Küreselleşme olgusunun insanlığa yaşattığı somut durumlar olan olaylar kaçınılmaz olmakla
beraber, eğer gereken hazırlıklar ve ortaya çıkacak olumsuzlukları önleyici karşı tedbirler
alınmaz ise, sürdürülebilir ve tahammül edilebilir de olmadığını ifade etmekte sakınca yoktur.
İnsanlığın bugün itibariyle gelmiş bunduğu zaman ve düzen boyutunda yaşadığı bireysel ve
toplumsal buhranlar demek istediğimizi açıkça ortaya koyuyor. Bu durumu nasıl ifade
ederseniz edin, netice olarak insana kalan da tükenmişlik ve öğretilip kabul ettirilmiş
çaresizliklerdir. Buradan ötesi aranan ancak bulunsa da kurtarmayan kurtarıcılardır. Çünkü
bunu büyük bir hevesle bekleyen ve o formattaki kurtarıcıların her şeyden ve her değerden
önce, Hak ve Adaletten ayrıştırarak kendilerince daha yücelere çıkarıp kurtarmaları gereken
egoları ve hatta süper egoları vardır. Ancak ondan sonra iş yapabilirler. Onlar Haktan
ayrıldıktan ve çok yücelere çıktıktan sonra kendileri üstte, hak ve Adalet ise yerlerdedir. Onlar
öyle firavunlaşırlar ki, Hakkı bile tutup ayağa kaldırabileceklerinden dem vururlar. Bilmezler
ki ancak Hakka tutunularak ayağa kalkılabilir. Gerisi boştur ve angaryadır.
Hak Allah’ın adıdır ve “O” “Mütekebbirdir”. “O”nun azametli yüceliği karşısında
naylon/sentetik yüceliklerin hiçbir cazibesi ve tarifesi olamaz. Ancak “O”nun ipine tutunanlar
yine kendi boyutları ölçüsünde ayağa kalkabilirler ve bu yönde geliştirecekleri anlayışlar
ölçüsünde İbni Haldun’un deyimiyle şahsiyet olurlar ve özgürleşirler. İşte bu özgürlük; başka
bir güce, makama ve bedene haz veren nefsi arzulara kul olmama özgürlüğüdür. Onun için
sosyoloji biliminin kurucularından olan İbni Haldun; şahsiyeti ararken, batı liberal felsefesinin
üretimi olan birey tanımlamasının bize uymayacağını belirtiyor. Birey batı toplumlarında
yaşanan din, siyaset, bilim, birey ve toplum arasındaki güç mücadelesi sonucunda ortaya
çıkabilmiş ve bir yerde Niçe’nin felsefesine benzer şekilde kendisini sınırladığını düşündüğü
tüm değerlere karşı bir duruş geliştirmiştir. Batı toplumları açısından o dönem itibariyle doğal
bir süreç olduğu düşünülebilir. Fakat İslâm inanç sistemini ana kaynakları çerçevesinde doğru
anlayan toplumlarda bireysel/kişisel düzeyde bir irade ve bu iradeyi kendisine verilen beden
teknolojileri boyutunda kullanma özgürlüğü vardır. Bu özgürlüğün getirdiği sorumluluğu da
vurgulamamız gerekir.
İbni Haldun’un aradığı şahsiyeti ihmal ederken, yerine ikame ettiğimiz bireyle sorun
yaşamaya başladık. Sanıyorum bireyi güç, şehvet, şan, şöhret, makam ve para gibi tapınaklara
kulluk etmekten kurtarıp özgürleştiremedik. Öyle değil mi!.. şu an gençlerimizin temel
sorunlarından birisi bu değil mi!.. Çok özet olarak söyleyelim; çocuklarımız ve gençlerimiz
herhangi bir olumsuzluğa hayır diyemiyorlar. Hayır’ı dedikten sonra bu hayır’ın gerekçesini
ortaya koyup alternatifler üretemiyorlar. Terör olayları konusunda da benzer durumlar söz
konusu olabilir. Gerçekten terör örgütü mensupları ile ilgili yapılacak sosyolojik ve psikolojik
araştırmalar, değerler nezdinde bir isyan ve başkaldırı hareketi olduğunu gösterecektir. Örgüt
mensupları arasında özellikle Hıristiyanlık, Zerdüşt ve Marksist anlayışların gelişmesi böyle
bir karşı duruşu göstermektedir. Bireyleri bu buhranlardan koruyacak eğitim programlarına
ihtiyaç duyulmaktadır. Çünkü vurgulamaya çalıştığım sıkıntıların ilacı eğitim sistemiyle
bireylere kazandırılacak değerlerdir. Eğitim programlarının çağdaş anlamda temelini
oluşturan ilerlemecilik ve yeniden kurmacılık eğitim felsefesi akımları da buna ışık
tutmaktadır. Eğitim sistemleri çerçevesinde bunu başaramayan toplumların yaşadıkları kaos
ve buhranlar ortadadır. Bankadan kullandığı kredi kartının borcunu yatırmak veya başka bir
bankacılık işlemi için gişelerin önünde ışıklı numaratörlere adeta bağlanarak saatlerce ayak
üstü bekletilen insanların hepimiz için söylüyorum; 10 çalışan gişe memuru yerine 2 gişe
memuruyla güya kamu hizmeti verenlerin karşılarındakilere artık şahsiyet mi yoksa birey
olarak mı baktıklarını ben bilemiyorum. Ancak ben o durumda kendi kendime nasıl baktığımı
çok iyi biliyorum. Elbette ki diğer kamu hizmeti veren kurum ve kuruluşlar açısından da
durum aynıdır. Burada ortaya çıkan iş gücü ve zaman kaybının hesabı yapıldığında durumun
çok vahim olduğu anlaşılacaktır. Diğer yandan birey kaynaklı toplumsal duyarsızlaşmanın
toplumsal sağlık ve birlikteliği tehdit eden çok önemli bir faktör olduğunu da belirtmek
gerekir. Nerede sivil toplum kuruluşları?.. Nerede o insanların iradelerine ipotek koyan
sendikalar?.. Nerede o seçim dönemlerinde akşam sabah anketler uygulayan güya araştırma
şirketleri?.. Nerede demokrasi kültürü ve insan hakları?.. Bu millete yazık olmuyor mu?.. 21.
Yüz yılda yakışıyor mu?..
Bireysel ve toplumsal düzeyde sosyal yaşamın vazgeçilmez kurum ve kuruluşlar boyutuyla da
benzer durumlar söz konusudur. Örneğin çok partili demokratik sistem gereği parti il ve ilçe
teşkilatları ve yöneticileri kendilerini kendi seçmenlerinin üzerinde, hoşlarına gitmeyenlere
git, gidenlere gel diyebilecek erkte görüyorlar. Böyle bir yaklaşımda ne hakka hizmet ve nede
halka hizmetten bahsedilebilir. Bu olsa olsa sadece kendisine hizmet olabilir. Hadi millet
vekilleri halkın oyu ile seçildiklerinden ne yapalım öyle davranıyor olabilirler!.. Ancak
diğerlerinin böyle bir seçilmişlikleri olmadığı halde bu tutum ve davranışların doğru
olmadığını herkesin bilmesi gerekir. O makamlar halkın dertleriyle dertlenmek, kamusal
sıkıntıların giderilmesi için çaba sarf etmek içindir. İnsanların vurgulamaya çalıştığım zaman
kayıpları ve duyarsızlaştırma seansları işte o siyasilerin meseleleri değil midir?..
Yaşanan bu ve benzeri sosyal ve psikolojik olumsuzluklar, sonrasında çok daha travmatik
semptomlar ortaya çıkar. Kuyrukta beklemekten usanan vatandaş (birey/şahsiyet) artık
kuyruğun en önüne geçme yollarını arar. Yani kendisini oraya geçirecek bir güç arar. Bu güç
bir anlamda tapınılacak bir güçtür. Bu tür tapınmaların sonucunda köleleşme olgusu vardır.
Çünkü bu manada en güçlüyü buluncaya kadar tapınma ve itaat devam edecektir. Esasında
verdikleri göz önünde bulundurulduğunda, kulluk yapılacak en yüce varlık Allah’tır. Ancak
ona tapınıldığı zaman diğer sentetik tapınaklara yönelme olmaz ve bunun adı da alabildiğine
özgürleşmedir. Çok başarılı kurum yöneticileri de mutlaka bu bilinçtedirler ve tapınak
şövalyelerinin farkında oldukları anlaşılıyor.
Kuyruksuz yıldızlara ulaşmak temennisiyle…