İnsanlığın gelmiş olduğu 21. yüzyılın eşiğinde her defasında belki biraz daha farklı temaların toplumsal temelli görünüşe egemen olup, kendi göstergeleriyle gösteriş toplumunu yöneten önceden plânlanmış toplumsal olayların çatışma olgu ve yönetimi çerçevesinde daha ayrıntılı olarak analiz edilmesi gereği ortaya çıkmıştır. Toplumsal yapıyı derinden etkileyen olaylar sebep ve sonuçlarıyla ortaya konularak derin analizler sonucunda, olgu boyutuyla ortaya çıkabilecek genellemeler üzerinde durulmalıdır. Ancak işte o zaman kriz, çatışma olgusu ve durumu tüm ilgili taraf ve paydaşlar açısından performans artışı sağlar ve sonuçta bir öğrenme modeli olabilir.
Toplumsal düzeyde yaşanılan belirsizlik, durağanlık ve krizlerin her zaman bir tükeniş ve yok oluşun başlangıcı olacağı söylenemez. Çünkü çatışma yönetimi anlayışında da ön görüldüğü gibi; her kriz ve bunalımlı durum sonucu yeni başlangıçlar yaşanır. Denildiği gibi; bir kapı kapandığında başka kapılar açılır. Önemli olan da her kapanan kapı yanında yeniden açılabilecek kapıların farkına varmaktır. Günümüzde Amerika’ da varlığını çok etkili bir şekilde sürdüren “illüminati” düşünce ve bu düşünceyi savunanların aynı felsefeye sahip oldukları bilinmektedir. Amerika’nın dünya üzerinde oynadığı rollerin arka plândaki düşüncesi işte bu ve benzeri yapılar tarafından üretilmektedir. Bu yapıya göre; yaratılacak krizlerden düzen doğar. Onun için günümüzde örnekleri sürekli yaşandığı gibi dünyanın her tarafında krizler çıkarılmakta ve akabinde de bu krizler ve riskler satın alınmaktadır. Satın alınan risk ve krizlerden hareketle de yeni dünya düzenleri inşa edilmeye çalışılmaktadır.
Amerika gibi günümüz küresel güç merkezlerinin yöntem ve teknikleri dışında da farklı yapı ve değişkenlere bağlı olarak benzer süreçler yaşanabilmektedir. Gerçekten de hemen hemen her gelişim adına değişimin temelinde daha önceden yaşanan ve olası krizler göze çarpıyor. Günümüzde de toplum olarak yaşanılan risk ve krizlerin özellikle toplum bilimciler ve siyaset kurumu tarafından daha objektif kriterlere göre satın alınması ve yeni toplumsal politikaların da ona göre yeniden inşa edilmesi büyük bir önem arz etmektedir. Bardağın boş tarafı geçmişi ve anı ifade ederken, dolu tarafı ise geleceği ortaya koyar. Öyleyse dolu taraftaki su üzerinde çalışılmalıdır ve yeşertilmesi gereken toplum çınarlarının yeni filizleri için can suları hazırlanmalıdır.
Doymanın acıkmadan sonra geldiği, dinlenmenin yorulmadan sonra yaşandığı, cehaletin öğrenme sonucunda yenildiği, insan canlısı varlık problemini çözdüğü zaman insanı kâmil olma özünü gerçekleştirdiği ve her yokuştan sonra mutlaka bir inişin geldiği bir gerçekliktir. Krizlerin düzene ve şerlerinde hayırlara dönük olabileceği idraklerden uzak tutulmamalıdır. Toplumdan topluma ve aynı toplum içerisinde zamandan zamana değişiklik gösterebilen ve toplumu meydana getiren temel yapıların devlete, millete ve bütün insanlığa hizmet üretme yöntem ve teknikleri farklılık arz edebilir. Bu farklılıklar eleştiri formatını aşarak çok ağır suçlamalara malzeme edilmemelidir. Yapılan güzel hizmetlerin bireylere has indirgemelerle üzerlerinin kapatılmaması en uygun yöntemlerden birisi olacaktır. Önemli olan, asgari müştereklerin sürekli canlı tutulmasıdır. Eğer konu vatan, millet, milli - manevi değerler ve tüm insanlık değerleri ise, gerisi teferruattır. Maharet teferruatlarda boğulmamaktır. Toplumu meydana getiren her oluşum ve yapı birbirine ayna olarak rol üstlenmelidir. Bir kesimdeki noksanlık ve azlar diğerinin çoklarıyla tahkim edilmeli, gelişme adına değişim ve dönüşüme zorlamalıdır. Cenabı ALLAH izin ve fırsat vermeden kuş kanadını oynatamaz diyorsak, ortaya çıktığını düşündüğümüz krizleri “Kaderi İlahi” dahil muhataplarına pay etmeliyiz. İşte o zaman birbirimizi suçlamak için kıyametler koparmanın çokta anlamlı olmadığı görülecektir. Önemli olan ortaya çıkan hatalardan payımıza düşenleri alıp daha kuvvetli birlik ve beraberliğin zeminlerini oluşturmaktır. Ülkesine, milletine ve bütün insanlığa hizmeti gaye edinen ve belki de sadece yöntemleri farklı olan kurum, kişi ve yapıların hepsi değerli ve gereklidir. Geçmişten günümüze halkımızın yasama ve yürütme erkini demokrasi kültürüyle teslim ettiği siyasi otoriteler de mutlaka aynı anlayış ve çaba içerisinde olmayı merkeze almışlardır. Mevcut koşullar çerçevesinde hepsi üstlendikleri statü ve rollerini icra etme yollarını aramışlardır. Mevcut yönetimlerde şüphesiz bu amaca dönük icraatlar yapmaktadırlar. Uygulamada ve değişen konjonktürel gerçeklikler zaman zaman beklentileri olumsuz etkileyebilir. Beklenmedik şekillerde ortaya çıkabilen kişisel ve yapısal sorunları dile getirirken maksat üzüm yemek olmalıdır. Her zaman da bağcıyı dövmek ve tamamen etkisiz kılmak olmamalıdır. Mutlaka insanların yeniden birbirlerine bakabilecekleri pencereleri açık tutmak gerekir. Ülkemizde zaman zaman beklenmedik olumsuzlukların ortaya çıkmasıyla beraber, dillendirilmesi gereken güzel şeylerde yaşanmaktadır. Önemli olan da güzelliklerle olumsuzlukları yeniden yapılandırarak daha beklendik ve istendik yapmaktır.
Daha öncelere gitmeden yeni Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasından sonraki toplumsal yapılanma, değişim ve dönüşümler incelendiği zaman; çok partili demokratik sistemin önemli bir mihenk taşı olduğu görülecektir. Özellikle siyaset kurumunun öncülüğünde, ideolojik yapılanmalar, dernek, cemaat, cemiyet ve tasavvufi tarikat yapılanmaları ana tema olarak; birleştirme, Yunusun deyimiyle benin bizde anlam kazanması, hakka ve hakikatlere tutunarak ayağa kalkılmasını, her nerede olursa olsun kimsesizlerin kimsesi olunmasını ana gaye olarak belirlemişlerdir. Ancak bu hedefler ne hikmetse her zaman tutum ve davranışa yansıtılamamıştır. Zaman zaman arzu edilmeyen şekilde diğerlerini ötekileştirme, “benden olsun çamurdan olsun”, “gerçek sadece benim gibi düşünenlerin düşüncelerinde olabilir” anlayışını geliştirmiştir. Geldiğimiz son nokta itibariyle yaşadığımız toplumsal ve bireysel sorunlar, ağırlıklı olarak bu ayrıştırma ve ötekileştirme stratejilerinin sonucudur. Bu sonuçlar; bir önceki aşamada baş gösteren veya başa bela edilen konjonktürel durağanlık ve risklerin ürettikleridir.
Ortaya çıkan ürünler kriz olarak tanımlansalar da, bendeniz yeni başlangıçların habercileri olarak ortaya koymak istiyorum. Türklerin İslâm ile müşerref olup, koskocaman Türk-İslâm medeniyetini inşa etmeleri de aynı şekilde yaşanılan savaşlar ve çatışıp tanışmalar sonucunda olmuştur. Rahmetli Necmettin ERBAKAN’ ın temellerini attığı Milli Görüşle diğerleri yanında, özellikle önemli bir İslâm alimi olan Said NURSİ hazretlerinin ortaya koyduğu felsefe arasında çok ciddi ayrışmalar yaşanmıştır. Belki bu ayrışmalar; siyaset ve ideolojik düzlemde ortaya çıksa da, genel İslâmî cihad anlayışı olarak da söz konusu edilmiştir. Milli görüşte ümmet anlayışı daha baskın ve yine, öyle veya böyle bir dîni alim olan Fetullah GÜLEN önderliğindeki Nur Cemaati ve talebelerinin millet anlayışlarının biraz daha canlı olduğu düşünülebilir. Bu iki yapının AK Parti iktidarında bir araya gelmeleri, aralarındaki anlayış farklılıklarını gidererek topluma da mal edilebilecek birlik, beraberlik ve uzlaşı anlayışını ortaya çıkaracağı beklentisi hakim idi. Ancak sonuç olarak ortaya çıkan durumlardan hareketle bu beklentinin uzun süreli olarak gerçekleşmediği ve uzlaşının iyi yönetilemediği anlaşılıyor. Bu bağlamda ortaya çıkan anlaşmazlıklar ve çatışmalar iyi yönetilmiş olsa idi belki de daha sağlam birlikteliklere bağlı daha yararlı hizmetlere yol verilebilirdi. Bu şimdilik olmamış olsa da, ancak kaos ve risk olarak adlandırabileceğimiz yaşananların çok daha yeni ve başlangıçlara gebe olduğu gözden ırak tutulmamalıdır ve yerli oyun kurucuların siyasetçilerin toplumsal ve siyasi senaryolarını bu istikamete yöneltmeleri gerekir.
Muhalefet olan CHP’ nin iktidarla yol ayrımına gelen cemaat ile yakınlaşıyor gibi bir izlenimin ortaya çıkmasını da aynı şekilde toplumsal birlik ve beraberlik açısından önemli buluyorum. Bir ülkede kıyametler kopsa da asla bir araya gelemeyen siyasi yapı, cemaat ve sivil toplum kuruluşlarındansa, ülke ve millet menfaati söz konusu olduğunda bir araya gelebilen toplumsal yapıların olması daha yararlı olacaktır. Kendi içerisinde bu anlayış ve birlikteliği yakalayamayan toplumlar sürekli kaos yaşamışlar ve ortaya çıkan riskler de hep başkaları tarafından satın alınmış ve yönetilmiştir. Böyle bir durumda tarafların birbirlerinden öğreneceği değerler mutlaka olacak ve bir açıdan tekamül adına gelişim ve dönüşüm de böyle ortaya çıkacaktır. Bu yakınlaşmaların tarafların kendilerini yeniden gözden geçirerek halktan uzaklaştıran olumsuz tavırları olumluya çevireceği söylenebilir.
Milliyetçi ve Ülkücü camia ile Milli görüş ve sosyal demokratlarla arasında geçmiş dönemlerde seçim ittifakları ve koalisyon beraberlikleri yaşanmıştı. Şimdi de aynı şekilde cemaat ve bu camia arasında da arzu edilen yakınlaşmaların yaşanmasının ülke ve milletimiz açısından önemli kazanımları olacağını belirtmek gerekir. Gerçekten de cemaatin yürüttüğü özellikle Türki Cumhuriyetlere dönük eğitim ve öğretim faaliyetlerinin bu iki camianın en önemli ve kesişen arzuları olduğu söylenebilir. Elbette ki Türk Milliyetçileri ve Ülkücü camianın o manada beklentileri daha büyük olabilir. Samimi ve içten gerçekleşecek birliktelikler çok daha hayırlı hizmetlere kapı açabilir. Hepsinden önemlisi, tüm bu bir araya gelişlerin toplum nezdinde çok önemli karşılıkları olacak ve hiçbir kesim ve yapı diğerlerinden ötekileştirilmeyecek ve herkes toplumsal ve siyasal düzeyli her yapıya gerektiğinde bağlılık geliştirecek ve adeta birbirlerinin güç kaynakları olacaklardır. İşte o zaman, şu an itibariyle yüzleştiğimiz toplumsal ve siyaset eksenli kaos ve riskler taze ve yeni başlangıçlara zemin hazırlayacaktır. Öyle ya; hayırdan şer çıkabileceği gibi, şer gibi gözüken durumlardan da hayırlar çıkabilir.
Ne diyelim, gün ola harman ola.
Doç. Dr. Ali Osman ENGİN