Hazreti Musa Aleyhisselam Tur Dağına Cnab-ı Allah ile bin bir kelama giderken köyün birinde bir konağa misafir olur. Konak sahibi Hazreti Musa’ya çok hizmet eder ve nereye gittiğini sorar. Hazreti Musa Cenabı Allah ile bin bir kelama gittiğini söyler. Bunu duyan konak sahibi hazreti Musa’dan Cenabı Allah’a iletmesini istediği bir dilekte bulunur. Oldukça varlıklı olan bu şahsın hiç evladı yoktur ve Cenabı Allah’ tan evlat dileğinde bulunur. Hazreti Musa olur der ve ayrılır. Cenabı Allah ile binbir kelamda iken bu talebi unutur ve Allah kendisine bir emaneti olduğunu ve iletmesini ister. Hazreti Musa o konak sahibinin talebini ifade eder. Ancak Allah O’na; o kuluna evlat vermediğini ve bu durumun onun kaderi olduğunu belirtir. Musa döndüğünde o konak sahibine bunu bildirir. Konak sahibi mahsunlaşır ancak durumu ister istemez kabullenir. Aradan epey zaman geçer ve hazreti Musa tekrar aynı yolculuğa çıkarken yine o konak sahibine misafir olur. Ancak bu sefer konakta hizmet eden çocuklar görür ve konak sahibine onların kim olduklarını sorar. Konak sahibi o çocukların kendi çocukları olduğunu söyler. Tabi Hazreti Musa’nın aklı karışmıştır. Cenabı Allah’a binbir kelam esnasında bu durumu sorar. Cenabı Allah Musa’ya; konak sahibi olan o kuluna çok sevdiği Allah dostu olan piri fani bir kulunun misafir olduğunu, üzüntüsünü ve dileğini bu Allah dostuna da söylediğini belirterek, o Allah dostu olan kulunun asasını gökyüzüne kaldırarak “-ver buna evlat” dediğini ve asasını yukarıya kaldırırken neredeyse Arş-ı Alanın sallanacağını belirtir. Cenabı Allah o sevdiği Allah dostu olan kulunun o talebini geri çevirmediğini ve o konak sahibine yeniden evlat takdir ettiğini ifade eder.
Aziz dostlar, şu an yaşadığımız yangın felaketinde bir gencin evi ve evindeki kitapları yanar. Ancak yanan yerde Kuranı kerimler de vardır ve onlar yanmamıştır. Bunu kendim de gördüm. Şüphesiz Cenabı Allah Kuranı kendilerinin korumasında olduğunu beyan ediyor. Kuranı Kerimi korumasına alan Yüce Allah, elbette ki sevdiği ve Allah dostu olan kullarını da himayesine ve korumasına alır ve onların hiç şüphe yok ki çok anlamlı olan dileklerini de geri çevirmez. İnsanlığa büyük ve kadim medeniyetler sunan, yaratılanı yaratandan dolayı hoş gören, mazlumların sığınağı can suyu limanları olan, gerçekleştirdiği hedefler ve söyle daha yüksek nere varsa seni oraya dikeyim dediği o muhteşem sancak ve bayrağı en kritik anında bile yere düşürmeyen bu büyük ve muhteşem millet, Yüce Peygamberimizin övgüsüne mazhar olduğu için elbette ki Yüce Allah’ın koruması altındadır.Dünyanın her tarafında devlet ve millet olarak yürüttüğümüz varlık ve yokluk mücadelesinde her türlü iç ve dış engellere rağmen dimdik ayakta durmamızın ana teması da bu olsa gerek.
“Hz. Peygamber’i öldürmek maksadıyla evini saran seçilmiş müşrikler evinde olmadığını öğrenince bütün çevreyi aramaya başladılar ve etrafa haberciler göndererek onların başına ödül koyduklarını duyurdular. Daha ziyade Medine tarafındaki yollarda arama yaparken bir grup da iki iz sürücünün rehberliğinde onların gizlendiği mağaranın ağzına kadar geldi. Bu sırada endişeye kapılan Hz. Ebû Bekir, “Ey Allah’ın resulü! Eğilip baksalar bizi görecekler” dedi. Resûlullah, Allah Teâlâ’nın kendilerine yardım edeceğini söyleyerek onu teselli etti. Mağarada yaşanan bu an Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılmaktadır: “Eğer siz ona yardım etmezseniz ona Allah yardım etmiştir: Hani kâfirler onu iki kişiden biri olarak çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına, ‘Üzülme, Allah bizimle beraberdir’ diyordu. Bunun üzerine Allah ona -sükûnet sağlayan- emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı; Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir” (et-Tevbe 9/40). Allah Teâlâ’nın resulünü koruyacağı muhakkaktı; nitekim etrafı inceleyen müşrikler mağaranın içine bakmadan dönüp gittiler. Mağarada Hz. Peygamber tarafından teselli edilen Ebû Bekir bu özel durumu sebebiyle Türk ve İran edebiyatlarında “yâr-ı gār” (mağara dostu) ifadesiyle anılmıştır.
Resûl-i Ekrem ve Hz. Ebû Bekir, Sevr mağarasında üç gece kaldılar. Bu üç geceyi Ebû Bekir’in oğlu Abdullah da onlarla birlikte geçirdi. Yapılan plan gereği Abdullah sabaha doğru yanlarından ayrılıp Mekke’de gecelemiş gibi davranıyor, müşriklerin arama faaliyetleriyle ilgili haberleri akşamleyin onlara ulaştırıyordu. Hz. Ebû Bekir’in çobanı Âmir b. Füheyre otlattığı koyun sürüsünü akşamları mağara tarafına sürüyor, sabahleyin Abdullah mağaradan ayrılınca onun peşini takip ederek sürüsünü oradan uzaklaştırıyordu. Böylece hem onlara içecekleri sütü sağlıyor hem de Abdullah’ın ayak izlerini kaybettiriyordu. Üçüncü gecenin sabahında kendisine önceden emanet edilen develeri mağaranın yakınına getiren yol rehberi Abdullah b. Uraykıt ve Âmir b. Füheyre ile birlikte Yesrib’e doğru yola çıktılar (1 Rebîülevvel / 13 Eylül 622).
Hadis ve siyer kaynaklarında Resûlullah ile Hz. Ebû Bekir’in mağaraya gece ulaştıkları, Ebû Bekir’in Resûlullah’tan önce mağaraya girip içeride zararlı hayvan bulunup bulunmadığını kontrol ettiği, daha sonra da Resûlullah’ın girdiği kaydedilir. Ayrıca Hz. Ebû Bekir’in üzerindeki örtüyü parçalara ayırıp mağaradaki zararlı böcek yuvalarını tıkadığı, ancak bezler yetmediği için son deliği topuğu ile kapatmak zorunda kaldığı, ardından mağaraya giren Hz. Peygamber’in başını Ebû Bekir’in dizine koyarak uyuduğu, topuğu delikteki bir yılan tarafından ısırılan Ebû Bekir’in acıdan göz yaşı döktüğü, yanağına dökülen göz yaşlarından uyanan Resûl-i Ekrem’in onu tedavi ettiği, müşriklerin eğilip bakmalarını engellemek için bir örümceğin mağaranın girişini ağ örerek kapattığı, mağaranın girişinde bir ağacın bittiği, bir çift yabani güvercinin orada durduğu veya yuva yaparak yumurtladığı şeklinde rivayetler varsa da bu rivayetlerin bir kısmı çeşitli açılardan eleştirilmiştir (Zehebî, III, 307; İbnKesîr, III, 180, 182; İbn Hacer, IV, 388; M. Nâsırüddin el-Elbânî, III, 260-264).”
Aziz kardeşlerim görüldüğü gibi Yüce Allah hiç şüphe yok ki sevdiği kullarıyla beraberdir. Onların bu dünyada ve öbür dünyada sıkıntı çekmelerine rıza göstermeyeceğini beyan etmektedir. Bütün mesele gerçekten Allah dostu olmak, esas itibariyle bu hakikatler çerçevesinde, yani; “Hakka tutunarak ayağa kakmaktır.” Kimin elinin kimin cebinde olduğunun bilinmediği, çok karmaşık ilişkilerin olduğu bir dünyada yaşıyoruz. At izinin it izine karıştığı bu dünyada, sonuçlardan yola çıkarak bile sebeplere ulaşamıyoruz. Öyle veya böyle ciğerlerimiz olan ormanlarımız yakılmıştır. Yakanların her kim olursa olsun elleri ve belleri kırılsın. Yanan ormanlarımızı en baştaki yanmamış haline döndürme şansımız maalesef yoktur. Ancak devlet ve millet işbirliğiyle belki inadına daha canlı ve gür ormanlara kavuşma şansımız her zaman vardır ve olacaktır. Bunun yolu; taşıyla, toprağıyla, atıyla, itiyle, sineğiyle, böceğiyle havasıyla, suyuyla, delisiyle, akıllısıyla, azıyla ve çoğuyla kaderimiz olan vatan coğrafyasına sahip olmak; toplumsal birlik ve beraberliği amasız ve fakatsız tesis etmek, bendensen gel ama değilsen git temelinde siyasi kamplaşma ve düşmanlıklardan uzak durmak, bütün kamu kurum ve kuruluşlarında liyakat esasına dayalı ve de devletini ve aidiyet duygusuyla milletini severek canından aziz bilen insanlarımızın siyasi düşünce ve tenlerinin rengine bakılmaksızın bir an önce harekete geçmektir. Bilinmelidir ki kaybedilen en önemli değer zamandır. Çünkü vakit gerçek nakittir. Ormanlarımızın, denizlerimizin ve tüm doğal zenginliklerimizin sadece aralara ve derelere sıkıştırılan otel sahiplerine, sahillerimizi ve kıyılarımızı bile zimmetlerine geçirmeye çalışan ister yerli, ister yabancı olsun; yat, yalı ve çok amaçlı kat sahiplerine bırakamayız. Eğer bırakılırsa; Çanakkale meydan muharebelerinde verdiğimiz yüzbinlerce şehidin kanı yerde kalacak, milli mücadele ve kurtuluş savaşının gerekçesi ortadan kalkmış olacak, Sarıkamış destanını yazan ve o muhteşem baharlarda yeniden dirilmeye başlayacak olan şehit ruhları bizden hesap soracaktır. Son günlerde yapıldığı gibi 15 Temmuz vatan savunması mücadelesi tarihi gerçeklik ve temellerden koparılarak hikayeleştirilecektir.
Değerli dostlar işte bu şuur ve bilinçle alabileceğimiz çok değerli, anlamlı ve sonuç alıcı tedbirler vardır. İsterseniz bu tedbirlere kısaca değinmeye çalışalım. Yüksek Öğretim Kurumu ve Milli Eğitim Bakanlıklarımıza çok büyük görevler düşmektedir. Bir eğitim bilimci olarak Milli Eğitim Bakanlığımıza zaman zaman bizzat yazarak ön yargısız ve akılcı önerilerde bulunuyorum ancak üzülerek ifade etmek isterim ki bir cevap dahi alamıyorum.Umarım bundan sonrası için bir dönüt alırım. Özellikle üniversitelerimizin ziraat ve ormancılıkla ilgili fakültelerinin muhtemelen iş bulmakta zorlanan mezunlarını aziz vatanımızın her taşını, toprağını ormanlaştırmak için öğrenci ve tüm çalışanlarını adeta seferberlik mantığıyla ara vermeksizin uzmanlarınca hazırlanacak plânlar çerçevesinde işe koşmalıyız. Eğer krizi fırsata çevirmek istiyorsak bunu yapabiliriz. Öğrenciler için ödenecek maaşı da orman gelirlerinde oluşacak artıştan ve bu sürece maddi ve manevi destek sağlayacak vatandaşlarımızdan karşılama şansımız vardır. İsrafı ve talanı durdurduğumuz an çözemeyeceğimiz sorunumuz yoktur.
Değerli dostlar krizlerle yaşamaya alışmak zorundayız. Eğer derdiniz çoksa, imkânınız ve çarenizde çok demektir. Doğru kriz yönetimi ile bana göre krizleri fırsata çevirme şansımız da olabilir. Esasında halkımızın bazı kesimlerini dinle, imanla ve yalanlarla aldatarak geleceklerini karartan yalancıların mumlarını ormanlarımızı da ateşe vermeden söndürebiliriz. Gerçek Allah dostlarını tenzih ediyorum. Örneğin, normal zamanlarda Allah, Kuran, din ve iman ile aldatanların, Mareşal Fevzi Çakmak Paşa’nın dediği gibiGDO’ su bozulmuş tarikat ve cemaatlerin, MOSSAD ve CIA patentli Siyonizm’in ileri karakolları olduğu gerçektir. 15 Temmuzda büyük bedeller ödeyerek deşifre ettiğimiz gibi, bu yapıların şeyh ve liderlerinin yüzlerindeki boyalı ve cilalı maskelerini millet nezdinde düşürebiliriz. Hani onlar yaratandan dolayı hoş gördüğümüz insanları aldatarak insanüstü güçlere sahip Allah dostları olduklarını iddia ediyorlar ya, herhalde bizimde onlardan kendilerini ispatlamaları için teşebbüse geçip, bir zahmet en azından bu yangınların ve küresel ölçekte başımızdaki tüm belaların ivedi olarak defedilmesi için Cenabı Allah’tan niyazda bulunmalarını istememiz gerekir. Eğer gerçekten dedikleri gibilerse, herhalde Yüce Allah onların niyazlarını reddetmeyecek, onları yüzü ve gözü hürmetine ülkemize ve milletimize yardım edecektir.O şarlatanlar da bilmelidir ki Yüce Allah bu millete yardımını hiçbir zaman esirgememiştir. Aslında başımıza gelen bela ve musibetlerin sebeplerinden biri de bu kripto istihbarat yapılarının içimizde zemin bulmaları ve yüce dinimiz İslâm’ı ve kuranı yapabildikleri kadar tahrif etme gayret ve teşebbüsleri olabilir. Yüce Allah bu aziz milleti hiçbir zaman yurtsuz, bayraksız, ezansız, izansız ve şuursuz bırakmamıştır. Kurduğu bir devlet ömrünü tamamlarken, hep yeniden dirilerek yeni bir devlet kurmuştur. Kurulan devlet yıkılanın devamı olmuştur. Zaman zaman yüzleştiğimiz musibetler nasihat almamız içindir.
Bu kripto tezgâhtarların tezgâhlarında dokumaya devam ettikleri zehir saçan sentetik ve naylon kumaşlarla bu aziz milletin maküs talihini yenmek ve geleceğine ışık tutma sevdaları olamaz. Olsa olsa bu hemen yanmaya ve yakmaya müsait naylonlarla vatanımızı ve milletimizi yakmaya formatlı afetlere yakıt olabilirler. Hep te öyle olmuştur.Dolayısıyla bu yangın onların cila ve boyalarını da eriterek farşımalamat olmalarını sağlamıştır. Çünkü bütün foyaları, yalanları ve dolanları meydana çıkmıştır. Bu durum da toplumsal birlik ve milli bütünlük için çok değerli bir kazanım olacaktır. Çünkü orman yangınları gibi bu kripto yapılarla da devlet olarak mücadele halindeyiz. Onlarda bu ülkenin gelecek ümitleri olan yavrularımızı ve gençlerimizi cayır cayır yakıyorlar. Ateş koru haline getirdikleri gençlerimizle de ciğerlerimiz olan ormanlarımızı yakıyorlar. Cenabı Allah bu aziz milleti bu zalimlerin örtülü ve açık şerrinden ve yalanlarından korusun İnşallah.
Elbette ki yaşadığımız bu afet, Cenabı Allah’ın Milletimize kestiği bir ceza değildir. Tarihi olarak yaşanan olaylardan ders alınmadığı zaman, koşullar oluştuğunda aynı sorunlarla hep yüzleşilir. Öyle de oluyor zaten. Eğer bu bir kasdi sabotaj ise, sezgilerimize, coğrafi gerçekliklere, istihbari değeri olan bilgi ve işin ayrıntılarına dayalı olarak önleyici tedbirler (istihbarata karşı koyma gibi) alınabilir ve alınmalıdır. Yok eğer küresel ısınma kaynaklı bir felaket ise, o zaman da yine önleyici tedbirler alınarak insanlarımızın ağaç ve orman okuryazarlıklarını geliştirebiliriz. Herhalde bu kavramı ilk bendeniz ortaya atıyorum. Bu konuda üniversitelerimizde ve hatta daha önceki eğitim kademelerinde eğitim ve öğretim programlarına bu konularda dersler konulmalıdır. Yakanların ateşi varsa bizimde o ateşleri yakanları aynı ateşte yakma irademiz, suyumuz, bilim ve teknolojimiz vardır.Kesinlikle bazı medya görüntülerinde olduğu gibi, Allah korusun aciz ve eli-ayağı bağlı değiliz. Biz daha son sözümüzü söylemedik. Yeri ve zamanı geldiğinde bu son sözler söylenecektir. Peygamber Efendimiz Sevr Mağarasında Hazreti Ebubekir’e “Üzülme Allah bizimledir” diyordu ve hakikaten Allah onlarla beraberdi. Ancak yine de alınması gereken tedbirlerin tamamını almışlardı.
Kıymetli dostlar, ülkemizde maalesef oldukça yüksek bir işsizlik vardır. Yüzbinlerle ifade edilen ve özellikle eğitim fakültelerine ülkemizin ve aziz milletimizin geleceğini inşa etmek ve öğrenci yetiştirmek için öğretmenlik mesleğini tercih eden atanmamış öğretmen adaylarının da diğer görevlendirilecek öğrencilerimizle isteğe bağlı olarak hiç değilse ülkemiz ve milletimiz için fidan yetiştirme seferberliği çerçevesinde tamamının istihdam edilmesi mümkün olabilir. Bunun alt yapısının oluşturulması için ivedi çalışmalar yapılabilir. Bu öğretmenlerimiz ormanlarımızı terbiye edip düzene koyabilirler ve bu iş için aldıkları kadrolarıyla beraber öğretmen olarak asli görevlerine dönebilirler. Aynı zamanda işsiz olan gençlerimizden tüm ormanlarımızı koruyabilecek motorize ve atlı birlikler kurabiliriz. En az 100 modern uçaklık söndürme filolarına mümkün olan en kısa zamanda sahip olabiliriz. Bu krizi fırsata dönüştürmenin yollarından birisi bence budur. Yeni Milli Eğitim Bakanımızı tebrik ediyorum ve görevinde başarılar diliyorum. İnşallah bu dilek ve temennilerimizden haberdar olur ve daha fazlasını mutlaka yaparlar.
Rabbim aziz milletimizin yar ve yardımcısı olsun İnşallah.