaya cendereden su almak için marşandiz gelince hepsi inip fotoğraf çektiler.
2-Herkesin ödevlerine yardımcı olan ve çok zeki olan Sebahattin Hokamlı, okulda beden eğitimi dersinde sakatlanmıştı ve hareket edemiyordu. Her gün ikindi vakti, önce darbuka çalar daha sonra da çıtalı armut uçurtma yapıp evlerinin kuzeyinde bulunan sokakta uçururdu. Bir mektup gönderelim deyip, ''Yeni Harman veya Kulüp'' sigarası kartonunun ortasından delik açarak uçurtmanın ipine takardı. Sigara kartonu döne döne uçurtmaya kadar giderdi. Penceresi karakola bakan odanın tam karşısında duvardaki raf/terekte bulunan kavanozun içinde akide şekeri vardı. Pencerenin önündeki sedirde oturan Sebahattin Hokamlı'yı görmeye gittiğimde, akide şekeri verirdi.
3-Kazın vücudu buza değmeden kesilirse eti lezzetsiz olur. Kaz eti tandırda pişerken bundan damlayan yağ da, zemindeki kazanda demlenen pilava dökülür. Tandırın hafif ateşinde et ve pilav demini alırdı. Kazın kanatları /telek, soba tahtasını temizlemeye yarardı. Tüylerinden de yastık yapılırdı. Büyük ve sert tüyler ise çırtılarak, ortasından geçen sert maddeden ayrıştırılırdı. Tüyleri yolunmuş kaz hafif ateşte yakılarak kalan ince tüyleri yok edilerek kilerde tavandan asılırdı. Bu işleme ütüleme denilirdi.
Mahallede çoğu ailenin; tavuğu, ördeği ve kazı vardı. Ördek ve tavuk yumurtası aynı gibiydi. Kazın yumurtası büyük ve aşırı yağlıydı. 10-12 tane yumurtlayan kaz, yumurtadan kesilince bir yere gitmez ve kuluçkaya yatacağını belli ederdi. Kazların mekânı ve anavatanı Malakan çayıydı. Sabah Malakan’a gidip akşam dönerlerdi. Çok kere de marşandiz treni akşam vakti istasyonda beklerken, kazlar kesinlikle altından geçmezdi. Kazlar eve geldiğinde ıslatılmış ekmek, arpa, doğranmış karpuz kabuğu ve şeker pancarı verilirdi. Kaz, ördek ve tavuklar için bahçede çimden kümes yapılırdı. Kışın tilki veya kurt geldiğinde, bağırarak huzursuzluklarını belli ederlerdi.
4-Uzunark Köyünün 20 yıl muhtarlığını yapan Zihni Koçak; sportif faaliyetler, kayak ve folklör gibi etkinliklere öncülük etmiştir. Yıllar evvel köylülerin imece ile yaptığı 20 km.lik su kanalına su terazisiyle eğim vererek yaptığı ayarlama, şimdiki topoğrafçıları hayrete düşürmüştür. Ermeni çetelerinin öldürdüğü Türk'lerin mezar yerlerinin bulunup açılmasına yardımcı olmuştur. Civar köylere okul yapılmasına ve su getirilmesine öncülük etmiştir. Kendi köyü ve civar köylere halı tezgâhı kurulmasını sağlayan Zihni Koçak, köye tayini çıkan öğretmenlere de her türlü desteği sağlamıştır. Gaz ocağı, pikap, teyp, traktör ve daha bir çok teknoloji ürünlerinin köye gelmesine vesile olmuştur. Köyde arıcılığın gelişmesinde ve bitkisel ilaçlarla tedavi konusunda öncülük eden modernite yanlısı Zihni Koçak, fakir ailelere her zaman maddi destekte bulunmuştur. Bilge kişiliği ve kendine has; psişik imajinasyon tekniğiyle, genç bir kızın çalınan çeyizini bulmuştur.
5-Pencereleri yere yakın olan bu evin çaprazında penceresi güneye bakan yalnızca bir odası olan ev vardı. Buraya İhsan Bayoğlu saman koyardı.
6-Bu evde daha önce, küçük kardeşi Araştırma Hastanesinde çalışan Ali Karagöz oturdu. Evin önünde bulunan bölmeyi ise marangoz dükkânı olarak kullandı. Ceviz ağacından çeyizlik sandık yapan Ali Karagöz, daha sonra İzmit'e taşındı.
7-Babaanne ve Kâzım dayı, Erzurum’a gidecekleri vakit, Karasakız Ahmet amcanın Chevrolet taksisiyle beni de götürürlerdi. Yolculuk başladığında bütün taksilerde, hemen 45’lik plak çalınırdı. Hasankale'de balayan yolculuk, Karskapı’daki taş tünelin içinden geçip Mahallebaşı’nda son bulurdu. Eski Erzurum yolu, Alvar yolunu takip edip Laleli’de şimdiki yola karışırdı. Mahallebaşı’nda faytoncularla pazarlık yapılırdı. 3 veya 3,5 lira tutardı. (O zaman 100 gr.lık çaylar 3.5 lira, 1 kilo dikdörtgen prizma kesme şeker 3 liraydı. Hatta çayın fiyatı 3 liraya düştü ama devamı gelmedi.) Faytonun arka kısmı 2 veya 3 kişilikti. Karşısında ise çocuklar için yer vardı, ben de buraya oturur sağa sola bakardım. Armuta benzeyen lastikten kornasını avucunun içinde bastırdığında çok güzel ses çıkarırdı. Faytonun her iki tarafında da büyükçe küp şeklinde camla kaplı fener vardı. Herhalde geceleri çalışırdı veya süs olmalıydı. Faytonun arkasına çocuklar bindiğinde, arkadaşları faytoncuya hitaben ‘’emi arkaya kamçı..’’ diye bağırırlardı. Ya faytondan atlayacak veya kamçı yiyecekti. Bazen de faytoncu insaflı davranırdı.
8-Nurhayat abla, sonraları Paşabey Mahallesindeki kendi evinde tek başına yaşamaya başladı. Kış gelmeden Adana’ya kızının yanına gidip bahar vakti dönerdi. Ben Paşabey’deki M. Akif Ersoy İlköğretim Okulu'ndan Metem’e gidince üzülüp ağlamış. Yanına uğradığımda dertlerini benimle paylaşırdı. Annemizden ayırt etmezdik.
9-Hafiye abla çok kere bizim eve, bacalardan gelirdi. Çocuklarına göndermek için hazırladığı kolileri postaneye ben götürürdüm. Bahçelere pikniğe de beraber giderdik. Güllü abla, Ankara'lı polis memuru Tezer Gürbüz'le evlenmişti. Güllü abla eşiyle her sene Hasankale'ye gelirdi. Celal Yungul da Beyazıt'ta komiserdi. Küçüklüğümden beri herkes şöyle söylerdi; ''İstanbul'da Hafiye ablanın oğlu olan komiser herkese yardımcı oluyor..''
10- Pasinler Gençlik Kulübü'nde futbol oynayan ve hakemlik sertifikası olan, Prof. Recep Songün Atatürk Üniversitesi'nde öğretim üyesiydi. Daha sonra Kıbrıs Üniversitesi'nde çalışıp emekli olunca da İzmir'e yerleşti. Koyu Beşiktaş'lı olan Cumhuronur ve Yalçın Songün ise Erzurumspor'da futbol oynadılar.
11-Mehmet Zeki'nin babası Osman Kağızmanlı, Pancar Şirketi'nde Land-Rover arazi aracının şoförüydü. Eşi Güner abla Goran sülalesindendi. Ramazanda, bizim evde hatimi, önce Abıli hoca sonra da İbrahim Hakkı Camii İmamı Mustafa Hoca okurdu. Önceden gelen kadınlar, sofada oturup hocayı beklerdiler. Hoca gelip, odaya geçince, dinleyiciler de teşrif buyururdu. Bir gün Mustafa Hoca sofadan geçip odaya girerken, Güner abla dikiş iğnesini hocanın ayaklarına batırmıştı. Güner abla bir gün hastaneye gider. Doktor;
-Hanım neren ağrıyor, diye sorduğunda,
-Niye söyleyeyim doktorsan bil, diye cevap verir. Doktor üstelediğinde aynı cevabı alır.. Neticede, Güner abla muayene olmadan eve gelir.
Kendi ekolünü oluşturan Güner abla, artık Kethuda Mahallesinin doğal ve tartışılmaz lideriydi.
12-Mehmet Toraman öyle gezerdi ki, her taraf çamur olsa bile kesinlikle ayakkabısında ve elbisesinde çamur olmazdı. Yürürken ayakkabısına çamur değse, hemen mendiliyle temizlerdi. Dükkânını açınca en az yarım saat camlarını temizlerdi. Dükkânı, Erzurumkapı camisinin önündeydi. İsrafil genç yaşta rahmetli oldu.
*********************************************
MÜZİK BUKETİ
SANAT MÜZİĞİ: İyimserim, kaderime gülümserim. (Emel Sayın)
Silemezler gönlümden. (Muazzez Abacı)
TÜRKÜ: Geceler bulag başı. (Arzu Aliyeva)
ARABESK: Vurulmuşum. (Fethi Siverekli)
FANTEZİ:Tabip mi, yar mı geldi. (Yüksel Özkasap)
HAFİF MÜZİK/ARANJMAN: Aşka İnanma. (Ajda Pekkan)
YABANCI: Erik dalı & Flamenco