Günümüzün en temel ve geçer akçesinin zaman olduğu gerçeği, gelişen olay ve olgular düzeyinde anlaşılmaya başlanmıştır. Hakikaten varlık alemine düşen eşya, olay ve tüm olguların yöneticisi ve yönlendiricisi; tartışmasız zaman mefhumudur. Esasında eşya, olay ve olguların algıları meşgul edecek düzeyde var olmaları zaman süreciyle doğru orantılıdır. Çünkü varlığın bir zaman dilimi ve boyutu vardır. Süreç olarak zamana inat varlıktan bahsetmek pek mümkün gözükmemektedir.
Her ne kadar zamana yolculuk adıyla kompleks niyet beyanları olsa da, insanlığın yaşanan zaman dilimi boyutuyla sahip olduğu imkân ve fırsatlar içerisinde henüz böyle bir fırsat bulunmamaktadır. Her insani eylemin söze ve algıya konu olması zamanla sınırlıdır. Çünkü zaman, varlığın sınırlarını da belirlemektedir. İnsanlığı doğrudan etkileyen değişim ve arzu edilen tekamül adına gelişim, kendi dirik mecrası içerisinde devam etmektedir. Ancak değişenin zaman mı, yoksa sabit zamanda değişen obje, olay ve olgular mı olduğu pek fark edilmemektedir. Gerçekten eskiyen ve yaşlanan zaman değil, zamanda yer ve boyut değişen objelerdir.
Zamanda değişen obje, olay ve olgulara bağlı olarak, zamanın da yavaş yavaş ruhu değişmeye başladı. Ruhunu kaybeden zaman, varlık mekânının da hakimi olmaktan uzaklaştı. Ayrı ayrı nesnelerin şekil verdiği ve durağan bir yapı oluşturmaya başladı. Çünkü öyle ya; zamanın ruhu değişti!.. İhsan Eliaçık beyefendinin dediği gibi; 1988 de İran’ da Ayetullah Munteziri; hapishanede olup bitenler için, Ayetullah Humeyni’ ye; “senin adamlarının zulmü Şahın adamlarının zulmünü geçti. Hani Ali’ nin adalet devletini kuracaktık” dediğinden bu yana, 1987 Tahran Üniversitesi önünde; 7 kişinin öldüğü öğrenci gösterisinde; “ya adalet devleti ya yeniden devrim” sloganları atıldığından beri, 1944’ ten bu yana Türkiye ve diğer İslâm coğrafyalarında yükselen dini ve kültürel değerlerin önce yerel ve sonra merkezi iktidarda hakim unsurlar haline gelmesinden bu yana ve 2002 yılı sonrasında, yükselen İslâmcı partilerin; Kuveyt, Fas, Cezayir, Ürdün, Endonezya, Pakistan ve Yemen’ de oy kaybetmesinden bu yana, ilerleyen yıllarda, kesilen kurban derilerini bindiği Mercedes araç ve Jiplerle toplamaya çalışan, çok varları olan varlıların; lüks araçlarının deri kılıfını, toplamaya çalıştığı kurban derisi gibi, hayra verememelerinden bu yana; İslâm dünyasında da zamanın ruhu değişti!..
Üstelik bunların her birisi diğerinden sinerji alarak, katlanarak, yayılarak, artarak İkbal’in tabiriyle, “göç katarları toplandı”, İbni Haldun’ un tabiriyle, “ümran rüzgârı döndü” dediklerinden bu yana, zamanın ruhu değişti!.. Çünkü mazlumlar zalimleşmeye, ezilenler ezmeye başladı. Muhalefet; ilerlemenin ve devlet; statükonun mantığına teslim oldu. İran’ da Bahşeti’nin düşündüğü toprak reformları gerçekleşemedi. En büyük tepki toprak ağalarının desteklediği Mollalardan geldi. Muhalefette; Ali Ebuzer, Hüseyin söylemi, iktidarda; Muaviye, Yezid fıkhı. Artık isyan, fetih, ele geçirme, devrim yapma dönemi bitti. Ele geçen geçti, kalanlar fethedildi, devrilen devrildi. Şimdi abdestli tağutlar, tesbihli monşerler var. Dedim ya Zamanın ruhu değişti!.. Çünkü rahmetli İzzet Begoviç’ in dediği gibi; “acılar ve ıstıraplar içerisinde doğan dinler ve devrimler rahat ve konfora gömülünce farlılaşır ve biter. Sahte din statüko için yalan söylemeye, devlet de gerçek sosyal devlet olma özelliğini kaybederek, adaletin temeline mülkü koyup zalimleşmeye başlayınca; yolun sonuna varılmıştır. Geriye kalan her eylem onları gerçekleştirme çabasından başka bir şey değildir. Onların gerçekleşmesi ise aynı zamanda ölümleri demektir”. Evet sevgili dostlar, Zamanın ruhu değişti!..
İslâm inanç sisteminin bazı aksiyoner dinamiklerini fazla sayıp, sistemin dışına alma çabaları; onu rahata kavuşturup, bilmem ne adına olursa olsun, kendi içerisindeki ilahi dengeleri bozma ve el atılan yerlerinden kendi içerisinde çözülmesini sağlamaya dönüktür. Bir dini inanç sisteminin tahrif edilmesi çok uzun soluklu bir süreçtir. Tahrif edenler tahrif etmek maksadı gütmezler. Çok iyi niyetlerle yola çıktıklarını düşünürler. Ancak o yolu hazırlayanlar da, o yolun yolcularını o yola koyanlarda başkalarıdır. Siz inandığınız değerler adına hoş görünmek için ne tavizler verirseniz veriniz, sadece düşmanın sizin üzerinizde olan hevesini kabartırsınız. Zaten gidişatta onu göstermektedir. Türk-İslâm alemine karşı sürdürülen zulüm ve imha projeleri daha da şiddetlenerek devam etmektedir. Yapılan uzlaşı çabaları da şüphesiz boşa geçmemiştir. Yeni kuşaklarda yüzyıllara dayanan Hak ve Batıl inanç algısını zedelemiştir. Çünkü artık gençler için Hak Din İslâm İnanç sistemine haşa alternatif inanç sistemlerinin de olduğu algısı yaratılmıştır. İşte tüm bu algı ve olguları sinesinde barındıramayan zamanın ruhu değişti!..
Çürütülecek olan değerler yerine virüslü naylon yamalar yapılma hazırlıkları yavaş yavaş ortama sürülmeye ve özellikle gençlerin algılarına portatif hafıza kartlarıyla yerleştirilmeye başlanmıştır. “Kelime-i tevhid’in bir bölümünün kaldırılarak dillendirilmemesi, cihat anlayışının temeli olan şehitlik olgusunun yanından yöresinden yeni sınıflamalar yapılıp yıpratılarak dinin zayıflatılması ve Ayet-i Kerime ile sabit ve Cuma hutbelerinde ifade edilen: “ALLAH indinde tek hakiki din İslâm’ dır” gerçeğinin dillendirilmesinden vazgeçilmesi; inananlar tarafından şüphesiz kabul edilen en son hak din anlayışını zayıflatarak beyinlere şüphe yayacaktır. Aslında bu şüphe dikenleri şimdiden filiz vermeye başlamıştır.
Evet dostlar, İslâm inanç açık sisteminin iç ve dış tutarlılığını koruyan dengeleri alabildiğine sistem dışına itilmeye çalışılmaktadır. Çünkü dedik ya; zamanın ruhu değiştiriliyor!.. Artık Türkiye’nin geleceğinde; “dine karşı din” ve “ırka karşı ırk” var. Sadece Türkiye’nin değil, İslâm dünyasının geleceğinde de; “dine karşı din” ve “mezhebe karşı mezhep” var. Kehanet olarak anlaşılmasa da, gelecekle ilgili şunlar söylenebilir: 1- Mülkle ilişkileri bozulup kariyerizmi ve konforizmi din haline getiren geçmişin “yeni sınıfı” ve şimdinin “eskimiş sınıfı” ile, geçmişin mazlumu ve ezilen “yalın ayakları” ve şimdinin “ortopedik ve pahalı ayakkabılarıyla” yere sağlam basan; “gasp edilmiş haklarını hak sahiplerine teslim etmek isteyenler” bu kez dini argümanlarla karşı karşıya gelecekler.
Bütün bu alavere ve dalavere işleri tamamlandıktan sonra, demokratik yöntemler kullanılarak iktidar erkini ele geçiren zenginler; küresel sermaye ve güçler eliyle melezleştirilen ve kendi değerler sistemine yakınlaştırılarak adeta onların da gerçekliklerini onaylama iş görü alanı oluşturulan, fıkıh ve muamelat boyutu daha esnekleştirilmiş bir din anlayışıyla statükoyu; dini, milli, kültürel ve geleneksel düzeyde tüm değerlerini ödün vermeksizin korumaya ve kollamaya devam edeceklerdir. Giderek yoksullaştırılan diğerleri ise alternatifleri olan muhalefeti temsil edeceklerdir. İktidarlar; inanç ve değerler sisteminin afyon yüzünü savunurken, aynı iktidara; aynı değerlerin vicdan yüzüyle karşı çıkılacaktır. Yada tam tersi bir durum ortaya çıkacaktır. Burada önemli nedenlerden birisi de; İslâm tasavvuf anlayışının dejenere edilerek zayıflatılmasıdır. 3- Mevzu (uydurma) rivayetlerle örülü bir yaşam felsefesi tahkim edilecek. Öyle enteresan gelişmelerle karşı karşıyayız ki; bir bakmışsınız birilerini deccal ilan edenler, aynı şekilde karşı taraf tarafından deccallık makamının varisleri olarak ilan edilmişler!..
Günümüzde merkezi siyasi otorite tarafından atanan seçilmemiş idarecilerden ve yine aynı şekilde özellikle yüksek öğretim düzeyindeki eğitim kurumlarında atama yoluyla kendilerine rol verilenler firavunlaşmıyorlar mı?!.. Her taşı kaldırdığınızda onların başı karşınıza çıkmıyor mu?!.. Elde ettikleri yönetime yakın olma gücünü kullanarak basit bir hak dağıtımında nasıl adaleti mülke alet ettikleri açıkça gözlenmiyor mu?!.. Peki bütün bunlar bire bir yaşanırken, hak ve adalet yerlerde süründürülürken, kimsesizlerin kimsesi olacaklarını iddia ederek kafalarını secdeye koyan erk sahipleri neredeler?!.. Tabi onlar; “duymadım, görmedim, fark edemedim, beni yanılttılar la” meşgul ola dursunlar. Eninde sonunda İlahi Adalet tecelli edecektir. Bundan ne kaçış ve nede gizleniş yoktur.
Gerçekten yıllarca etkinler tarafından hakları gasp edilen ve ezilen edilgenler, artık yığılan öfke ve tepkilerini ustaca ortama sunmaya başlamışlardır. Laiklik-din, asker-sivil, sağcı-solcu, şu etnik köken-bu etnik köken çelişkileri kaybolacak, “dine karşı din” “mezhebe karşı mezhep”, “daha yalakalığa karşı en daha yalakalık” sahne almaya devam edecek. Ne yazık ki bu sahnede; “daha insaniliğe karşı en insanilik” , “daha kardeşliğe karşı en kardeşlik” , “daha erdemliliğe karşı insani kâmillik” , “daha bireyciliğe karşı en şahsiyetçilik” tutum ve davranışları daha derinlere nüfuz edememektedir. Ama artık bu değerlerin kökleri toprağa ulaşmıştır. Yakında boy veren fidanları İnşallah hepimiz göreceğiz.
Bu sahnede herkes şimdiden safını belirlemek durumundadır. “Yeni sınıf” a karşı “yalın ayaklar” dan, “melezleştirilen” dine karşı, yüzyıllara damgasını vuran, insanlığa medeniyet değerleri üreten, kaynağı; Kur’an, Peygamber ve Hadis olan, Sahabe yaşayışıyla bütün insanlığa “insan –ı kâmil” olma kodlarını hediye eden, melezleştirilmemiş din anlayışından, dinin afyon yüzüne karşı vicdan yüzünden yana taraf olunmalıdır. Bütün bu saflaşmalarda her şey birbirine karışıyor, yeniden şekilleniyor. Dünün muhalifleri; bu günün statükocuları, dünün mazlumları ve kurbanları; bu günün zalimleri ve zorbaları, dünün yoksulları; bu günün zenginleri, dünün muktedirleri; bu günün hükmedilenleri haline geliyor. Dünün merkezi; bu günün çevresi, dünün yalın ayakları; bu günün “efendili Monşerleri” , dünün zemini şimdi şekil ve dünün şekli de şimdi zemin oluyor. Evet zamanın ruhu değişti!..
Herkes zengin olmak ve zengin kalmak istiyor. Herkes hep kendisinden istenen olmak istiyor. Herkes kum tepelerinde ve sırça köşklerde yaşamak istiyor. Etrafta yoksulların utana sıkıla istemesi, güç ve imkân arayan kadınların baygın bakışları herkesin hoşuna gidiyor. Onlarla eşit hale gelinmek istenmiyor. Onun için giyim kuşamda; “zengin olunduğu anlaşılsın ki gelip istesinler” deniliyor. Eski sûfiler, kuldan bir şey istemeyi “şirk” sayarlardı. “Melameti Öğretisi”nde mülkiyet talebi de şirk sayılırdı. Çünkü mülk ALLAH’ ın dır. “Kendisi mülk olanın mülkiyeti de olmaz” diye düşünülürdü. Mülkü bütüne (ALLAH’a) ait görürler, benim demekten utanırlardı. Tabi bu sayfalar fazla aralanmıyor. Belki de hiç duyulmamıştır bile!..
Bu bakış açısıyla, Fatiha suresinde “kendilerine nimet verdiklerinin yoluna bizi ilet” hükmüne uymuş olunduğu iddia ediliyor. Deniliyor ki; “ALLAH nimetlerini kullarının üzerinde görmek istiyor”. Halbuki, Kuran’a göre; ALLAH’ın nimeti; doğruluk (Sıddık), iyilik, güzellik (Salih), şehitlik ve nübüvvettir. “Bir lokma bir hırka” anlayışı ve felsefesi; İslâm tarihinde tasavvuf hareketinin Müslüman alemine öğrettiği en esaslı protestodur (düsturdur). Bu taleplerle dolu insancıklar ortaya çıkınca; kimi sûfiler yün giyip yalın ayak dolaşarak mala mülke tapınmayı işte böyle protesto ettiler. Sokrates yırtık pırtık ve aynu şekilde yalınayak çarşılarda gezerken ve saatlerce hiç kımıldamadan ayakta ve aynı pozisyonda dururken; benzer mesajları vermek istiyordu. Belki zamanla Sûfilerde aynı yola kayınca; “Melametilik” (kaçınma) diye bir akım ortaya çıktı. Eğer maddi zenginlik ALLAH’ın kulları üzerinde görmek istediği nimet ise; bunu en çok kimin üzerinde görmek isterdi!? Alemlere rahmet olarak gönderilenin üzerinde değimli!? Hiçbir makam ve şöhret bizleri insan olma onurundan alı koymamalıdır.
Bir din bu kadar mı tahrif edilmeye çalışılır, bir Peygamberin getirdikleri bu kadar mı ters yüz edilmeye çalışılır. Yahudilik tahrif edildi ve oldu, Hıristiyanlık tahrif oldu, senin ki dim dik ayakta duruyor öylemi!? Çünkü onun koruyucusu doğrudan Yüce ALLAH’ tır. İslâm da her din gibi tahrif edilmek istenmektedir. Tahrif nedir? Kuran’ın harflerinin, cümlelerinin değişmesi mi? Kuran orada öylece duruyor. Mehcur vaziyette… Kafa değişmiş, bakış açısı değişmiş, zihniyet ve algı değişmiş. Hiç değişmese, İslâm alemi bu halde olur muydu? Müslümanlar kurtulmuşluk vehminden çıkmalı. “Bizim dinimize bir şey olmadı, öbürleri değişti” kafa konforunda kurtulmalı. Çünkü öbürlerinin tahrifi de aşağı yukarı böyleydi. Bir lütuf varsa, o da belki ilerde dönerler diye Kuran’ın düz metin olarak elimizde olmasıdır. Ama şu da kesin; Tevrat ve İncil’in metni ile Yahudiler ve Hıristiyanların zihniyeti ve yaşayışları arasında pek fark yok. Ama Kuran’ın metni ile Müslümanların zihniyeti ve yaşantısı arasında uçurumlar var!.. Demek ki Zamanın ruhu değişti”!..
Evet sevgili dostlar; ruhu değişen zamandan, sınırları kaybolan mekândan, veresiyesi bol peşini az ticaretten, tüm değerlerini kaybedip özünü gerçekleştiremeyen insandan medet olmaz. Olsa olsa zarar ve ziyan olur. Yine de zararın neresinden dönersen kâr hesabı lafı döndürüp Teyo Pehlivan’a da bir soralım ve onun tüyolarını da artık alalım.
Yönsüz Gidişat
Teyo ne yapsın o da şaşırıp kaldı bu gidişe
Benzemiyor oyunlar ne eski hayale ne düşe
Bunun adıda rollerin ve yerlerin değişimi
Ayağa kalk ey zaman sürünme geç dirilişe
Değişti dedim ya bak soluyor zamanın ruhu
El vermiyor artık bıraktı ya ardındaki güruhu
Kimin eli kimin cebinde belli değil sır içinde sır
Zor bulur insanlık değişmeden bu gidişle ferahı
Ey insanlık düştüğün yerden kalkmalısın ayağa
Yok ihtiyacın dirilmek için ne desteğe ne dayağa
Dön kalbine ve gönlüne sarıl aklının ipine sıkıca
Başarmalısın bu son çırpınıştır bakma vara yoğa
Rehberin olsun Kuran’la Peygamber ve sünnet
Bunların karşılığıdır bilmelisin ki ebedi Cennet
Ya bunlarla dirilirsin bir bakarsın başın göklerde
Ya da çekilirsin yarıştan diyerek canıma minnet
A.O.E. –“Teyo Emi, selamun aleykum. Neyedirsen gardaş? Görirmısen halımızi? Hele bu Milletın düşürdüldüğü ve düşdüği hala bax!.. Elınde neyi var neyi yox çekıp almaya devam ediller. Emi, alışdılar ya; hep tıpgısının aynısı oyunnarı oynillar ve Milletın altıni, üsdüni, yanıni, yöresıni oylum oylum oyillar. Camiden cemaati, cemaatten Kuran’ı, Kuran’dan değişmeyen hakikatları, gönüllerden ve hafızalardan şanlı Peygamberimizi çığartmax isdiller. Bütün bunnari ruhunu değişdirdikleri zamana yayarax yapmax sevdasındalar. Bizleri zaptedilen zamanda zaptiyeler olarax çalışdırmax ve sadece öngördüxleri sorgulamamızı, yargılamamızı ve her hangi bir çıxarımda bulunmamamızı istiyorlar. Emi bu ne biçim işdir? ALLAH aşgına sen ne dersen bu gidişatımıza? Hayra mı, şerre mi alamettir? Hele versene tüyolarını!..
T.P. –“Gardaş gine beni fena yoracaxsan. Bunnar çox derın mevzular. Bax sizın oradan burayınan ilgili gonuşursaz; bülennere sorun onnar annadırlar. Axlızi garışdırıp, arxazdan üsdüze gülecaxlara sormayın. Ola xoca hem niye ona buna mahana atirsız? Benım büldüğüm; elım (ilim) Çinde de olsa, gidip oni oradan alacaxsız. Çünki o senın itigindir. Siz dini, beşeri ve başga ehdiyacız olan bilgileri sağlam gaynağından araşdırıp öğrenmezsez, başgalarının size diyecaxlarına yalan yanlış inanmax zorunda galacağızi bülmirmısız? Ondan sora da oni buni suşlirsız (suçluyorsunuz). Bülirmısen ben bunnarın hepısıni burada öğrendım. Baxın artıx Mürşit Türkleşmış ve Türkçeleşmışdır. Esgısi kimin sarıx kimin başındaysa keramet ondadır annayışı galmamışdır. Artıx bilgi gaynaxlari adına; herkes, her şeyi, her zeman ve her yerde bulabilir ve öğrenebilir. Bu durumların üsdesınden gelmax üçün noxsannarızi temamlamaz lazımdır. Unutmayın her sıxıntı ancax aslını ve özünü bilme şuuru ile aşılabilir. Bunnari bize buranın hakimleri, hekimleri ve öğretmenneri örğettiller! Yoxsa ben bunnari nasıl bülim!.. Xoca bax o düzen bozan düzenbazlar var ya; işde onnar bu dünyanın şeytannarıdır. Aslında çoğalddığxlari yannışlarınan sizin inandığız doğruların arasına sızarağx, inandıxlarızi ne geder bülüp, ne geder samimi olduğuzi ortaya çığardillar. Ben de tam o dünyadan bu dünyaya geçerken burayınan ora arasında çalışan layın şeytan geldi. Ola gardaş nasıl zır saggız olmuş yaxama yapışmış. Axlında beni düşerdecax ve sapdıracax. Hemde benden daha öyde (önce) dünyasıni değişen rehmetli mübarek anamın gıbalında gelmış. Ama bir xeta yapmış; pantol (pantolon) geymış. Halbu ki ey bülirem benım anam gıyamet gopsaydi pantol geymezdi. Zaten rehmetli babam da ele o anda kimseyi saymaz pantoluni mantoluni çığardırdi!.. Ben hama annadım. Hem de ne diyir bax; “illah bene bax oğlum; ben senden öyde (önce) öldüm. Çox zorladılar, dinimi gine de deyışdırmedım diye çox cezalar gördüm. En sonunda onnarın dedıği kimin oldum da ele gurtardım. Bülirsen ben seni çox sevirem. Ona sebep seni de ben gurtarmax isdirem”. Ben işi annamışam ya, hama oni oradan defettım. İşde ele gurtardım. Ama ğhoca ALLAH yardım etsın epey de zorda galdım. O anda ele axıl maxıl da kâr etmir. Tek kâr eden vallaha guvvetli bir imandır. Burada essah samimiyet ve teslımiyet gendıni gösderir. Bedelsız heç bir şey yox. Tebi buranın şeytani buraya göre, oranın şeytani da oraya göre. Xoca bax bu iş ele İsbirli misbirli işine de benzemir ha!.. ALLAH şeytannardan hepımızi hifzeylesın”.
A.O.E. –“Pehlüvan Emi, seni dinlemax emin ol ki bir nimet. Ele zannedirem ki gençler yavaş yavaş uyxu ve misginlıxden uyanarax yeniden diriliyorlar ha gayret. Elbette ki işimiz golay değil ama güzel günner yaxında gardaş sabret. Sen iyi bilirsin. Sabrın sonunda ferahlıx vardır. Biz yoxluğa ve darlığa alışığız, torla topla hepsi bir ahlıxdır. Bizim derdimiz başga. Zamana mührünü vurup yürümax için ileriye. Milleti getırmax içindir eşga. Bu eşgın olduği yerde asla galınmaz darda. Yahu Teyo Emi, dünya malına fazla harıs olup, öbür ebedi hayat için avare ve mudara galmax; ele yeriyınen yaradana garşi geşmer olmaxdır. Bizler yaradanın mülkiyetınde gullar isek, mülkiyetın mülkiyeti ve kulun kulu olmiyacağına göre, dünya malına haddinden fazla temahkârlıx göstermamax gerekir. Ele değil mi Emi?
T.P. –“Ola xoca dünya malına temahkârlığh dedın de bizim rehmetli böyük Osman Emi axlıma geldi. Bir gün duydum ki; Böyük Osman, sizin o tarafdaki evinin baxcasında tam gendının boyuna göre bir mezer eşmış ve geceleri oraya girip, üsdüne de ot örtüp yatirmış. Rehmetli itden, gurtdan gorxmazdi. Ama birez bizden yegılerden çekınırdi. Bende dedım bir gece gidim rehmetliyi birez gorxudim. Bir gece gizli gizli geddım. Yattıği mezere yaxlaşdım ve “-ey Osman guli, Rebbın kim? Nebın kim? Kimin gulusan? Kimin ümmetısen? Kimin milletındensen? Kimin(gibi) sorular sorup telğın verdırmax isdedım. Dedım hele öldüğüni zanarsa(düşünürse) baxim ne cevap verecax. O ara baxdım otlar xışılamiya başladi ve, “ola Münkir ve Nekir melek gardaşlarım, ben daha ölmedım. Ama isdersez sizin sorularızi cevaplaram”. Dedi ve tam cevaplarıni verdi. O ara ben başga başga sorular sorunca şüphelendi ve hama tikeldi(doğruldu). Avuçlarındaki torpaği garannıxda sufatıma doğri sepdi. Gaşdım getdım ama bene de olan oldi. Bir hafda gözlerımi açamadım. Ben baxcadan gaçarken, “vay şeytan itoğlit hem de o delının gıbalında gelmış. Şimdi baxim o kor gözlerınnen kimin mezerıne dikilecaxsan” diye bağırirdi. Rehmetli işde dünyaya o mezer geder değer verdığıni annatmaya çalışirdi!.. Bax bizim Hasangala’da neçe malı mülkü olannar geldi getti. Heç birisinin esemesi galdi mi? Tebi galmadi. Ama rehmetli Böyük Osman Emının adi da yaşir, belki ruhi bile biryerlerde dolaşirdır. Birkere hergün Alvarli Efemın türbesıne uğrirdır. Dedım ya xoca varlıx bu varlıxmış. Ele gördüm”.
A.O.E. –“Pehlivan Emi, ALLAH senden razı olsun. Yine verdın tüyolarını. Hep özleyeceğiz xayallerini ve rüyalarını.
T.P. –“Eyvallah xoca, ALLAH senden de razı olsun ki beni insannara faydali olim diye gonuşdurirsan. ALLAH ne mıradın varsa versın. Senın şaxsında tüm Hasangalali ve Serhat Kars’lı hemşerılerıme sevgi ve selamlarımi yolliram. Sağolun, varolun ve çox dyarli olun.
Değerli dostlar, bende hepinizi en derin kalbi muhabbetlerimle selamlıyorum. Hoşça kalın.
Günün Sözü: Giden zamanı geri döndüremezsin. Öyleyse; zamanda yolunu almaya bak.
Doç. Dr. Ali Osman ENGİN