Ali Osman ENGİN
Köşe Yazarı
Ali Osman ENGİN
 

AKİLLER VE ARİFLER

Aziz dostlar, çok değerli okurlar, hepinizi yeniden selamlıyor, işlerinizde kolaylıklar diliyorum. Her ne kadar dilekte bulunmak temenniden öteye geçemese de, bunun yerine işlerimizin kolaylaşması için, akli değerlerimizi işe koşup adeta akil ve arif insan olma özelliğimizi kullanarak talep edemediklerimizi ve dillendirip söyleyemediklerimizi içimizdeki çocuk veya deliyi harekete geçirerek rahatlıkla muhataplarına duyurabiliriz. Çünkü herkesin içerisinde bir deli vardır. Saygıdeğer hocamız ve büyüğümüz Prof. Dr. Üstün DÖKMEN’ in yazmış oldukları bir oyunda köy halkının bilinç altına attıkları bazı düşünceleri, köye getirilen ve onlara göre bir delinin nasıl söylenmeyenleri söyleyerek harekete geçirdiğini, tutum ve davranışları etkilediğini görmek mümkündür. Hemen hemen her köy, kasaba ve şehirde toplum içerisinde bu tür düşünce ve düşüncenin ölçümlenebilen ve gözlenebilen boyutu olan davranışlarına sansür uygulamayan ve diğerleri tarafından da sansüre gerek görülmeden dillendiren insanlar vardır. Bunların uçuk, kaçık düşünce, tutum ve davranışları kimi hedef alırsa alsın, olumsuz bir tepki oluşmamakta ve hatta muhataplarına yeni istikametler kazandırmaktadır. Örneğin Kars’ın “Dirgen Kemal”i buna çok uygun bir örnek teşkil etmektedir. Dirgen Kemal’in yaşam öyküsü derinlemesine incelendiği zaman, demek istediğim daha açık bir şekilde anlaşılacaktır. Dirgen Kemal’in incelenmesi gereken yaşam öyküsü ile ilgili elinde bilgi olan Karslı dostlarımın bunları yazarak tarafıma ulaştırmalarını bekliyorum. Eğer bunu yaparlarsa bendeniz de Rahmetli Dirgen Kemalimizin delilikten öte arifliğini ve meczupluğunu geniş bakış açılarıyla ele alabilir ve Erzurumlu Teyo Pehlivanımız gibi yeniden karşınıza hayali bir kahraman, söz ve hayal ustası olarak getirebilirim. Bunların kurguladıkları hayaller, aslında halkın geniş kitlelerinin bilinç altına gömdükleri, çok isteyip başaramadıkları ile ilgilidir. Onlar o toplumun kendi içerisinden çıkardığı ve birer marka olan delileridir. Ortaya meczup tavırlarla koydukları, toplumun genelini temsil kabiliyetine sahiptir. Öyle ya! Delinin nesi olur! Mal ve hizmetler topluma aittir!.. Epeydir herkes gibi bizlerde geçmişleriyle ilintili olarak seçilen ve anlaşılan odur ki; çok öncelerden kendilerine başka limanlardan yüklenen misyon çerçevesinde akil adamlar olarak seçilen insanları izliyoruz.  Ülkemizin daha önce her halde geçerli nedenlere bağlı olarak belirlenip bölünen coğrafi bölgelerine benzer şekilde ayrıştırılan  bölgelere giden bu insanlar, daha işin başında sürece taksonomik olarak yaklaşmışlardır. Çok önemli bir eğitim bilimci olan Bloom’un taksonomisine benzemese de, burada da; yürütülen sürecin kalitesi, akillerin akli arka plânları yani giriş davranışları veya hazır olma düzeyleri, ödül, ceza ve süreklilik arz eden geri bildirim bulunmaktadır. Bunlardan her hangi birisinin olmaması veya zayıflığı hedeflenen öğrenme ve bilgilenme başarısını olumsuz etkileyecektir. Ancak akillere bağlı olarak ortaya çıkan akıllanma sürecinde maalesef bu çok önemli ve etkileşimi belirleyen değişkenlerin hemen hemen tamamı göze çarpmamaktadır. Burada insanların kafalarında canlanan bir taksonomi var ancak, bu görevi üstlenenlerin kendi kendilerinin akilleri olsalar da, başkalarının içlerindeki delileri oldukları anlaşılıyor. Tam bir iletişim değil de, tek yönlü bir ileti olarak tanımlayabileceğimiz etkinlik, tutum ve davranışlardan, çok çeşidi olan deli gömleği giydirilmiş insanlar olduklarını belirtmem gerekir. Çünkü çoğu kişinin akıl kârı olarak söyleyemeyeceği şeyler rahatlıkla telâffuz edilebilmekte, karşılarında bulunan arifleri sürdürülmek istendiği söylenen iletişim sürecinde taraf olarak görmek istememektedirler. İşin en ilginç tarafı; “kişilerin işleridir ayineleri” ifadesinde olduğu gibi, bu insanların ellerinde işlerinin aynaları yoktur. Ellerinde ayna benzeri bir şeyler var, ancak aynalara önceden müdahale edilerek sabitlenmiş görüntüler bulunmakta ve o görüntülerin odak noktaları aynaları ayna olmaktan çıkarmıştır. Bu insanları akil yapacak ve aynaya yansıyabilecek arka plâna düşen gerekçelere rastlanmamakta ve aynaların önleri de arkaları da aynı şeyleri göstermektedir. Toplumun genelinin ortaya koyduğu gerçeklikleri aynalara görüntü olarak düşmemekte veya düşürülmemektedir. Bu kişiler bu toplumun akilleri veya arifleri olmamakla beraber, toplumun kendi imalatı olan kendi delileri de değildir. Eğer bunlar deliyse, başkalarının yani o aynaya müdahale edilip yerleştirilen sabit görüntülerin sahiplerinin delileridir. Onların düşünüp söyleyemediklerinin dillendirilmesi ve toplumun; küçük adımlar, etkin katılım, yapılandırılmış dönüt düzeltme ve sürecin devamındaki aşamalarda olduğu gibi, algısıyla meşgul olunmaktadır. Gerçekleştirilen yapılandırılmış veya yarı yapılandırılmış toplantılarda, konuşmalarda kullanılan sözcüklerin ve taraflaştırılan tarafların konumlarının bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Bence asıl önemli olan; seçilmiş mekân ve kurumlara geliş biçimleri, kullandıkları sözcükleri söyleyiş tarzları ve birde kullandıkları kitlesel beden dilidir. Toplantıların yapılacağı mekânlara girmek ve insanların kafalarına boş yere takılan sorulara cevap bulmak için adeta pasaport kontrolleri yapılmaktadır!.. Emniyet teşkilâtına düşen, toplantılarda görüşlerini ortaya koymak isteyen vatandaşları engellemek değil, gereken tedbirleri almaktır. Eğer barış ve huzur adına bir tarafta her türlü davranış ve eylemler tölere ediliyorsa, diğer tarafın düşüncelerini ifade etmelerine de engel konulmamalıdır. Madem konuşularak anlaşılacak, öyleyse konuşturmamanın gerekçesi nedir? Özellikle üniversitelerde gerçekleştirilen toplantılarda, sadece beklenti olarak ortaya çıkan yararlardan ziyade, gerek öğrenci kitlesi içerisinde, gerek öğretim elemanları arasında ve gerekse öğretim elemanı ve öğrenciler arasında; eğitim ve öğretimi temelinden sarsan ayrışmalar ve husumetler baş göstermektedir. Şüphesiz doğal olan ve siyasi olarak siyaset kurumunun dillendirdiği farklı düşünce ve talepler, sosyolojik olarak halk nezdinde derin ayrışmalara neden olmamaktadır. Zaman zaman halk, siyaset kurumunun işi budur diyerek geçmektedir. Eğer aksi olsaydı halk arasında derin ayrıştırıcı husumetlere rastlanırdı. Ancak çok şükür, böyle bir durum bu milletin düşmanları tarafından çok istense de yaşanmamıştır ve İnşallah yaşanmayacaktır da. Üniversitelerde öğrenciler en az dört yıl aynı sınıfları, aynı yemekhaneleri, aynı yatakhaneleri çok yakın mesafeden paylaşmaktadırlar. Öyle ki nefeslerini dahi paylaşmaktadırlar. Ancak ne yazık ki artık sınıflarımızda yaz ve kış köşeleri bulunmaya başlamıştır. Sınıflarda esen dondurucu soğuk rüzgârlar her yere yansımaktadır. Üniversitelerde gerçekleştirilen bahar şenlikleri şensizlik olmaya başlamıştır. Birleştirici etkileri beklenen etkinliklerin her birisi daha fazla ayrışmanın harmonisi haline gelmiştir. Batı müziğiyle çekilen halaylarda atılan siyasi sloganların hepsi birleştirici değil, ayrıştırıcıdır. Bu durumda bir tepki vakası olarak ortaya çıkan diğer tarafın da kendi argümanlarını ortaya koymaları sonucu tehlikeli cepheleşmeler yaşanmaya devam etmektedir. Üniversitelerin çok geniş açık mekânlarında bir araya gelemeyen öğrencileri bir sınıfta toplayarak etkili ve başarılı eğitim ve öğretim etkinliklerinden bahsediyoruz!..  Akil insan olarak ortaya çıkanların üniversitelerimizde gerçekleştirdiği toplantılarda, ne yazık ki öğrencilerimiz arasında canla başla tesis etmeye çalıştığımız dayanışma ve kurum kültürü yok olmaktadır. Artık bir mücadele ve bu mücadelede kaybet ve kazan ilkesi başat durumdadır. Durum öğretim üyeleri açısından da aynıdır. Üniversitelerin üniversal yapılarına uymayan klikler ve ideolojik gruplaşmalar ön plâna çıkmaktadır. Artık farklı paradigmalara sahip, bireysel farklılığını alabildiğine geliştirmiş ve aynı zamanda inandığı felsefesinin ötesinde, insanlara Yunus misali bakabilen öğretim elemanları arasında akademik sohbetler yaşanmamaktadır. Bir siyasi partinin taraftarı olmak bile diğerlerini ötekileştirmek için insafsızca kullanılmaktadır. Yönetimlere daha yakın olmak için takla hesapları yapılmakta, yeni soytarılık ve dalkavukluk kıyafetleri için siparişler verilmektedir. Öğretim elemanı ve öğrenci arasında gerilen ilişkiler ise işin en vahim sonucudur. O toplantılara katılan öğrenciler ve öğretim elemanları birbirlerinin hocası ve öğrencileridir. Adeta sidik yarışına dönüştürülen tartışmalarda, öğrenci hocasının ve hoca da öğrencisinin rakibi haline getirilmektedir. Bu durum siyasi arenada olsa belki makul karşılanabilir, ancak bir eğitim kurumunda ortaya çıkacak sonuçları hiç hayırlı olmayacaktır. Birbirlerini düşman taraflar olarak gören öğretim elemanı ve öğrencilerin, bir sınıf atmosferinde paylaşacakları ve uzlaşacakları bir şeyleri kalmayacaktır. Böyle bir sınıf ortamında eğitim ve öğretimden söz edilemez. Öyleyse bu toplantılar yapılacaksa, eğitim kurumlarının dışında yapılmalıdır. Daha çok siyasi yelpazede bu etkinlikler organize edilmelidir. Üniversitelerimiz bu ve benzeri durumları değerlendirirken daha ince eleyip sık dokumalıdır. Dil kültürümüzde fazla rastlanmayan “akil” kavramı bizim toplumumuzda “arifler” olarak yer bulmuştur. Arifler anlar diyoruz ama akiller anlar diyemiyoruz. Çünkü akiller anlamamışlardır. Arifler halkın içerisinden çıkarlar. Birileri tarafından bir yerlerden çıkarılmazlar. Ariflerden dalkavuk veya soytarı da olmaz. Onlar Hakkı ALLAH’ ın adı olarak tanımışlardır. Hakkı inkâr etmenin ALLAH’ ı inkâr olacağının farkındadırlar. Sevgili dostlar hepinize en derin selam ve sevgilerimi tekrar tekrar iletmek istiyorum. ALLAH yar ve yardımcınız olsun.
Ekleme Tarihi: 04 Haziran 2013 - Salı
Ali Osman ENGİN

AKİLLER VE ARİFLER

Aziz dostlar, çok değerli okurlar, hepinizi yeniden selamlıyor, işlerinizde kolaylıklar diliyorum. Her ne kadar dilekte bulunmak temenniden öteye geçemese de, bunun yerine işlerimizin kolaylaşması için, akli değerlerimizi işe koşup adeta akil ve arif insan olma özelliğimizi kullanarak talep edemediklerimizi ve dillendirip söyleyemediklerimizi içimizdeki çocuk veya deliyi harekete geçirerek rahatlıkla muhataplarına duyurabiliriz. Çünkü herkesin içerisinde bir deli vardır. Saygıdeğer hocamız ve büyüğümüz Prof. Dr. Üstün DÖKMEN’ in yazmış oldukları bir oyunda köy halkının bilinç altına attıkları bazı düşünceleri, köye getirilen ve onlara göre bir delinin nasıl söylenmeyenleri söyleyerek harekete geçirdiğini, tutum ve davranışları etkilediğini görmek mümkündür.


Hemen hemen her köy, kasaba ve şehirde toplum içerisinde bu tür düşünce ve düşüncenin ölçümlenebilen ve gözlenebilen boyutu olan davranışlarına sansür uygulamayan ve diğerleri tarafından da sansüre gerek görülmeden dillendiren insanlar vardır. Bunların uçuk, kaçık düşünce, tutum ve davranışları kimi hedef alırsa alsın, olumsuz bir tepki oluşmamakta ve hatta muhataplarına yeni istikametler kazandırmaktadır. Örneğin Kars’ın “Dirgen Kemal”i buna çok uygun bir örnek teşkil etmektedir. Dirgen Kemal’in yaşam öyküsü derinlemesine incelendiği zaman, demek istediğim daha açık bir şekilde anlaşılacaktır. Dirgen Kemal’in incelenmesi gereken yaşam öyküsü ile ilgili elinde bilgi olan Karslı dostlarımın bunları yazarak tarafıma ulaştırmalarını bekliyorum. Eğer bunu yaparlarsa bendeniz de Rahmetli Dirgen Kemalimizin delilikten öte arifliğini ve meczupluğunu geniş bakış açılarıyla ele alabilir ve Erzurumlu Teyo Pehlivanımız gibi yeniden karşınıza hayali bir kahraman, söz ve hayal ustası olarak getirebilirim. Bunların kurguladıkları hayaller, aslında halkın geniş kitlelerinin bilinç altına gömdükleri, çok isteyip başaramadıkları ile ilgilidir. Onlar o toplumun kendi içerisinden çıkardığı ve birer marka olan delileridir. Ortaya meczup tavırlarla koydukları, toplumun genelini temsil kabiliyetine sahiptir. Öyle ya! Delinin nesi olur! Mal ve hizmetler topluma aittir!..


Epeydir herkes gibi bizlerde geçmişleriyle ilintili olarak seçilen ve anlaşılan odur ki; çok öncelerden kendilerine başka limanlardan yüklenen misyon çerçevesinde akil adamlar olarak seçilen insanları izliyoruz.  Ülkemizin daha önce her halde geçerli nedenlere bağlı olarak belirlenip bölünen coğrafi bölgelerine benzer şekilde ayrıştırılan  bölgelere giden bu insanlar, daha işin başında sürece taksonomik olarak yaklaşmışlardır. Çok önemli bir eğitim bilimci olan Bloom’un taksonomisine benzemese de, burada da; yürütülen sürecin kalitesi, akillerin akli arka plânları yani giriş davranışları veya hazır olma düzeyleri, ödül, ceza ve süreklilik arz eden geri bildirim bulunmaktadır. Bunlardan her hangi birisinin olmaması veya zayıflığı hedeflenen öğrenme ve bilgilenme başarısını olumsuz etkileyecektir. Ancak akillere bağlı olarak ortaya çıkan akıllanma sürecinde maalesef bu çok önemli ve etkileşimi belirleyen değişkenlerin hemen hemen tamamı göze çarpmamaktadır. Burada insanların kafalarında canlanan bir taksonomi var ancak, bu görevi üstlenenlerin kendi kendilerinin akilleri olsalar da, başkalarının içlerindeki delileri oldukları anlaşılıyor. Tam bir iletişim değil de, tek yönlü bir ileti olarak tanımlayabileceğimiz etkinlik, tutum ve davranışlardan, çok çeşidi olan deli gömleği giydirilmiş insanlar olduklarını belirtmem gerekir. Çünkü çoğu kişinin akıl kârı olarak söyleyemeyeceği şeyler rahatlıkla telâffuz edilebilmekte, karşılarında bulunan arifleri sürdürülmek istendiği söylenen iletişim sürecinde taraf olarak görmek istememektedirler.


İşin en ilginç tarafı; “kişilerin işleridir ayineleri” ifadesinde olduğu gibi, bu insanların ellerinde işlerinin aynaları yoktur. Ellerinde ayna benzeri bir şeyler var, ancak aynalara önceden müdahale edilerek sabitlenmiş görüntüler bulunmakta ve o görüntülerin odak noktaları aynaları ayna olmaktan çıkarmıştır. Bu insanları akil yapacak ve aynaya yansıyabilecek arka plâna düşen gerekçelere rastlanmamakta ve aynaların önleri de arkaları da aynı şeyleri göstermektedir. Toplumun genelinin ortaya koyduğu gerçeklikleri aynalara görüntü olarak düşmemekte veya düşürülmemektedir. Bu kişiler bu toplumun akilleri veya arifleri olmamakla beraber, toplumun kendi imalatı olan kendi delileri de değildir. Eğer bunlar deliyse, başkalarının yani o aynaya müdahale edilip yerleştirilen sabit görüntülerin sahiplerinin delileridir. Onların düşünüp söyleyemediklerinin dillendirilmesi ve toplumun; küçük adımlar, etkin katılım, yapılandırılmış dönüt düzeltme ve sürecin devamındaki aşamalarda olduğu gibi, algısıyla meşgul olunmaktadır.


Gerçekleştirilen yapılandırılmış veya yarı yapılandırılmış toplantılarda, konuşmalarda kullanılan sözcüklerin ve taraflaştırılan tarafların konumlarının bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Bence asıl önemli olan; seçilmiş mekân ve kurumlara geliş biçimleri, kullandıkları sözcükleri söyleyiş tarzları ve birde kullandıkları kitlesel beden dilidir. Toplantıların yapılacağı mekânlara girmek ve insanların kafalarına boş yere takılan sorulara cevap bulmak için adeta pasaport kontrolleri yapılmaktadır!.. Emniyet teşkilâtına düşen, toplantılarda görüşlerini ortaya koymak isteyen vatandaşları engellemek değil, gereken tedbirleri almaktır. Eğer barış ve huzur adına bir tarafta her türlü davranış ve eylemler tölere ediliyorsa, diğer tarafın düşüncelerini ifade etmelerine de engel konulmamalıdır. Madem konuşularak anlaşılacak, öyleyse konuşturmamanın gerekçesi nedir?


Özellikle üniversitelerde gerçekleştirilen toplantılarda, sadece beklenti olarak ortaya çıkan yararlardan ziyade, gerek öğrenci kitlesi içerisinde, gerek öğretim elemanları arasında ve gerekse öğretim elemanı ve öğrenciler arasında; eğitim ve öğretimi temelinden sarsan ayrışmalar ve husumetler baş göstermektedir. Şüphesiz doğal olan ve siyasi olarak siyaset kurumunun dillendirdiği farklı düşünce ve talepler, sosyolojik olarak halk nezdinde derin ayrışmalara neden olmamaktadır. Zaman zaman halk, siyaset kurumunun işi budur diyerek geçmektedir. Eğer aksi olsaydı halk arasında derin ayrıştırıcı husumetlere rastlanırdı. Ancak çok şükür, böyle bir durum bu milletin düşmanları tarafından çok istense de yaşanmamıştır ve İnşallah yaşanmayacaktır da. Üniversitelerde öğrenciler en az dört yıl aynı sınıfları, aynı yemekhaneleri, aynı yatakhaneleri çok yakın mesafeden paylaşmaktadırlar. Öyle ki nefeslerini dahi paylaşmaktadırlar. Ancak ne yazık ki artık sınıflarımızda yaz ve kış köşeleri bulunmaya başlamıştır. Sınıflarda esen dondurucu soğuk rüzgârlar her yere yansımaktadır. Üniversitelerde gerçekleştirilen bahar şenlikleri şensizlik olmaya başlamıştır. Birleştirici etkileri beklenen etkinliklerin her birisi daha fazla ayrışmanın harmonisi haline gelmiştir. Batı müziğiyle çekilen halaylarda atılan siyasi sloganların hepsi birleştirici değil, ayrıştırıcıdır. Bu durumda bir tepki vakası olarak ortaya çıkan diğer tarafın da kendi argümanlarını ortaya koymaları sonucu tehlikeli cepheleşmeler yaşanmaya devam etmektedir. Üniversitelerin çok geniş açık mekânlarında bir araya gelemeyen öğrencileri bir sınıfta toplayarak etkili ve başarılı eğitim ve öğretim etkinliklerinden bahsediyoruz!..  Akil insan olarak ortaya çıkanların üniversitelerimizde gerçekleştirdiği toplantılarda, ne yazık ki öğrencilerimiz arasında canla başla tesis etmeye çalıştığımız dayanışma ve kurum kültürü yok olmaktadır. Artık bir mücadele ve bu mücadelede kaybet ve kazan ilkesi başat durumdadır.


Durum öğretim üyeleri açısından da aynıdır. Üniversitelerin üniversal yapılarına uymayan klikler ve ideolojik gruplaşmalar ön plâna çıkmaktadır. Artık farklı paradigmalara sahip, bireysel farklılığını alabildiğine geliştirmiş ve aynı zamanda inandığı felsefesinin ötesinde, insanlara Yunus misali bakabilen öğretim elemanları arasında akademik sohbetler yaşanmamaktadır. Bir siyasi partinin taraftarı olmak bile diğerlerini ötekileştirmek için insafsızca kullanılmaktadır. Yönetimlere daha yakın olmak için takla hesapları yapılmakta, yeni soytarılık ve dalkavukluk kıyafetleri için siparişler verilmektedir.


Öğretim elemanı ve öğrenci arasında gerilen ilişkiler ise işin en vahim sonucudur. O toplantılara katılan öğrenciler ve öğretim elemanları birbirlerinin hocası ve öğrencileridir. Adeta sidik yarışına dönüştürülen tartışmalarda, öğrenci hocasının ve hoca da öğrencisinin rakibi haline getirilmektedir. Bu durum siyasi arenada olsa belki makul karşılanabilir, ancak bir eğitim kurumunda ortaya çıkacak sonuçları hiç hayırlı olmayacaktır. Birbirlerini düşman taraflar olarak gören öğretim elemanı ve öğrencilerin, bir sınıf atmosferinde paylaşacakları ve uzlaşacakları bir şeyleri kalmayacaktır. Böyle bir sınıf ortamında eğitim ve öğretimden söz edilemez. Öyleyse bu toplantılar yapılacaksa, eğitim kurumlarının dışında yapılmalıdır. Daha çok siyasi yelpazede bu etkinlikler organize edilmelidir. Üniversitelerimiz bu ve benzeri durumları değerlendirirken daha ince eleyip sık dokumalıdır. Dil kültürümüzde fazla rastlanmayan “akil” kavramı bizim toplumumuzda “arifler” olarak yer bulmuştur. Arifler anlar diyoruz ama akiller anlar diyemiyoruz. Çünkü akiller anlamamışlardır. Arifler halkın içerisinden çıkarlar. Birileri tarafından bir yerlerden çıkarılmazlar. Ariflerden dalkavuk veya soytarı da olmaz. Onlar Hakkı ALLAH’ ın adı olarak tanımışlardır. Hakkı inkâr etmenin ALLAH’ ı inkâr olacağının farkındadırlar.


Sevgili dostlar hepinize en derin selam ve sevgilerimi tekrar tekrar iletmek istiyorum. ALLAH yar ve yardımcınız olsun.


Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gazetepasinler.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

deneme bonusu veren siteler acotr.org deneme bonusu veren siteler 2023 deneme bonusu veren siteler güzel sözler deneme bonusu veren siteler