Bu gün ülkemizin canlı cansız, yaşayan ve yaşamayan herkesi derinden etkileyen sorunları olduğu gerçeği açıktır. Ancak şurası çok net olarak bilinmelidir ki, bu sorunların hemen hemen tamamı; kendi tercihleri olmayan, ama sadece yaşadıkları bölgelerin fiziki, coğrafi, yerel ve toplumsal yapılarından kaynaklanan düşünsel süreçler manzumesidir. Yani felsefi tabanlıdır. Anadolu Coğrafyasında içeride yaşayanların, dışarıda yaşayan diğerleri ile olan ilişkiler bütününün ortaya koyduğu gereklilikler kapsamında, bu toprakların özünü tamamlayan ve hatırlatan nihai katma değer yargılarının aşındırılmasından kaynaklanmaktadır. Bu sorunların ana damarı içerinin tutarsızlığına dayalı olarak hep dışarıdan beslenmiş ve bugün karşımızda duran devasa sorunlar yumağını oluşturmuştur. Bu sorunlar devam eden uzun yıllar boyunca ve hatta Osmanlı’ ya ve daha öncesine uzanan bir süredir tartışılmıştır. Halen de tartışılmaya devam edilmektedir. Şüphesiz ve doğal olarak hiç kimseyi hoşnut etmemesi gereken acı olaylarda yaşanmıştır. Evet yaşananlar yaşanmıştır. Yaşanan acı tecrübe ve deneyimleri hisse sahiplerine pay edersek, muhatapların tek bakış açısıyla yöneldikleri açık veya kapalı sebeplerin hisselerinin fazla abartıldığı sonucuna ulaşılacaktır. Çünkü tarihsel bilinç sadece yazılan veya yazdırılan resmi tarih tezleri ve onun zıddı olan redler arasında geçen süreçlerden ziyade, acabalarla, eğer öyle olduğu iddia ediliyorsa şu değişkenlerde hesaba katılırsa sonuç nasıl olurdu? Kısacası; acabalarla, amalarla, nedenlerle ve niçinler İle yol almaktadır. Meşhur tarihçimiz Mustafa ARMAĞAN’ da bu şekilde düşünmektedir. Hiçbir zaman yapılan iddialar ve onların zıt değerleri birbirinin dışında olamazlar ve sadece birbirlerini var ederler. Çünkü her şey kendi zıddıyla ancak var olabilir. Dolayısıyla zıtlar birbirini yok etmez bilakis var ederler. Önemli olan eleştirel ve yaratıcı düşünsel sorgulama ve bakıştır. Zaten eylemlerin asıl gerekçeleri de oralardan açığa çıkarılabilir. Bugün ömrünü dünyevi çıkarların dışında tutup, tüm varlığını insanların iradelerini güçlendirmeye ve İbni Haldun’un deyimiyle “şahsiyet” olma noktasına ulaştırma çabasına adayan ve özellikle İslâm inancını ruhuna dantel dantel işleyenler, kitleleri asla sen-ben, biz-siz ayrımcılığında etkisizleştirmeye çalışmamışlardır. Halbuki İslâm, Kuran, tasavvuf ve cami cemaati dışında kaldıklarını veya onları dışladıklarını fark edemeyenler, kendilerini ustası yüce ALLAH olan diğer insanlardan aynı inanç ve değerleri daha disiplinli yaşasalar da, nereden tüyo almışlarsa, üstün saymaktadırlar. Bu tutum ve davranışları da kendilerine verilmiş statülerinin rollerinden kaynaklandığını düşünmektedirler. Burada belli kesimlerin dünyevi çıkar hesaplarını uhrevi propagandalarla öne çekerek, ALLAH’ ın tarafında olmasa da, güçlünün yanında yer almayı siyaset ve kişisel rant adına kabul eden yeni bir yapı ortaya çıkmıştır. Bu bozuk temelli ve her ne adına olursa olsun ve üstünlüğü takvada aramayan tutum ve davranışlar, diğer inanan ve inandığı gibi yaşamak isteyen mütedeyyin insanları hem üzmekte ve hem de rahatsız etmektedir. Bu sevgili kardeşlerimiz dünyanın sadece kendilerinden ibaret olmadığını anlamak zorundadırlar. En şaşırtıcı ve garip olanı da; dışlanarak hak ve adaletin tecelli etmesini engelleyen tarafgir davranışlarla hak ve hukuku çiğnenenler kendileri gibi inanç ve değerlere sahip kişilerdir. Bunların arasında yüce kitabımız KUR’AN da belirtilen müşrikler ve ALLAH indinde tek hak din İslâm dışı inanç sistemlerini benimseyen ve ellerinde bulundurdukları imkânlarla her seferinde İslâm inanç ve felsefesine saldıranlar fazla görülmemektedir!.. Burada neyin kazanılıp neyin kaybedildiği henüz anlaşılamamıştır. Bu yanlı, ırkçı ve dışlayıcı tavırlar yüzünden, Saidi Nursi’ den geniş ve beklentisiz inanan kitlelerin alabildiğine yararlanmasının ve yeni fikir ve düşünsel esaslar üretmelerinin önü kesilmiştir. Bu ünlü İslâm âlimi ve filozof’ un sanki sadece belli bir kesime hitap eden ve onu kendilerine katma değer sağlayan bir meta imiş gibi algılara yerleştirilmesi doğru değildir. Adına da iman kurtarma operasyonu denilse de, imanı kurtarılsın denilenlerin imanları kurtarılsa da hep dışarıda bırakılarak dışlanan tarafta ve her nedense, imanlarına müdahale edilmeyenler de hep içeride kalanlardır. Belli ki onların imanları ya kurtarılmayı gerektirmiyor veya başka bir şey!.. Halbuki iman uhrevidir ve dünyevi etkinliklerle tahkim edilemez. Ancak uhrevi temellerin üzerinde inşa edilirse sağlamlaşabilir. İman her bir birey ve şahsiyetten yola çıkarak ezeli ve ebedi kuşatan öyle bir evrensellik resmeder ki, sadece bir grup veya cemaatin çerçevesi içerisine hapsedilemez. Aksi halde bunun adı iman yok etme olabilir. Bu ne maksatla yapılırsa yapılsın daralmadan ve ayrışmadan ibarettir. Sırf bu yüzden inandığı değerlerini kenara atıp iman değerlerini sırf onlar ve onların tutum ve davranışlarından dolayı zayıflatan bir sürü insan tanıyorum. Onlar bir kişi dahi olsa bunun bedelini tüm elde ettikleri varlarını harcasalar da karşılayamazlar. Bu gizlenerek gizem katılan faaliyetler günah tek başına onlara yetecektir. Yapılanlar sadece yaşadığımız stres çağının ön plâna taşıdığı duyguların üç beş boyalı kavramla birleştirilip insanların çıkarlarının ve beklentilerinin karşılanmasının öncüleri olarak kullanılmasından ibaret olan faaliyetler; insanların imanlarının çıkar hesaplarına endekslenmesi anlamına gelmektedir. Bu insanların işte o din veya dinsizlik felsefesi motifli ve azdırılmış duygu boyalı menfaat yollarını kapatın, bütün samimiyetimle söylüyorum, ne şuculuk ve nede buculuk kalmayacak ve gelene ağam, gidene paşam diyeceklerdir. Tarihe kısa bir yolculuk bunu açıkça ortaya koyacaktır. Esasında muhterem Saidi Nursi’yi bütün insanlığa mal etmek gerekmektedir. Üstadın hiçbir düşüncesinde ALLAH inancı olan ve hele İslâm inancını iliklerine kadar benimsemiş, değerlerini yaşayan ve yaşatan, onların ikamesi için canını cananına tercih etme yürek ve iradesine sahip olan birey ve grupların ötekileştirilmesi yoktur. Hele dünya için çirkin siyaset oyunlarının kirli perde perde sergilenmesi yoktur. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’ de bu noktaya şaşırtıcı bir vurgu yapmıştır. Olayların sebeplerini hissedarlarına pay ederken, kadere düşen hisseye de atıfta bulunmuştur. Ulu Çınar, Şeyh Edebali’ nin öğütlerinde de aynı düzen ve intizam arayışlarının izleri vardır. Onlar ve onlar gibi Hak erenleri ve ALLAH dostları, tüm sorunların çözümünü işaret eden kodları ortaya koymuşlardır. Mevlâna’ nın; “kim olursan ol gel” daveti aynı kardeşlik hedefini işaret etmektedir. Yunus Emre’ nin; “Elif eyledik ötürü, Pazar eyledik götürü. Yaratılmışı severiz, yaratandan ötürü” dizeleri de çatışma yönetimi olgusu adına en temel başlangıç noktasını oluşturmaktadır. Yüce Mevlâna’ nın; “ben şu ana kadar ne dediysem Ebul Hasan El Harakani Hazretlerinden duyduklarımdan ibarettir” dediği o muhteşem gönül ustası da; “benim soframa icabet eden hiç kimse kovulmasın. ALLAH’ ın kulu ve yarattığı olma onurunu taşıyan herkes bu sofradan yeme ve içme hakkına sahiptir” şeklindeki altın sözleri de aynı maksadın hasıl olmasının ana şifreleridir. Ancak iyi incelendiğinde; yukarıda ayrı ayrı vurgulamaya çalıştığım barış ve kardeşlik kodlarını göz ardı ederek güya çözüm önerileri geliştirme adına her masaya yatırılan sorun tartışılırken; akılcı, herkesi kucaklayan, birini içeri alırken diğerini başka şer odaklarının ayrıştırıcı tuzaklarına düşürmeyen nihai çözümler bir yana, daha kompleks ve karmaşık sorunlara kapı aralanmıştır. Çünkü hedeflenen çözüm değil, çözüm ihtimali olan yaklaşımlar arasından kardeşlik, barış, huzur, güven ve benzerlikler karartılarak, ayrıştırıcı ve sorunları derinleştirerek yeni ve beynelmilel çoklu kavşaklardan karanlık güzergâhlara yol verilmiştir. Olumsuzlukları çağrıştıracağı için bu yollara girmek istemiyorum. Sorunların çözümlerinin kodlarını veren Hak Erenlerinin içerisinden yetiştikleri geniş halk kitleleri arasında ise bu kodların hayata geçirilmiş olduğunu görmek mümkündür. Farklı kültürlerin yeşerip boy verdiği topraklarda kız alıp kız vermeler, çocuklara kirvelikler ve asker arkadaşlıkları şeklinde gerçekleşen gerçek kardeşlik, akrabalık bağlarını sabote edemeyen kötü amaçlı oyun kurucuları, farklılıkları körükleyerek toplumun yeniden inşası olarak şekillenen ilişkilerin önüne geçmeye çalışmaktadırlar. Ben buradan yasama ve yürütmeyi elinde bulunduran siyasi otoriteye bu konular üzerinde geniş ve çok detaylı çalışmalar yapmasını, özellikle kız alıp verme ve kirvelik gibi akrabalık bağı oluşturma faaliyetlerini destekleyerek teşvik etmesini ve bu konuda görev alabilecek sivil toplum kuruluşlarının kurulmasını desteklemesini tavsiye etmek isterim. Bu tür evlilikler maddi ve manevi olarak desteklenmekle beraber, en azından çiftlerden birisine sürekli bir iş imkânı sağlanabilir. Herkes tarafından bilinmektedir ki; kız alıp vermelerde tarafları rahatsız edecek ve kabulü mümkün olmayacak olumsuz farklılıklar bulunmamaktadır. Son dönemlerde özellikle üniversite öğrencilerimiz arasında, zerdüştlük ve benzeri farklı inanç ve felsefelerin geleneksel ve umumu kucaklayan değerler yerine konulmaya çalışılması da büyük bir duyarlılıkla üzerinde durulması gereken yeni ve ayrı bir yöneliştir. Aileler bu konularda da çocukları üzerinde denetleyici olmalıdırlar. Görüldüğü gibi toplumlar bazında sorunun çözüm kodlarından hareketle gerekenler yapılmıştır ve yapılmaya da devam etmektedir. Diyebiliriz ki; bu manada geniş proje çalışmaları hayata geçirilerek özellikle benzerlikler, olumlu olay, olgu ve gerçeklikler üzerine yoğunlaşılmalıdır. Alevilik üzerinden oynanan ayrıştırıcı oyunlarda da benzer hedeflere dönük faaliyetler göze çarpacaktır. Hacı Bektaşı Veli’nin ortaya koyduğu görüş ve eserlerinde belirttiği gerçekliklerin altına hepimiz imzamızı atarız ve ekilmek istenen nifak tohumlarını da ALLAH’ ın yardımıyla söker atarız. Ehli Beyt İslâm inanç ve felsefesini benimseyen herkesin ortak ve baş tacı değerleridir. Hazreti Muhammed İslâm Dini’ nin Peygamberidir ve diğerlerinin hiçbirisinin daha yukarılarda bir makamı olduğu iddiası olmamıştır ve yoktur. Sıvas’ ta yaşayan çok bilgili ve donanımlı Alevi aile reisleriyle tanıştım ve kendilerinden istifade ettim. Yanlış bildiğim ve bilmediğim birçok şeyi onlardan öğrendim. Çok duyarlı ve Alevi bir öğrencimden Alevilik konusunda aydınlanmam için yardım istedim. Edindiğim izlenimler; Aleviliğin İslâm inanç ve felsefesiyle asla çelişmediğini ve hatta tamamen aynı şeyler olduğunu anladım. İşte o zaman koparılmaya çalışılan kıyametin nedenlerini çözümlemeye başladım. Ancak yine de eğer dediklerinde samimi iseler, kendi ayrılık ve farklılıklarıyla hemhal olmalarına karışılmamalı diye düşünmek gerekir. Ancak iddia ettikleri ayrılık ve gayrılıkları diğerlerini düzene koymak veya düzenlerini bozmak için kullanmamalıdırlar. Çünkü dinde zorlama yoktur. Özellikle bütün kitabi dinlerde olduğu gibi, İslâm dinide; mezhep; tekke, zaaviye, tarikat ve tasavvuf boyutlarıyla ana yolun dışına çıkmadan sürdürülebilir ve farklı koşullara has ritüel ve renkleri de sisteme dahil etmiştir. Şiilik ve Caferiliği bu çerçevede bence tartışmaya bile gerek yoktur. Tartışılması gereken; bu mezhepleri benimseyen vatandaşlarımızın dini ihtiyaçlarının karşılanması için gereken tedbirlerin alınması ve kendi insanımızın başka yerlere ve başka mecralara mahkum edilmemesi için acilen harekete ve hayata geçirilecek tedbirlerdir. Belli ki sorun yine tanış olamama sorunudur. Bence üniversitelerimizin bu mevzularda enstitüler, kürsüler kamu kurmaları, topluma hizmet katkıları kapsamında aydınlatıcı faaliyetlere ağırlık vermeleri gerekmektedir. Böylece çok geniş ve yeni eğitim ve öğretim istihdam alanları ortaya çıkmış olacaktır. İşte farklılıkların dönüştürülebileceği birlikteliklerin çerçevesi budur. Şüphesiz bütün bunlar yapılırken, dini azınlıklara da aynı yaklaşım tarzıyla inandıkları gibi yaşama ve dini gerekçelerini yerine getirme fırsat ve desteği sağlanmalıdır. Hoşgörü ve diyalog iklimi her zaman canlı tutulmalıdır. Bu çizgilerin dışında sürdürülen faaliyetler; iyi analiz edilirse, Alevilikle ilgili olarak koparılan kıyametin asıl hedefin; Aleviliği İslâm ve din dışı bir yapıya kavuşturarak aileler arasında gerçekleşen samimi akrabalık ve dostluk ilişkilerini sonlandırmak olabileceği anlaşılacaktır. Aleviliği İslâm dışı bir din olarak yeniden yapılandırmak isteyenler, felsefe olarak Marksist felsefeye daha yakın durmaktadırlar. Görüldüğü gibi, Aleviliği inançsızlık üzerine inşa edenler, İslâm inanç felsefesini benimseyen diğerlerinin artık bu zümrenin kızlarını kendi oğullarına ve kendi kızlarını da Alevi gençlere eş olarak alıp vermeme temayülü göstermeye başlamışlardır. Çünkü dinsizlik üzerine inşa edilecek yeni bir din anlayışının bilim ve felsefi açılardan tutarsız olduğu herkes tarafından bilinmektedir. O halde böyle bir çabanın maksadının benim vurgulamaya çalıştığım yöne dönük olması daha mantıklıdır. Şirin Anadolu coğrafyamız üzerinde yaşamaya zorunlu olan ve farklı kültür, dil, din ve etnik yapıya sahip her kesimin yüzyıllardır süzülerek gelen değer ve normlarına bağlı bir yaşam sürmeleri kendilerine olduğu gibi başkalarına da asla zarar vermeyecektir. Aksine bu durumdan herkes hoşnut olacak ve ötekiler dediğimiz diğerleri tarafından kendilerine çok özel disiplinli tutum ve davranışlarla daha candan ve samimi olarak ilgi ve alâka gösterilip, tanınıp bilineceklerdir. Çünkü bu değer ve normların kaynağı Anadolu coğrafyasıdır ve bu coğrafya; üzerinde yaşayan herkesin ana kucağı ve ninni sesleriyle uyuduğu beşiğidir. Bu ana kucağı ve beşikten üretilen her değer ortaktır ve birbirini doyasıya beslemiştir. Anadolu coğrafyası hareketli bir coğrafyadır. Üzerindekileri sürekli kondurup göçürmektedir. Bu kültürel ve sosyal hareketlilik sayesinde değer ve normları iç içe geçerek birbirine köstek değil destek olmuştur. Çünkü birindeki zayıf bir nokta diğerinin en güçlü tarafıyla yeniden ve daha sağlam olarak inşa edilmiştir. Kısacası birisi diğerinin aynası olmuştur. Tüm değerlerin basma kalıp değişmez klişeler olarak kalmadan sürekli ve değişen koşullara bağlı olarak gelişip bütün insanlığı kuşatan medeniyet değerleri halinde ortaya çıkması, işte iç içe geçen bu farklı kültür ve değerler arası geniş bir etkileşim, mukayese yapma, yanlış ve zayıf olanları elimine ederek yeni ortak değerlerin inkişafına fırsat verme imkânlarına bağlı olarak şekillenmiştir. Öyleyse, birinde diğerinin, diğerinde ötekinin hisseleri vardır ve görüldüğü gibi aidiyette tekilcilik yoktur. Anadolunun kaderinde çoğulculuk vardır. Benden, sende, ondan boşalan imkân ve fırsatlara seninki, benimki, onunki yerleşmiştir. Senden bana gelenlerde senin hissen olarak; alın terin, göz nurun, emeğin, sevdan ona kattığın ruhun var. Aynı şekilde benden sana gelenlerde de aynı şeyler var. Öyleyse senin sahip oldukların ve yaşatmak için mücadele verdiklerin sadece senin değil benimde! Benim sahip olduklarım ve uğruna ölümü göze aldığım değerlerim sadece benim değil seninde! Tekrar ifade ediyorum ki, bunun adı; tanış olma, Havva analı ve Adem babalı kardeş olma, kardeşliğin gereği olan uzlaşma ve paylaşarak büyüyüp gelişme ve insanı kâmil olma adına tekamüldür. Hiçbir farklı toplumsal ve kültürel yapı ve kurumun daha var olması için diğerlerinin daha yok olması gerekmez. Eğer yok etmek gerekiyorsa, sende benden olanları ve bende de senden olanlarında yok edilmesi gerekir. O zaman geriye ne kalacak ve hangi kalanların var olması için mücadele edeceksiniz!?.. Böyle bir tavır hem yanlış ve hem de iyi niyetten uzaktır. Bu farklı yapıların birini var eden diğerinin varlığıdır. Eğer birisinin varlığını diğerlerinin yokluğu üzerine inşa ederseniz, yokluk temeli üzerinde varlığınızı sürdüremezsiniz. Ilık bir meltem rüzgârıyla bile yıkılıp gidersiniz. Yıkılıp giderken de, “eyvah ölen benmişim dersiniz”. Bence en korkutucu olması gereken de budur!.. Vel hasılı tüm bu sorunların çözümü; yaklaşmaktan, konuşmaktan, koklaşmaktan, uzlaşmaktan ve paylaşmaktan geçmektedir. Evet soframız gönüllerde kurulmuştur ve Yüce Yaratanın verdiği canı taşıyan herkes davetlimizdir. Bu sofrada hepimizin ve hepinizin hissesi vardır. Buyurun beyler buyurun Halil İbrahim sofrasına! Gelmesi için kepçemize kaşığımıza, doğransın gönül ve sevda özlü lokmalar aş tasına. Sevda özü kokarsa lokma bozulur. Bozulursa lokmalar paylaşım da azalır. Azalan ve bozulan paylaşımla aralardan sızılır. İşte bu sızıntıların yer tutup kök salmamaları için el ele verip safları ibadet hanelerin dışına taşımamız gerekmektedir. Aslında işimiz oldukça kolaydır. Çünkü bu mübarek topraklar, yüzyıllar boyunca insanlığa ve hatta diğer tüm canlılar alemine huzur, güven, barış, uzlaşı ve kardeşlik getirmiştir. İşte bu noktada Hz. Mevlâna’nın anlatımıyla; “her şey kendi zıddıyla kaimdir” özdeyişi de Anadolu coğrafyası üzerinde yaşanılmış ve yaşanılan sorunlara bağlı olarak ulaşılacak çözümlerin adeta şerden hayır çıkması olarak algılanması gerekir. İşte bu algı; kim ve ne olursa olsun, herkesin birbirine gönül ve el vermesini zaruri kılacaktır. Tüm bu insan olma onurunu gözeten ve dünyanın her tarafına ayrım gözetmeksizin cömertçe dağıtılması gereken değerlerin kökleri bu topraklarda saklıdır ve tavında işlenip can suları verildiği zaman yeniden ve daha güçlü olarak boy verip salınacaklardır. Bunun işaretleri sürekli alınmaktadır. Yaşamaya mahkum edilmek istenilen sorunlarımız ne kadar acı verici ve can alıp kan dökücü olsa da, bu toprakların yerli müdavimleri arasında düşmanlık ve haset tohumları kök salıp boyunu toprağın üzerinde gösterememiştir. Her seferinde boyunun ölçüsünü almıştır. Birebir yaşanan somut olaylara bağlı olarak ulaşılan genellemeler şeklinde ortaya çıkan olgusal gerçeklikler ışığında, bu kutsal topraklar üzerinde yaşanılan ve yaşatılan tüm inanç ve felsefi sistemler barış, kardeşlik, fedakârlık, genelin tasvip ettiği iyilik ve güzellikleri ısrarla önermektedir. Bizler bu öneri ve samimi taleplerin hayata geçirilmesi önündeki engellere müdahale etmek için buradayız. Tanışıp görüşmek, görüşüp konuşmak ve konuşup uzlaşıp anlaşmak gerekir. Bizlerin kodlarında bunlar zaten var. Bütün mesele üzerinde oynanan ve tozlanan hafızalarımızın canlandırılmasıdır. Arzu edilen ve tüm bu insani etkinliklerin taşıyıcısı dildir. Çünkü dil geçmişin en ucundan günümüze süzülüp arınarak gelen ve geleceğe doğru toplumsal yönü belirleyen kültürel ve sistematik bir yapıdır. Bu topraklar üzerinde konuşulan ve yaşatılan her dil veya lehçenin kaynağı diğer tüm insani değerlerde olduğu gibi yine bu topraklardır. Hiç kimsenin şahsi malı da değildir. Üzerinde bu coğrafyada yaşayan her kesimin ve hatta bireyin hissesi vardır. Sermaye ortaktır. Öyleyse ortaya çıkan farklılıklar adına kazanımlar da ortak olmak durumundadır. Güneydoğu kökenli bir Kürt kardeşim açısından Kürtçe ne ise, benim ve diğerleri içinde odur. Bir Türk açısından Türkçe ne ise bir Kürt ve diğerleri içinde odur. Bütün bunlar ortak geliştirdiğimiz değerlerdir. Bu değerlerin hiçbirisi diğerlerinin hisseleri yok sayılarak şu kesime bu kesime pay edilemezler. Çünkü henüz veraset ilamları çıkarılmamıştır. Ailemde Kürt kökenli ve Laz kökenli gelinlerimiz var ve benim kirvemde birinci derece aileden gördüğüm Kürt kökenli örnek bir insandır. Bu yüzden benim aileme geçen hisseler vardır. Anlaşılıyor ki, artık herkes hissedarı olduğu tüm değerlerini bilmek ve tanımak zorundadır. Meselâ duruma Kürtçe açısından bakıldığında; öğretiminin Kürtlerdense Türklere ve diğer kesimlere yapılmasının daha gerekli olduğunu düşünüyorum. Öyle veya böyle bu insanlara Türkçe öğretilmiş ve öğretilmeli de. Ancak diğerlerine de Kürtçenin her ne şekil olacaksa mutlaka öğretilmesi gerekirdi. Çünkü birbirimizi daha açık ve doğrudan anlamamız için bu şarttır. Bizleri birbirimize başkaları değil, kendimiz anlatmalıyız. Ben eminim ki okullarımıza seçmeli ders olarak konulur ise, tercih edenlerin çoğu su Türk ve diğer etnik aidiyeti olan çocuklar olacaktır. Meselâ ben öğrenmeye başladım bile. Batı dilleri edinilirken elde edilen kazanımlar burada da sağlanabilir. Evet sevgili dostlar bence kardeşliğin yolu bu kavşak ve dönemeçlerden geçiyor. O dönemeç ve kavşaklar yeniden tanzim edilerek birlik ve beraberlik ufuklarına açılan yollara yön verilmelidir. Bu yönü hepimiz, bizler vereceğiz. Çünkü bizim kafamızın arkasında gizli gündemlerimiz yoktur. Sureti Haktan görünüp, hakka giden yolların önüne bariyerler örenlerden değiliz. Dövüşten, sövüşten, can yakmadan ve ev yıkmadan yana değiliz. Herkesin herkesi bağrına basacağı kadar geniştir gönül evimiz. Gelin medyada yıllardır boy gösterip hep aynı ve benzer bir şeyleri söyleyenlerin dışında hepimize ait çok şeyler söyleyelim. Gelin Anadolu coğrafyasında yaşayan ve ana gövdenin ana unsurlarından oluşan bu yüce milleti hep umutsuzluğa sürüklemeye odaklaşan maskeli süvarileri görmeye mahkum etmeyelim. Gelin hiç kimsenin düşünmediği ve beklemediği, ama ortak aklın ve imanın gerektirdiği gibi davranalım. Bir olalım, diri olalım ve muhteşem olalım. Derin sevgi ve saygılarımla. Doç. Dr. Ali Osman ENGİN
TERÖR SORUNUNU KİM ÇÖZER, KİM ÇÖZEMEZ?
Bu gün ülkemizin canlı cansız, yaşayan ve yaşamayan herkesi derinden etkileyen sorunları olduğu gerçeği açıktır. Ancak şurası çok net olarak bilinmelidir ki, bu sorunların hemen hemen tamamı; kendi tercihleri olmayan, ama sadece yaşadıkları bölgelerin fiziki, coğrafi, yerel ve toplumsal yapılarından kaynaklanan düşünsel süreçler manzumesidir. Yani felsefi tabanlıdır. Anadolu
Coğrafyasında içeride yaşayanların, dışarıda yaşayan diğerleri ile olan ilişkiler bütününün ortaya koyduğu gereklilikler kapsamında, bu toprakların özünü tamamlayan ve hatırlatan nihai katma değer yargılarının aşındırılmasından kaynaklanmaktadır. Bu sorunların ana damarı içerinin tutarsızlığına dayalı olarak hep dışarıdan beslenmiş ve bugün karşımızda duran devasa sorunlar yumağını oluşturmuştur. Bu sorunlar devam eden uzun yıllar boyunca ve hatta Osmanlı’ ya ve daha öncesine uzanan bir süredir tartışılmıştır. Halen de tartışılmaya devam edilmektedir. Şüphesiz ve doğal olarak hiç kimseyi hoşnut etmemesi gereken acı olaylarda yaşanmıştır.
Evet yaşananlar yaşanmıştır. Yaşanan acı tecrübe ve deneyimleri hisse sahiplerine pay edersek, muhatapların tek bakış açısıyla yöneldikleri açık veya kapalı sebeplerin hisselerinin fazla abartıldığı sonucuna ulaşılacaktır. Çünkü tarihsel bilinç sadece yazılan veya yazdırılan resmi tarih tezleri ve onun zıddı olan redler arasında geçen süreçlerden ziyade, acabalarla, eğer öyle olduğu iddia ediliyorsa şu değişkenlerde hesaba katılırsa sonuç nasıl olurdu? Kısacası; acabalarla, amalarla, nedenlerle ve niçinler İle yol almaktadır. Meşhur tarihçimiz Mustafa ARMAĞAN’ da bu şekilde düşünmektedir. Hiçbir zaman yapılan iddialar ve onların zıt değerleri birbirinin dışında olamazlar ve sadece birbirlerini var ederler. Çünkü her şey kendi zıddıyla ancak var olabilir.
Dolayısıyla zıtlar birbirini yok etmez bilakis var ederler. Önemli olan eleştirel ve yaratıcı düşünsel sorgulama ve bakıştır. Zaten eylemlerin asıl gerekçeleri de oralardan açığa çıkarılabilir. Bugün ömrünü dünyevi çıkarların dışında tutup, tüm varlığını insanların iradelerini güçlendirmeye ve İbni Haldun’un deyimiyle “şahsiyet” olma noktasına ulaştırma çabasına adayan ve özellikle İslâm inancını ruhuna dantel dantel işleyenler, kitleleri asla sen-ben, biz-siz ayrımcılığında etkisizleştirmeye çalışmamışlardır. Halbuki İslâm, Kuran, tasavvuf ve cami cemaati dışında kaldıklarını veya onları dışladıklarını fark edemeyenler, kendilerini ustası yüce ALLAH olan diğer insanlardan aynı inanç ve değerleri daha disiplinli yaşasalar da, nereden tüyo almışlarsa, üstün saymaktadırlar. Bu tutum ve davranışları da kendilerine verilmiş statülerinin rollerinden kaynaklandığını düşünmektedirler. Burada belli kesimlerin dünyevi çıkar hesaplarını uhrevi propagandalarla öne çekerek, ALLAH’ ın tarafında olmasa da, güçlünün yanında yer almayı siyaset ve kişisel rant adına kabul eden yeni bir yapı ortaya çıkmıştır. Bu bozuk temelli ve her ne adına olursa olsun ve üstünlüğü takvada aramayan tutum ve davranışlar, diğer inanan ve inandığı gibi yaşamak isteyen mütedeyyin insanları hem üzmekte ve hem de rahatsız etmektedir. Bu sevgili kardeşlerimiz dünyanın sadece kendilerinden ibaret olmadığını anlamak zorundadırlar. En şaşırtıcı ve garip olanı da; dışlanarak hak ve adaletin tecelli etmesini engelleyen tarafgir davranışlarla hak ve hukuku çiğnenenler kendileri gibi inanç ve değerlere sahip kişilerdir. Bunların arasında yüce kitabımız KUR’AN da belirtilen müşrikler ve ALLAH indinde tek hak din İslâm dışı inanç sistemlerini benimseyen ve ellerinde bulundurdukları imkânlarla her seferinde İslâm inanç ve felsefesine saldıranlar fazla görülmemektedir!.. Burada neyin kazanılıp neyin kaybedildiği henüz anlaşılamamıştır. Bu yanlı, ırkçı ve dışlayıcı tavırlar yüzünden, Saidi Nursi’ den geniş ve beklentisiz inanan kitlelerin alabildiğine yararlanmasının ve yeni fikir ve düşünsel esaslar üretmelerinin önü kesilmiştir. Bu ünlü İslâm âlimi ve filozof’ un sanki sadece belli bir kesime hitap eden ve onu kendilerine katma değer sağlayan bir meta imiş gibi algılara yerleştirilmesi doğru değildir. Adına da iman kurtarma operasyonu denilse de, imanı kurtarılsın denilenlerin imanları kurtarılsa da hep dışarıda bırakılarak dışlanan tarafta ve her nedense, imanlarına müdahale edilmeyenler de hep içeride kalanlardır. Belli ki onların imanları ya kurtarılmayı gerektirmiyor veya başka bir şey!.. Halbuki iman uhrevidir ve dünyevi etkinliklerle tahkim edilemez. Ancak uhrevi temellerin üzerinde inşa edilirse sağlamlaşabilir. İman her bir birey ve şahsiyetten yola çıkarak ezeli ve ebedi kuşatan öyle bir evrensellik resmeder ki, sadece bir grup veya cemaatin çerçevesi içerisine hapsedilemez. Aksi halde bunun adı iman yok etme olabilir.
Bu ne maksatla yapılırsa yapılsın daralmadan ve ayrışmadan ibarettir. Sırf bu yüzden inandığı değerlerini kenara atıp iman değerlerini sırf onlar ve onların tutum ve davranışlarından dolayı zayıflatan bir sürü insan tanıyorum. Onlar bir kişi dahi olsa bunun bedelini tüm elde ettikleri varlarını harcasalar da karşılayamazlar. Bu gizlenerek gizem katılan faaliyetler günah tek başına onlara yetecektir. Yapılanlar sadece yaşadığımız stres çağının ön plâna taşıdığı duyguların üç beş boyalı kavramla birleştirilip insanların çıkarlarının ve beklentilerinin karşılanmasının öncüleri olarak kullanılmasından ibaret olan faaliyetler; insanların imanlarının çıkar hesaplarına endekslenmesi anlamına gelmektedir. Bu insanların işte o din veya dinsizlik felsefesi motifli ve azdırılmış duygu boyalı menfaat yollarını kapatın, bütün samimiyetimle söylüyorum, ne şuculuk ve nede buculuk kalmayacak ve gelene ağam, gidene paşam diyeceklerdir. Tarihe kısa bir yolculuk bunu açıkça ortaya koyacaktır. Esasında muhterem Saidi Nursi’yi bütün insanlığa mal etmek gerekmektedir. Üstadın hiçbir düşüncesinde ALLAH inancı olan ve hele İslâm inancını iliklerine kadar benimsemiş, değerlerini yaşayan ve yaşatan, onların ikamesi için canını cananına tercih etme yürek ve iradesine sahip olan birey ve grupların ötekileştirilmesi yoktur. Hele dünya için çirkin siyaset oyunlarının kirli perde perde sergilenmesi yoktur. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’ de bu noktaya şaşırtıcı bir vurgu yapmıştır. Olayların sebeplerini hissedarlarına pay ederken, kadere düşen hisseye de atıfta bulunmuştur. Ulu Çınar, Şeyh Edebali’ nin öğütlerinde de aynı düzen ve intizam arayışlarının izleri vardır. Onlar ve onlar gibi Hak erenleri ve ALLAH dostları, tüm sorunların çözümünü işaret eden kodları ortaya koymuşlardır. Mevlâna’ nın; “kim olursan ol gel” daveti aynı kardeşlik hedefini işaret etmektedir. Yunus Emre’ nin; “Elif eyledik ötürü, Pazar eyledik götürü. Yaratılmışı severiz, yaratandan ötürü” dizeleri de çatışma yönetimi olgusu adına en temel başlangıç noktasını oluşturmaktadır. Yüce Mevlâna’ nın; “ben şu ana kadar ne dediysem Ebul Hasan El Harakani Hazretlerinden duyduklarımdan ibarettir” dediği o muhteşem gönül ustası da; “benim soframa icabet eden hiç kimse kovulmasın. ALLAH’ ın kulu ve yarattığı olma onurunu taşıyan herkes bu sofradan yeme ve içme hakkına sahiptir” şeklindeki altın sözleri de aynı maksadın hasıl olmasının ana şifreleridir. Ancak iyi incelendiğinde; yukarıda ayrı ayrı vurgulamaya çalıştığım barış ve kardeşlik kodlarını göz ardı ederek güya çözüm önerileri geliştirme adına her masaya yatırılan sorun tartışılırken; akılcı, herkesi kucaklayan, birini içeri alırken diğerini başka şer odaklarının ayrıştırıcı tuzaklarına düşürmeyen nihai çözümler bir yana, daha kompleks ve karmaşık sorunlara kapı aralanmıştır. Çünkü hedeflenen çözüm değil, çözüm ihtimali olan yaklaşımlar arasından kardeşlik, barış, huzur, güven ve benzerlikler karartılarak, ayrıştırıcı ve sorunları derinleştirerek yeni ve beynelmilel çoklu kavşaklardan karanlık güzergâhlara yol verilmiştir. Olumsuzlukları çağrıştıracağı için bu yollara girmek istemiyorum. Sorunların çözümlerinin kodlarını veren Hak Erenlerinin içerisinden yetiştikleri geniş halk kitleleri arasında ise bu kodların hayata geçirilmiş olduğunu görmek mümkündür. Farklı kültürlerin yeşerip boy verdiği topraklarda kız alıp kız vermeler, çocuklara kirvelikler ve asker arkadaşlıkları şeklinde gerçekleşen gerçek kardeşlik, akrabalık bağlarını sabote edemeyen kötü amaçlı oyun kurucuları, farklılıkları körükleyerek toplumun yeniden inşası olarak şekillenen ilişkilerin önüne geçmeye çalışmaktadırlar. Ben buradan yasama ve yürütmeyi elinde bulunduran siyasi otoriteye bu konular üzerinde geniş ve çok detaylı çalışmalar yapmasını, özellikle kız alıp verme ve kirvelik gibi akrabalık bağı oluşturma faaliyetlerini destekleyerek teşvik etmesini ve bu konuda görev alabilecek sivil toplum kuruluşlarının kurulmasını desteklemesini tavsiye etmek isterim. Bu tür evlilikler maddi ve manevi olarak desteklenmekle beraber, en azından çiftlerden birisine sürekli bir iş imkânı sağlanabilir. Herkes tarafından bilinmektedir ki; kız alıp vermelerde tarafları rahatsız edecek ve kabulü mümkün olmayacak olumsuz farklılıklar bulunmamaktadır. Son dönemlerde özellikle üniversite öğrencilerimiz arasında, zerdüştlük ve benzeri farklı inanç ve felsefelerin geleneksel ve umumu kucaklayan değerler yerine konulmaya çalışılması da büyük bir duyarlılıkla üzerinde durulması gereken yeni ve ayrı bir yöneliştir. Aileler bu konularda da çocukları üzerinde denetleyici olmalıdırlar. Görüldüğü gibi toplumlar bazında sorunun çözüm kodlarından hareketle gerekenler yapılmıştır ve yapılmaya da devam etmektedir. Diyebiliriz ki; bu manada geniş proje çalışmaları hayata geçirilerek özellikle benzerlikler, olumlu olay, olgu ve gerçeklikler üzerine yoğunlaşılmalıdır.
Alevilik üzerinden oynanan ayrıştırıcı oyunlarda da benzer hedeflere dönük faaliyetler göze çarpacaktır. Hacı Bektaşı Veli’nin ortaya koyduğu görüş ve eserlerinde belirttiği gerçekliklerin altına hepimiz imzamızı atarız ve ekilmek istenen nifak tohumlarını da ALLAH’ ın yardımıyla söker atarız. Ehli Beyt İslâm inanç ve felsefesini benimseyen herkesin ortak ve baş tacı değerleridir. Hazreti Muhammed İslâm Dini’ nin Peygamberidir ve diğerlerinin hiçbirisinin daha yukarılarda bir makamı olduğu iddiası olmamıştır ve yoktur. Sıvas’ ta yaşayan çok bilgili ve donanımlı Alevi aile reisleriyle tanıştım ve kendilerinden istifade ettim. Yanlış bildiğim ve bilmediğim birçok şeyi onlardan öğrendim. Çok duyarlı ve Alevi bir öğrencimden Alevilik konusunda aydınlanmam için yardım istedim. Edindiğim izlenimler; Aleviliğin İslâm inanç ve felsefesiyle asla çelişmediğini ve hatta tamamen aynı şeyler olduğunu anladım. İşte o zaman koparılmaya çalışılan kıyametin nedenlerini çözümlemeye başladım. Ancak yine de eğer dediklerinde samimi iseler, kendi ayrılık ve farklılıklarıyla hemhal olmalarına karışılmamalı diye düşünmek gerekir. Ancak iddia ettikleri ayrılık ve gayrılıkları diğerlerini düzene koymak veya düzenlerini bozmak için kullanmamalıdırlar. Çünkü dinde zorlama yoktur. Özellikle bütün kitabi dinlerde olduğu gibi, İslâm dinide; mezhep; tekke, zaaviye, tarikat ve tasavvuf boyutlarıyla ana yolun dışına çıkmadan sürdürülebilir ve farklı koşullara has ritüel ve renkleri de sisteme dahil etmiştir. Şiilik ve Caferiliği bu çerçevede bence tartışmaya bile gerek yoktur. Tartışılması gereken; bu mezhepleri benimseyen vatandaşlarımızın dini ihtiyaçlarının karşılanması için gereken tedbirlerin alınması ve kendi insanımızın başka yerlere ve başka mecralara mahkum edilmemesi için acilen harekete ve hayata geçirilecek tedbirlerdir. Belli ki sorun yine tanış olamama sorunudur. Bence üniversitelerimizin bu mevzularda enstitüler, kürsüler kamu kurmaları, topluma hizmet katkıları kapsamında aydınlatıcı faaliyetlere ağırlık vermeleri gerekmektedir. Böylece çok geniş ve yeni eğitim ve öğretim istihdam alanları ortaya çıkmış olacaktır. İşte farklılıkların dönüştürülebileceği birlikteliklerin çerçevesi budur. Şüphesiz bütün bunlar yapılırken, dini azınlıklara da aynı yaklaşım tarzıyla inandıkları gibi yaşama ve dini gerekçelerini yerine getirme fırsat ve desteği sağlanmalıdır. Hoşgörü ve diyalog iklimi her zaman canlı tutulmalıdır. Bu çizgilerin dışında sürdürülen faaliyetler; iyi analiz edilirse, Alevilikle ilgili olarak koparılan kıyametin asıl hedefin; Aleviliği İslâm ve din dışı bir yapıya kavuşturarak aileler arasında gerçekleşen samimi akrabalık ve dostluk ilişkilerini sonlandırmak olabileceği anlaşılacaktır. Aleviliği İslâm dışı bir din olarak yeniden yapılandırmak isteyenler, felsefe olarak Marksist felsefeye daha yakın durmaktadırlar. Görüldüğü gibi, Aleviliği inançsızlık üzerine inşa edenler, İslâm inanç felsefesini benimseyen diğerlerinin artık bu zümrenin kızlarını kendi oğullarına ve kendi kızlarını da Alevi gençlere eş olarak alıp vermeme temayülü göstermeye başlamışlardır. Çünkü dinsizlik üzerine inşa edilecek yeni bir din anlayışının bilim ve felsefi açılardan tutarsız olduğu herkes tarafından bilinmektedir. O halde böyle bir çabanın maksadının benim vurgulamaya çalıştığım yöne dönük olması daha mantıklıdır. Şirin Anadolu coğrafyamız üzerinde yaşamaya zorunlu olan ve farklı kültür, dil, din ve etnik yapıya sahip her kesimin yüzyıllardır süzülerek gelen değer ve normlarına bağlı bir yaşam sürmeleri kendilerine olduğu gibi başkalarına da asla zarar vermeyecektir. Aksine bu durumdan herkes hoşnut olacak ve ötekiler dediğimiz diğerleri tarafından kendilerine çok özel disiplinli tutum ve davranışlarla daha candan ve samimi olarak ilgi ve alâka gösterilip, tanınıp bilineceklerdir. Çünkü bu değer ve normların kaynağı Anadolu coğrafyasıdır ve bu coğrafya; üzerinde yaşayan herkesin ana kucağı ve ninni sesleriyle uyuduğu beşiğidir. Bu ana kucağı ve beşikten üretilen her değer ortaktır ve birbirini doyasıya beslemiştir.
Anadolu coğrafyası hareketli bir coğrafyadır. Üzerindekileri sürekli kondurup göçürmektedir. Bu kültürel ve sosyal hareketlilik sayesinde değer ve normları iç içe geçerek birbirine köstek değil destek olmuştur. Çünkü birindeki zayıf bir nokta diğerinin en güçlü tarafıyla yeniden ve daha sağlam olarak inşa edilmiştir. Kısacası birisi diğerinin aynası olmuştur. Tüm değerlerin basma kalıp değişmez klişeler olarak kalmadan sürekli ve değişen koşullara bağlı olarak gelişip bütün insanlığı kuşatan medeniyet değerleri halinde ortaya çıkması, işte iç içe geçen bu farklı kültür ve değerler arası geniş bir etkileşim, mukayese yapma, yanlış ve zayıf olanları elimine ederek yeni ortak değerlerin inkişafına fırsat verme imkânlarına bağlı olarak şekillenmiştir. Öyleyse, birinde diğerinin, diğerinde ötekinin hisseleri vardır ve görüldüğü gibi aidiyette tekilcilik yoktur. Anadolunun kaderinde çoğulculuk vardır. Benden, sende, ondan boşalan imkân ve fırsatlara seninki, benimki, onunki yerleşmiştir. Senden bana gelenlerde senin hissen olarak; alın terin, göz nurun, emeğin, sevdan ona kattığın ruhun var. Aynı şekilde benden sana gelenlerde de aynı şeyler var. Öyleyse senin sahip oldukların ve yaşatmak için mücadele verdiklerin sadece senin değil benimde! Benim sahip olduklarım ve uğruna ölümü göze aldığım değerlerim sadece benim değil seninde! Tekrar ifade ediyorum ki, bunun adı; tanış olma, Havva analı ve Adem babalı kardeş olma, kardeşliğin gereği olan uzlaşma ve paylaşarak büyüyüp gelişme ve insanı kâmil olma adına tekamüldür. Hiçbir farklı toplumsal ve kültürel yapı ve kurumun daha var olması için diğerlerinin daha yok olması gerekmez. Eğer yok etmek gerekiyorsa, sende benden olanları ve bende de senden olanlarında yok edilmesi gerekir. O zaman geriye ne kalacak ve hangi kalanların var olması için mücadele edeceksiniz!?.. Böyle bir tavır hem yanlış ve hem de iyi niyetten uzaktır. Bu farklı yapıların birini var eden diğerinin varlığıdır. Eğer birisinin varlığını diğerlerinin yokluğu üzerine inşa ederseniz, yokluk temeli üzerinde varlığınızı sürdüremezsiniz. Ilık bir meltem rüzgârıyla bile yıkılıp gidersiniz. Yıkılıp giderken de, “eyvah ölen benmişim dersiniz”. Bence en korkutucu olması gereken de budur!.. Vel hasılı tüm bu sorunların çözümü; yaklaşmaktan, konuşmaktan, koklaşmaktan, uzlaşmaktan ve paylaşmaktan geçmektedir. Evet soframız gönüllerde kurulmuştur ve Yüce Yaratanın verdiği canı taşıyan herkes davetlimizdir. Bu sofrada hepimizin ve hepinizin hissesi vardır. Buyurun beyler buyurun Halil İbrahim sofrasına! Gelmesi için kepçemize kaşığımıza, doğransın gönül ve sevda özlü lokmalar aş tasına. Sevda özü kokarsa lokma bozulur. Bozulursa lokmalar paylaşım da azalır. Azalan ve bozulan paylaşımla aralardan sızılır. İşte bu sızıntıların yer tutup kök salmamaları için el ele verip safları ibadet hanelerin dışına taşımamız gerekmektedir. Aslında işimiz oldukça kolaydır. Çünkü bu mübarek topraklar, yüzyıllar boyunca insanlığa ve hatta diğer tüm canlılar alemine huzur, güven, barış, uzlaşı ve kardeşlik getirmiştir. İşte bu noktada Hz. Mevlâna’nın anlatımıyla; “her şey kendi zıddıyla kaimdir” özdeyişi de Anadolu coğrafyası üzerinde yaşanılmış ve yaşanılan sorunlara bağlı olarak ulaşılacak çözümlerin adeta şerden hayır çıkması olarak algılanması gerekir. İşte bu algı; kim ve ne olursa olsun, herkesin birbirine gönül ve el vermesini zaruri kılacaktır. Tüm bu insan olma onurunu gözeten ve dünyanın her tarafına ayrım gözetmeksizin cömertçe dağıtılması gereken değerlerin kökleri bu topraklarda saklıdır ve tavında işlenip can suları verildiği zaman yeniden ve daha güçlü olarak boy verip salınacaklardır. Bunun işaretleri sürekli alınmaktadır. Yaşamaya mahkum edilmek istenilen sorunlarımız ne kadar acı verici ve can alıp kan dökücü olsa da, bu toprakların yerli müdavimleri arasında düşmanlık ve haset tohumları kök salıp boyunu toprağın üzerinde gösterememiştir. Her seferinde boyunun ölçüsünü almıştır. Birebir yaşanan somut olaylara bağlı olarak ulaşılan genellemeler şeklinde ortaya çıkan olgusal gerçeklikler ışığında, bu kutsal topraklar üzerinde yaşanılan ve yaşatılan tüm inanç ve felsefi sistemler barış, kardeşlik, fedakârlık, genelin tasvip ettiği iyilik ve güzellikleri ısrarla önermektedir. Bizler bu öneri ve samimi taleplerin hayata geçirilmesi önündeki engellere müdahale etmek için buradayız. Tanışıp görüşmek, görüşüp konuşmak ve konuşup uzlaşıp anlaşmak gerekir. Bizlerin kodlarında bunlar zaten var. Bütün mesele üzerinde oynanan ve tozlanan hafızalarımızın canlandırılmasıdır.
Arzu edilen ve tüm bu insani etkinliklerin taşıyıcısı dildir. Çünkü dil geçmişin en ucundan günümüze süzülüp arınarak gelen ve geleceğe doğru toplumsal yönü belirleyen kültürel ve sistematik bir yapıdır. Bu topraklar üzerinde konuşulan ve yaşatılan her dil veya lehçenin kaynağı diğer tüm insani değerlerde olduğu gibi yine bu topraklardır. Hiç kimsenin şahsi malı da değildir. Üzerinde bu coğrafyada yaşayan her kesimin ve hatta bireyin hissesi vardır. Sermaye ortaktır. Öyleyse ortaya çıkan farklılıklar adına kazanımlar da ortak olmak durumundadır. Güneydoğu kökenli bir Kürt kardeşim açısından Kürtçe ne ise, benim ve diğerleri içinde odur. Bir Türk açısından Türkçe ne ise bir Kürt ve diğerleri içinde odur. Bütün bunlar ortak geliştirdiğimiz değerlerdir. Bu değerlerin hiçbirisi diğerlerinin hisseleri yok sayılarak şu kesime bu kesime pay edilemezler. Çünkü henüz veraset ilamları çıkarılmamıştır. Ailemde Kürt kökenli ve Laz kökenli gelinlerimiz var ve benim kirvemde birinci derece aileden gördüğüm Kürt kökenli örnek bir insandır. Bu yüzden benim aileme geçen hisseler vardır. Anlaşılıyor ki, artık herkes hissedarı olduğu tüm değerlerini bilmek ve tanımak zorundadır. Meselâ duruma Kürtçe açısından bakıldığında; öğretiminin Kürtlerdense Türklere ve diğer kesimlere yapılmasının daha gerekli olduğunu düşünüyorum. Öyle veya böyle bu insanlara Türkçe öğretilmiş ve öğretilmeli de. Ancak diğerlerine de Kürtçenin her ne şekil olacaksa mutlaka öğretilmesi gerekirdi. Çünkü birbirimizi daha açık ve doğrudan anlamamız için bu şarttır. Bizleri birbirimize başkaları değil, kendimiz anlatmalıyız. Ben eminim ki okullarımıza seçmeli ders olarak konulur ise, tercih edenlerin çoğu su Türk ve diğer etnik aidiyeti olan çocuklar olacaktır. Meselâ ben öğrenmeye başladım bile. Batı dilleri edinilirken elde edilen kazanımlar burada da sağlanabilir.
Evet sevgili dostlar bence kardeşliğin yolu bu kavşak ve dönemeçlerden geçiyor. O dönemeç ve kavşaklar yeniden tanzim edilerek birlik ve beraberlik ufuklarına açılan yollara yön verilmelidir. Bu yönü hepimiz, bizler vereceğiz. Çünkü bizim kafamızın arkasında gizli gündemlerimiz yoktur. Sureti Haktan görünüp, hakka giden yolların önüne bariyerler örenlerden değiliz. Dövüşten, sövüşten, can yakmadan ve ev yıkmadan yana değiliz. Herkesin herkesi bağrına basacağı kadar geniştir gönül evimiz. Gelin medyada yıllardır boy gösterip hep aynı ve benzer bir şeyleri söyleyenlerin dışında hepimize ait çok şeyler söyleyelim. Gelin Anadolu coğrafyasında yaşayan ve ana gövdenin ana unsurlarından oluşan bu yüce milleti hep umutsuzluğa sürüklemeye odaklaşan maskeli süvarileri görmeye mahkum etmeyelim. Gelin hiç kimsenin düşünmediği ve beklemediği, ama ortak aklın ve imanın gerektirdiği gibi davranalım. Bir olalım, diri olalım ve muhteşem olalım. Derin sevgi ve saygılarımla.
Doç. Dr. Ali Osman ENGİN
Ekleme
Tarihi: 16 Kasım 2012 - Cuma
TERÖR SORUNUNU KİM ÇÖZER, KİM ÇÖZEMEZ?
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.