Bilindiği ve yaşandığı gibi zaman zaman adı değişse de, ülkemizin bir bölgesinde ikamet eden vatandaşlarımızın sürekli dillendirilen birtakım demokratik ve kültürel haklarla beraber ekonomik ve sosyal kalkınmaya alâkalı geciktiği düşünülen talep ve beklentilerinin karşılanmasına dönük, birtakım hukuki düzenlemeleri de kapsayan hizmetlere ağırlık verilmesi çerçevesinde temellenen çözüm süreci diye bir proje hayata geçilmişti. Bu projenin devlet yetkililerimiz, yazılı ve görsel medyanın büyük bir bölümü kanalıyla halkımıza yansıtılan yüzünde, olması gerektiği gibi, insanımızı rahatsız edecek herhangi bir olumsuz algı oluşmamış, herkes ve her kesim samimi duygu ve beklentilerle, terörün ülkemizden ebediyen çekilmesini, kardeşlik ve eşit yurttaşlık zemininde yok olmasını beklemeye koyulmuştu. Kısacası herkes elindeki ve eteğindeki taşları dökmeye hazırlanıyordu. Bahse konu bölgelerimizde yaşayan insanlarımızın yüzleri gülmeye, aş, ekmek anlamına gelen önemli yatırımların yavaş yavaş zemim tutmaya başladığını görmek gerçekten mutluluk kaynağıydı. İnanın içerisini vatan tuttuğumuz bu coğrafyanın havasının ve suyunun tadının bile değişmeye başladığını hissediyorduk.
Dedik ya, bu sürece başından beri karşı olan kesimler bile söylemlerini daha yumuşatarak bu sürecin gerçekten barış ve kardeşliğin tesis edilmesinde etkili olmasını beklediklerini, ancak terör örgütüne kontrolsüz bir güvenin ileriye dönük sakıncaları olabileceğini dillendirdiler. Benzer kaygılar özellikle bölge halkı arasında varlıklarını sürdüren farklı siyasi yapılar tarafından da dile getiriliyordu. Daha İslâmcı bu yapılar; bölgenin çözüm süreci çerçevesinde tek temsilcisinin terör örgütü ve onun taraftarlarının olduğu düşüncesinin tüm gerçeklikleri yansıtmadığını açıklıyorlardı. Bu manada bu farklı yapılar arasında gerçekleşen ve 50 yurttaşımızın canına mal olan çatışmaların etkileri halâ devam ediyor. O kesimler, süreç başladığında; bu stratejinin hatalı olduğunu, sadece terör örgütüne zaman kazandıracağını, terör örgütü kazandığı zaman içerisinde Türkiye’ nin her tarafında önemli yığınaklar yapacağını, ilerde başlatacakları çatışma ve kendilerinin dillendirdikleri gibi savaş döneminde kullanacakları bomba ve mayınları dağlara, taşlara ve yollara tuzaklayacakları anlamına gelen tahkimatların yapılacağını, toplumun kin ve nefret tohumlarıyla daha derinlemesine kutuplaştırılacağını, çok önemli miktarlarda silah ve mühimmatın tüm büyük şehirlere nakledileceğini dolayısıyla daha temkinli olunmasının, ilerde ortaya çıkabilecek pişmanlıklar açısından hayati bir gereklilik olduğunu da sürekli söylem haline getirdiler. O gün o kesimlerin çözüm sürecine karşı oldukları ve neden birlik, beraberlik ve kardeşlik projesi olan bu çalışmalara temkinli yaklaştıkları bir türlü anlaşılmıyordu. Hatta bu kesimler hepimiz tarafından doğal olarak suçlanıyorlardı.
Ancak bu noktada yapılan ve söylenen her şeye rağmen, devletimizi yöneten iradenin bütün bu ihtimallerin farkında olmadığını, süreci tamamen kendi akışına bıraktığı, alınması gereken tedbirlerin örtülü veya açık olarak alınmadığı yada kısacası kimsenin ne yaptığından haberdar olunmadığı gibi maksadını aşan söylemlerin de doğru olamayacağını ortaya koyma gereği, şu an içerisinde bulunduğumuz durum itibariyle her zamankinden daha fazladır. Bu süre zarfında devlet erki tarafından nelerin yapılıp, nelerin neden yapılmıyor gibi gösterildiğini algı problemi olanlar açısından anlaşılır hale getirmek mümkün değildir ve binlerce yıllık devlet geleneği olan ülkeler açısında riskleri vardır. Beyler, mücadele edilen terör örgütü, ülkemizin bir bölgesinde ve hatta ülkemizin her tarafında bu ülkenin asli unsurlarından olan, vatandaşlarımızın öyle veya böyle evlerinde yetişen, yine dış bağlantıların manipülatif tesiri ile dağa çıkarılarak içlerine kin ve nefret tohumlarının ekildiği beden tarlaları haline getirilen çocukları ve gençleri de içerisinde bulunduruyor. Benim rahmetli nenem Ermeni katliamlarını yaşamış, 93 Osmanlı Rus harbini ifade eden seferberlik dönemini yaşamış ve adı duyulmamış Nene Hatunlar dan birisiydi. Yaklaşık 100 yaşın üzerinde vefat ederken yanında babam ve amcamla beraber bende vardım. Rahmetli babam tam ruhunu teslim ederken elinde tesbihi ve gözleriyle namaz kıldığını anladığım bu dev çınara; “Ana şu ana kadar ne gördün?” diye sordu. Nenem de; “Oğul ne göreyim hiç, dün doğdum ve bugün göçüyorum. Ona üzülmüyorum amma ano oğlan yetim kalacak ona üzülüyorum” dedi. Kendileri yetim kalacağına üzüldüğü oğlu ile kalıyordu ve bu amcam babam dan küçüktü. Ancak o da yaşını başını almış ve torun sahibiydi. Anne-baba ve çocuk arasındaki bağlar bizim toplumumuzda işte bu kadar ayrılmaz ve güçlüdür. Evlat her zaman özellikle ananın gözünde daha çocuktur. Değerli kardeşlerim bu mücadelenin ne kadar hassas olduğu buradan anlaşılmıyor mu?
Terörle mücadelenin en hassas ve zor boyutu da burasıdır. Neticede top yekün bir kalkışmaya meydan verecek uygulamalardan kaçınmak zorundasınız. Devlet ve millet bağını zayıflatacak algılara meydan veremezsiniz. Çünkü bu terör faaliyetlerinin arkasında, yanında ve yöresinde olan karanlık güçlerin ellerinde ihmal edilemeyecek düzeyde imkân ve fırsatlar vardır. Zaten bunu her seferinde ortaya koyuyorlar. Bu süreçte karşınızda olanların hepsinden daha zeki, daha güçlü, daha şefkatli, daha birlik ve beraberlik içerisinde ve daha hukuk devleti olmak zorundasınız. İşte bütün bu faktörler sizin davranışlarınızı kontrol etmesi gereken temel değişkenlerdir. Burada terör örgütüne ve onun yandaşlarına devlet samimiyetine ve ciddiyetine yakışır bir fırsat verilmiştir. Bu fırsat; Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve farklı etnik yapısı, farklı dini, farklı dili, farklı kültürel değerleri boyutuyla büyük Türk Milletini meydana getiren zenginlik unsurlarının ana bütünü meydana getiren eşit paydaşların görev ve sorumluluklarının farkına varmalarını sağlayacak bir fırsattı. Bu fırsat; beynelmilel haçlı ve Siyonist güçlerin bu milleti zayıf düşürüp parçalama niyet ve eylemlerinin anlaşılıp karşı tedbirlerin alınmasına imkân sağlayacak bir fırsattı. Bu fırsat; “Kürt Türk Kardeştir, Bunu Bozan Kalleştir” düşüncesinin hayata geçirilmesini sağlayacak bir fırsattı. Bu fırsat; devletin sahip olduğu küresel güç ve bu güce bağlı ancak mutlaka sınırları da olan sabrının çok aşırı zorlandığı zaman sınırlarını koyarak gereken tedbirleri en şiddetli boyutuyla ortaya koyabilecek iradeye sahip olduğunun anlaşılmasını kolaylaştıracak bir fırsattı. Bu fırsat kuzgunların başına üşüşecek leş bırakmadan devleti başa getirecek bir fırsattı. Velhasılı bu fırsat; Bu ülkede yaşayan her şahsın ve farklılığı ne olursa olsun toplumsal yapı ve grupların devlet erki karşısında eşit yurttaşlar olduğunun ve her türlü hak ve sorumlulukların kullanılmasında yer ve pozsiyon itibariyle eşit oldukları bilincini ve demokrasi kültürünün daha fazla geliştirilmesine verilmiş bir fırsattı…
Son günlerde patlak veren terör olaylarına bakıldığında, bu fırsattan gerektiği ölçüde yararlanılmamış olduğu anlaşılıyor. Şüphesiz ki devlet, musibetlerden dersini almıştır. Çünkü musibetler ders alındığı zaman anlamlı ve değerlidir. Artık gelinen noktada yasama, yürütme ve yargı erkleriyle şekillenen devlet, milli birlik, beraberlik ve kardeşliği sarsmaya yönelik her türlü terörü durdurmak zorundadır. Terör örgütü mensuplarının girdiği yolun çıkmaz bir yol olduğu açıktır. Umarın en kısa zamanda bölge ve ülke insanlarımızla aynı objektif düşüncelerle ellerindeki silahları bırakır ve bu ülke ve millete en az herkes kadar sahip çıkarlar ve bunu dosta düşmana en etkili bir biçimde haykırırlar. Bu kesinlikle çok zor değildir. Artık yeter! Anneler hakikaten ağlamasınlar. Şöyle bir teröre ara verin ve on, on beş dakika düşünün. İnandığınız değerlerinizi, ailenizi, annenizi-babanızı, kardeşlerinizi, eş dost ve akrabalarınızı düşünün. Hatta kendi geleceğinizi ve varsa sevdiğinizi düşünün. İlerde kurmayı hayal ettiğiniz evinizi, yuvanızı ve çocuklarınızı düşünün. Elbette ki sorunlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz. Bu sorunların çözümünde silah ve terörden çok daha etkili ve mutlaka sonuç alıcı yöntemler vardır. Herkes ve toplumun her kesimi bunu istiyor. Sizin bizim ve ülkemizin düşmanları aynıdır ve aynı beklentiler içerisindedirler. Onlara fırsat vermeyelim. Bunları sağlayacak koşullar ve aktörler de vardır. Her şeye rağmen halkımızın ortaya koyduğu iradeye sahip çıkalım ve onların alanlarını genişletelim. Bu ülke hepimizin. Hiç kimsenin ayrıcalığı ve üstünlüğünün olmadığını anlayalım ve anlatalım. İnsan ömrü çok uzun değildir ve beklentilerimizin tamamını karşılayacak kadar kâfi değildir. Hiç değilse ömür süremize sığdırabildiğimiz güzellikleri birlikte yaşayalım. Bu toplumdaki farklılıklar ancak birbirlerini var eden değerlerdir. Bizler ayrılmaz bütünün ana parçalarıyız. Nerede birimiz varsa ötekimizde oradadır. Bizler hepimiz birbirimize verilmiş nimetlerdir. Kendi elimiz ve irademizle bu nimetleri cezaya dönüştürmeyelim.
Belirttiğimiz fırsatların hayata geçirilmesi için bu süreç hayata geçirildi ve çatışmasızlık dönemine girilerek terör örgütünün silah bırakacağı ve ülkemizi terk edeceği dillendirilmeye başlandı. Bu süreçte çok üst düzeyde siyasi otoriteye bağlı yetkililerimiz; terör örgütünün kendilerini aldattığını, silah bırakmak ve ülke dışına çıkılması gibi beklentilerin karşılanmadığını, aksine kışlasına ve karakoluna çekilen güvenlik kuvvetlerinin milletçe içerisine girilen beklentilerin ha bugün ha yarın ortaya konulacağına olan inancından dolayı terör örgütünün davranışlarıyla ilgilenmediği gibi gözüken ama gerçekte tabiî ki kontrolün bir türlü bırakılmış olmadığı bir davranış sergilediği algılandı. Bu samimi ve belki devlet millet kaynaşmasını sağlayacağına inanılan beklentiler karşılanmadığından dolayı devlet sabrı da taşırıldı.
Şu an itibariyle geldiğimiz noktada başlatılan çatışma ve terör olaylarıyla bu süreç beklendiği gibi değil, beklenmediği gibi bir yol izlemeye başlamıştır ve başından beri çekincelerle yaklaşanların öngörülerinin ne yazık ki anlamlı olduğu algısı yerleşmeye başlamıştır. Sanki terör örgütünün bu süreçte niyet ve beklentileri tam olarak deşifre edilememiş gibi gözüktüğünü iddia edenler var. Bu çevreler, örgütün gerekli tahkimat ve hazırlıklarını yapmak için kazanması elzem olan zamanı kazanmaya oynadığı ve bunu da kendince sağladığına inanarak eylem yapmaya başladığı gibi bir düşünce geliştirdiler. Örgütle ilgili elbette ki niyet analizleri fazlasıyla yapılmıştır. Kimse burada şüpheye düşmesin. Devlet güçlüdür ve ABD’ nin de itiraf ettiği gibi artık bölgesinde oyun kuran küresel ve nükleer bir güçtür. Devlet bu gücünün farkında olarak ve kendisine güvenerek çeşitli ihtimallere belki biraz taviz vermiştir. Aslında bir devlet zafiyeti söz konusu değildir. Öyle olmadığı şu an itibariyle yürütülen operasyonlardaki kararlılığından da anlaşılıyor. Eğer öyle olsaydı bu devletin var olması düşünülemezdi.
Her gün gelen şehit haberleri hepimizin yüreğini yakıyor. Ateş düştüğü yerleri kıp kızzırik ederek yakıp geçmiyor, hep kavurduğu yerlerde kalıyor. Günahkâr biri Cehenneme girdiği zaman, bedeni yanıp kül olduktan sonra, yeniden başa dönüp tüm bedeni yenilendikten sonra bir daha yanıp kül olma devam ettiği anlatılıyor. İşte durum tam da buna benziyor. Anaların acısı buna benzetilebilir. Keşke o mayın ve bomba tuzaklarına karşı etkilenmeyecek kadar dayanıklı ve sağlam araç ve gereçler olsa da bu üzücü can kayıpları da yaşanmamış olsa.
Toplumsal olayların maddi yanlarından çok psikolojik yanları önemlidir. Karşı tarafın motivasyonunun dağıtılması ve kendisinin daha fazla motivasyon geliştirmesi çatışmaların sürdürüle bilirliğini doğrudan etkiler. Dolayısıyla terör örgütleri de içerisinde bulundukları zor durumları hep gizlerler. Bu bir çatışma psikolojisidir. Dolayısıyla hangi terör örgütü olursa olsun güçlü ve binlerce yıllık devlet geleneği olan bir devletle başa çıkması söz konusu değildir. Eğer terör örgütünün tüm imkân ve kabiliyetleri imha ediliyorsa, örgütün giriştiği ve geliştirdiği yeni hamleler neyin nesi oluyor? Diye soru soranlar varsa, bunun bire bir gerekçelerinin ne olduğu gibi çok ince ayrıntıları ancak ilerde tarih yazabilir ve tarihçiler de yorumlayabilir. Şu an itibariyle halktan bizler gibi birilerinin çok iddialı yaklaşımları doğru olmayabilir.
İpte oynayan cambaza baktırılarak, atı alanın Üsküdar’ ı geçmesinin sağlandığı dönemlerden geçiyoruz. Etrafımız ateş çemberiyle sarılıdır ve bizim dışımızda ve etrafımızı kuşatan coğrafyalarda çok önemli gelişmeler yaşanırken bize içeride cambazlara baktıran dış mihraklar, kendi işlerini kolaylaştırmaya çalışıyorlar. Halkımızın iradesini temsil yetkisini almış olan siyasiler, kendilerini meşgul edecek koalisyon, yeni seçimler, yeni adaylar, doların değer kazanması, Türk Lirasının değer kaybetmesiyle uğraştırılıyorlar. Orası öyle de, peki halkın iradesini üzerlerine almış olan bu siyasilerin hiç mi hatası yoktur? Elbette ki vardır. Belki de bu yaşanan terör olayları siyaset kurumunun da kendisini sorgulamasına imkân ve fırsat verecektir. Hatta zorlayacaktır. En son kurulan seçim hükümeti çok önemli ve oldukça anlamlıdır. İnşallah ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olur.
Geçmişten gelen siyaset anlayışına balı olarak siyaset kurumu, sadece seçime endeksli siyasetlerle meşgul. Diğer yanda milli birlik ve beraberliğin sabote edilmesine ve böylece içeride yaratılan sorunlarla meşgul olmamız sağlanırken, dışarıda her gün yeni senaryolar sahneye konuluyor, devletler yıkılıyor ve yeni devletçikler kuruluyor. İran’ ın bile terörö örgütüyle yakınlaşmasının anlamı budur.
Sonuç olarak, ülkemizin ALLAH korusun yangın yerine dönüştürülmeye çalışıldığının farkında olacak ve oyun kurucuların oyunlarını boşa çıkartabilecek öngörü sahibi ve alanlarında üst düzeyde yetişmiş uzman kişilere de siyaset kurumunda daha fazla rol verilmesi ihtiyacı meydandadır. Bulundukları çalışma alanlarında ve bölgelerde tek başlarına doğruları ve sadece gerçekleri hiç korkmadan dile getiren, “eğer bildiklerimi ve görebildiklerimi milletim adına dile getirmezsem, ALLAH hesap sorar” mantığını kendilerine düstur haline getiren bu kişilerin mutlaka aranması ve bulunması gerekir. Elbette ki siyaset kurumunda rol sahibi siyasi partiler içerisinde, bu duyarlılığı dile getiren politikacıların olduğu inkâr edilemez. Ancak daha etkili olunmalıdır.
Önümüzde gerçekleşecek seçimlerde kesinlikle halkın oy verebilirliğinin daha yüksek olduğu daha donanımlı adaylara rol verilmelidir. Bu yetenek ve kabiliyette olan insanların belki de aday adayı olabilecek maddi birikimleri yoktur. Çalıştıkları kurumlardan istife ederek birkaç ay maaş almadan ailesinin geçimini sağlama şansları olmayabilir. Bu tür insanların farkına varılması çok zor değildir. Aslında bu kişilerin farkına varmak istemeyen siyasetçilerin her şeye rağmen seçilebilmelerinin arkasında da o insanların bireysel olarak yürüttükleri mücadeleler ve çalışmaların olduğu bilinmelidir. Bir önce yapılan seçimlerde, halkın beklenen ve çok muhtemel olan oylarını alamayan adaylar üzerinde ısrar edilmemelidir. Mutlaka bu noktada çok geniş ve sadece parti il yönetimlerinin sınırlı yönlendirmelerine bağlı kalınmamalıdır. Çünkü birçok ilde parti il yönetimlerinin adeta ahbap dayı ilişkileriyle yönetildiği, çok değerli ve gerçekten hiçbir karşılık beklentisi olmadan inandığı değerler doğrultusunda hizmet veren ve asla ümitsizliğe düşmeyen şahsiyetlerin bilinçli olarak küstürüldüğü yeniden hatırlanmalı ve araştırılmalıdır. Kısacası bu tür olumsuzluklara fırsat verilmeden gerekli tedbirlerin alındığı bir adaylık süreci organize edilmelidir. Diğer yandan, daha marjinal ve kapalı siyasi anlayış ve partilerin toplumun her kesimini temsil kabiliyetlerinin geliştirilmesi ve kısacası Türkiye partisi olma çaba ve pozisyonları önemsenmeli ve mutlaka desteklenmelidir. Hiç kimsenin tek bayrak, tek vatan ve farklı etnik yapılardan oluşarak ortak bütün olan tek millet noktasında hemfikir olunan ötekileri yok sayma lüksüne ve iradesine sahip olamayacağı bilinmelidir.
Şu anda ülkemizde oynanan demokrasi oyunu çerçevesinde takınılan tutum ve ortaya konulan davranışların çoğu, içeriden ve kesinlikle dışarıdan kurgulanıp tasarlanan oyunların senaryolarının rol paylaşımlarından başka bir şey değildir. Oyun kurucuların oyunlarının arka plânda gizlenen gerçek niyet ve hedeflerinin ortaya çıkarıldığı derin değerlendirme ve analizler daha fazla ihtiyaç vardır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında birbirlerinin savaş karşıtları gibi savaşan tarafların el altından aralarında anlaşarak tarafların yanlarında bulunan müttefiklerinden bazılarını saf dışı bıraktıklarına şahit olunmuştur. Günümüzde de aynı şekilde Irak ve Suriye’de birbirleriyle karşıt taraflar gibi cephe açan tarafların, geliştirdikleri ortak ve nihai hedeflerin gerçekleşmesi için aynı tarafta yer aldıklarına da şahit oluyoruz. Ülkemize yapılan bazı terör saldırılarında da benzer organizasyonlara rastlandığını bu ülkeyi yöneten siyasilerin dile getirdikleri unutulmamalıdır.
ALLAH ülkemizi ve aziz Milletimizi korusun ve yüceltsin.